Türkiye’de medya, sefillerin şahikasına tırmanmışken bir gazetecilik STK’sının belgeselinde, medya patronlarını öven köşe yazarlarını, medya holding sahiplerini, meslekdaşlarını kapıya koyan Genel Yayın Yönetmenlerini izledik. Basın özgürlüğü mücadelesini Doğan, Altaylı ve benzerleriyle mi yürüteceğiz?

İstenmeyen kişi gazeteci mi?

> RAGIP DURAN@ragipduran

Gazetecilik aslında çok ideolojik ve çok siyasi bir meslek. Keza film, hele belgesel film yönetmenliği de… Haber, yorum ya da röportaj yazacaksınız, birisiyle mülakat/söyleşi yapacaksınız ya da somut örnekte görüldüğü üzere bir belgesel çekeceksiniz. Eğer temeli sağlam bir bakış açınız, bir perspektifiniz yok ise ne haber yazabilirsiniz ne de belgesel çekebilirsiniz. Ya da şöyle diyelim: Kalemi ya da kamerayı elinde tutanın sağlam bir perspektifi yoksa, ortaya çıkan ürün başkasının ya da başkalarının bakış açısının ürünü olur.
Gazeteciyi de, belgeselciyi de ve esas olarak tüm sanatçıları da refiklerinden ve refikalarından ayırdebilecek en önemli kıstas işte bu perspektiftir. Yoksa herkes AKP haberi yazar, her sinemacı medya belgeseli çekebilir, her yontucu heykel yapabilir. Perspektif, bakış açısı, durduğun yer, konuya nasıl baktığın aslında senin uslubunu oluşturur. Karakterini ortaya çıkarır.
Bu girizgah ‘Persona Non Grata’ belgeselini eleştirmek için yazıldı. Bkz. http://goo.gl/C4wtHb

KİM GAZETECİYİ 'İSTENMEYEN KİŞİ' İLAN EDİYOR?
Daha başlıkta sorun var: Kim bu ‘İstenmeyen Kişi’? Gazeteci değil mi? İstenmediği için işten atılan gazeteci değil mi? Oysa ki belgeseli yapan da bir meslekdaşımız. Ama gazeteciyi ‘İstenmeyen Kişi’ diye damgalamak/tanıtmak/başlıklandırmak bir gazetecinin işi/bakış açısı olamaz. Gazeteci ancak iktidar açısından ‘İstenmeyen Kişi’ olarak nitelenebilir. Yani şimdi mesela Tayyip Erdoğan ya da Aydın Doğan bir medya belgeseli çekse, onun başlığını da ‘İstenmeyen Kişi’ koysa, bu başlık tutarlı olur.
Belgeselde bence iki büyük sorun var: Bu konuya müdahil olması gereken bir çok kişi ve kurum yok. Bu konuya müdahil olmaması gereken insanlar var!

YUMURTASIZ OMLET? TATSIZ!
Hamza Aktan’ın belirttiği üzere, Türkiye’de medyaya yönelik iktidar baskısından en fazla payını alan Kürt gazetecilere yer verilmemiş olması kasıtlı değilse bile, tayin edici bir eksiklik ve hata. Keza bir başka büyük mağdur da, egemenlerin de belgesel yapımcılarının da gazeteciden saymadığı sosyalist basın mağdurları. Onlardan da doğru dürüst sözedilmiyor yaklaşık bir saatlik çalışmada. Eksikler bu iki kesimle sınırlı değil. İslami medyadan da iki grup meslekdaşa söz verilmeliydi. Murat Aksoy tamam ama Akel ya da Bumin gibi hükümet yanlısı medya organlarında işlerinden atılanlar. Bir de, meslekdaşlarımızın hükümet baskısıyla değil patron baskısıyla işten atıldıklarını savunan yandaş gazeteciler.
Bekir Çoşkun gibi kıdemli bir gazetecinin belgeselde Aydın Doğan’ı övmesi onun kişisel görüşü olabilir. Katılmayız, saygı da duymayız böyle bir tutuma. Ama belgesel yönetmeni, muhataplarının her söylediğini yayınlamak zorunda mı? Editing ne işe yarar?

BİRİ FAZLA İSE BİR BAŞKASI EKSİK DEMEKTİR
Bu önemli eksiklikler belki de hatalı ve gereksiz fazlalıklar nedeniyle gündeme geldi. Siz basın özgürlüğünden sözederken en büyük medya patronu ile ‘Bizden yandaş gazete mi var?’ diyen eski bir Genel Yayın Yönetmeni ile en yakın arkadaşlarını gazeteden çıkaran bir başka eski Genel Yayın Yönetmenine mikrofon uzatırsanız, belgesel, sizin (Yönetmen ve prodüktörün) değil o fazlalık kahramanların perspektifi ile çatılmış olur.
Aydın Doğan ya da eski Genel Yayın Yönetmenleri ile söyleşiler sırasında, yönetmen sıradan bir mikrofon tutucu kimliğine bürünmüş. Doğru soruları soramıyor. Muhatabının çelişkili ya da hiç olmazsa kapalı açıklamalarını deşmek için araya girmiyor.
Mesela… CNN Turk Penguen belgeselini Aydın Doğan’ın açıklamasına göre gece otomatiğe bağladığı için yayınlamış. Şapşallıkmış… Peki…Ama burada temel soru CNN Turk’un Gezi sırasında neyi nasıl yayınladığı değil ki! Gezi’yi neden izleyip aktarmadığı?
Keza, Fatih Altaylı ile söyleşi yapan herhangi bir gazeteci, ‘Alo Fatih’ dönemini sormaz mı? Ya da Derya Sazak’a, Can Dündar, Hasan Cemal gönderilirken “Siz ne yaptınız” demez mi?
Dünya Basın Özgürlüğü günü için özel olarak hazırlanan bu belgesel, en başta yanlış, amorf bir perspektiften olaya bakıyor.
Belgesele gelen tepkilerden sadece biri bile (Şık ve Tatari’nin itirazı) belgeselcinin başarılı olamadığını gösteriyor.
Yazık!
Belgeselin tek yararı, olumsuz öğretmenliği sayesinde bir tartışma açmış olması.