Deprem güvenliğini sağlamak için İstanbul’un ihtiyacı yasal bir düzenleme mi? Görünen o ki hükümet, Marmara Depremi üzerinden geçen 24 yılda olduğu gibi, içi boş söylemler ve yasa yapımıyla bu işi kotaracağını düşünüyor.

İstanbul yasası: Ne için, kim için?
Fotoğraf: DepoPhotos

Tayfun Kahraman -  Dr. Öğr. Üyesi - Silivri Cezaevi’nden yazdı. (Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47).

Deprem ve kentsel dönüşüm gündemini konuşurken hükümetin ilk telaffuz ettiği yine bir yasal düzenleme oldu: İstanbul Yasası. Sayın Bakan’ın beyanlarından öğrendiğimize göre, İstanbul’da deprem güvenliğini sağlamak üzere yeni bir yasaya ihtiyacımız var. İstanbul için geçerli olacak bu yasa, her soruna çare olarak lanse ediliyor ve hükümet kamuoyunu bu kampanya ile icraatları sonucunda olacaklara hazırlıyor. Yapılacak yasadan başka bir çare olmadığı söylenerek bir yandan da bugüne kadar yapılmayanlara dair mazeret üretilmiş oluyor. Deprem güvenliğini sağlamak için İstanbul’un ihtiyacı bir yasal düzenleme mi? Şu anda yürürlükte olan yasal altyapının eksiği nedir ki böyle bir yasaya ihtiyaç duyuluyor? Bu sorulara cevap ararken aslında İstanbul özelinde yapılacak olan yasal düzenlemenin arkasına saklanan gerçekler de deşifre oluyor. 

UYGULANMAYAN YASA 

İlk sorudan başlayalım. İstanbul’un öncelikli ihtiyacı sorunların gerçekçi olarak tespiti ve bunları çözmek için hem merkezi hem yerel kamu kurumlarının sivil kuruluşlar ve toplumla birlikte sergileyecekleri ortak bir irade. Tabii ki bir de bu sorunları önceliklendirerek kısıtlı zaman ve diğer kaynakları verimli kullanmak üzere, tüm süreci yönlendiren bütüncül bir plan hazırlanması. Fakat bunları konuşmadan yine bir yasa yaparak, sihirli bir değnekle sorunların birden çözüleceği hayali pazarlanıyor. Görünen o ki hükümet, Marmara Depremi üzerinden geçen 24 yılda olduğu gibi, yine içi boş söylemler ve yasa yapımı ile bu işi kotaracağını düşünüyor. 6 Şubat Maraş Depremleri ile tüm ülkenin çok acı biçimde tecrübe ettiği hata ve eksikliklere rağmen, kimse bunun siyasi faturasını da ödemiyor. Vaatler arka arkaya sıralanırken alkışları ve oyları toplayan hükümet, geçen zamanla beraber yine sözde kalacak bu vaatleri gerçekleştirmemenin kendileri açısından sorun yaratmayacağını biliyor. Bu nedenle geçen her gün biraz daha büyüyen deprem tehlikesi karşısında acilen başlanması gereken müdahaleler yerine, İstanbul’a özel bir yasaya ihtiyacımız olduğunu konuşuyoruz. 

RANT HIRSI 

İkinci sorumuza gelirsek bugün yürürlükte olan yasal çerçevenin eksiklikleri konusunda da iktidardan tatmin edici bir cevap alamıyoruz. Hatırlarsanız bundan 11 yıl önce 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun gündeme geldiğinde de benzer tartışmalar yapıyorduk. Bizler asıl hedefin bir yasa yapmak değil, bir yol haritası hazırlayarak kentlerimizi deprem ve diğer afetlere karşı güvenli hale getirmek olması gerektiğini öne sürüyorduk. Bu tartışmalar arasında Yasa yürürlüğe girdi. Hatta sonrasında yapılan değişiklikler ve özellikle 6/a maddesi ile yasanın uygulanmasına yönelik zorlayıcı yaptırımlar güçlendirildi. İstanbul özelinde konuşursak Yasa, sadece ilk tartışmalarda bizlerin dile getirdiği gibi rant değeri yüksek alanlarda ve iktidarın özel amaçlarını gerçekleştirmesi için kullanıldı, gerçek risk alanlarının dönüştürülmesi ise göz ardı edildi. Yasa’nın ilk büyük ölçekli uygulaması olan Fikirtepe örneğinin hem hak sahipleri hem de tüm İstanbul sakinleri bakımından nasıl bir kangren haline geldiği, mevcut riskleri azaltmak bir yana daha büyük risk ve sorunlara yol açan bir kentsel ucubeye dönüştüğü herkesin malumudur. 

İstanbul’da gerçekten yüksek risk taşıyan alanlar yerine rant değeri yüksek olan alanlar riskli alan ilan edildi. Bakanlık bunun yanı sıra başta Kanal İstanbul’un yapılması planlanan bölge olmak üzere yerelin yetkisini elinden almak istediği alanları, bu kanuna dayanarak riskli alan ya da rezerv alan ilan etti. Örneğin, Etiler Polis Okulu arazisi üzerindeki yapılar yıkıldıktan sonra, bölgede plan yapma ve onama yetkisinin bakanlığın eline geçmesi için burası riskli alan ilan edildi. Bu örneklere daha birçoğunu ekleyebiliriz. Bu örneklerin gösterdiği gibi, amaç en baştan beri riski ortadan kaldırmak değil, özel alanlarda Yasa’nın verdiği sınırsız yetkinin kullanımı ile maksimum rantı üretmekten ibaretti. Bu çerçeveden dönüşümü kolay, yani rant üretme potansiyeli yüksek alanlarda düşük veya orta düzeyde risk taşıyan yapılar riskli yapı ilan edilerek konut stoku büyük oranda yenilendi. Fakat bu alanların dönüşümü gerçekleşirken daha yüksek risklere sahip alanlar kaçak yapılaşma, maddi olanaksızlıklar, rant değeri üretememe gibi nedenlerle yenilenemedi. Mevcut ekonomik kriz ve dış finansman akışının kesilmesi ile deniz bitti ve şimdi elde yenilenmesi çok daha zor görünen alanlar var. 

FATURA HALKA KESİLDİ 

Bu alanlarda yaşanan başarısızlığın faturası ise vatandaşlara ve kanun dışı dönüşüm projelerine karşı mücadele eden meslek odalarına kesildi ve bu yapılarda yaşayanların gönülsüzlüğü ile dönüşümlerin gerçekleşmediği iddia edildi. Sistematik rant siyaseti gereğince hükümet vatandaş ile müteahhitleri baş başa bırakarak, hatta müteahhitlerden yana ağırlık koyarak eşitsiz bir denklem yaratırken, uzlaşma süreçleri yoluyla hem maddi hem de yönetimsel olarak kolaylaştırıcı bir rol almaktan kaçındı. Bu durumun doğal bir sonucu olarak adeta bir yağmaya dönen, mülksüzleştirme, sürgün ve mülkiyet transferi şeklinde işleyen kentsel dönüşüm süreçlerine karşı dezavantajlı grupların, meslek odalarının ve sivil toplumun verdiği kanuni mücadeleler ile de bu adaletsiz süreçte ancak kısmi kazanımlar elde edilebildi. Kamu kaynaklarını farklı alanlarda kullanarak kolaylaştırıcı olmaktan kaçınan hükümet, anlaşılan o ki şimdi yeni yasa ile vatandaşı daha da ağırlaşan şartlar ile bu sürece zorunlu kılmak istiyor. Bu anlamda 6306 Sayılı Yasada hâlihazırda 2/3 olan karar yeter oranı, yüzde 51’e indirilmek istenirken, riskli alan ilanlarına karşı dava açma ve yürütmenin durdurulması yolları daha önce denendiği gibi kaldırılmaya çalışılıyor. 

İstanbul’da deprem güvenliği sağlamak ve kırılgan konut stokunu güçlendirmek için özel bir yasa yapılabilir mi? Tabii ki evet ama niyetin gerçekten bu olduğunu bilmek kaydıyla. Bugüne kadar karşılaştığımız yasal düzenleme örnekleri ve bunların uygulamaları ne yazık ki hiç umut verici değil. Bakanlık tarafından yapılan açıklamalar da bu umutsuzluk ve güvensizliği besliyor. Oysaki yasadan önce bu rant odaklı yaklaşımı değiştirmemiz ve İstanbulluların sağlıklı ve güvenli yaşam beklentilerini öncelikli amaç olarak ele almamız gerekiyor. İstanbulluların öncelikli beklentisi yeni bir yasa değil, imkansızlıklar içinde çaresizce korkarak bekledikleri depreme karşı; güven duyacakları, kendileri için süreci kolaylaştıran ve bunu kamusal bir hizmet olarak ele alan, önceliği rant değil, hayat olan bir yönetim anlayışı.