İsyan ve İtaat VII: Türk kültüründe 'kaçgun' motifi
Mehmet Berk Yaltırık
Halk türkülerinden atasözlerine kültürümüzdeki belli kabuller ve pratiklerin “kanun kaçağı” tipini efsaneleştiren bir yönü vardır. Bu nedenle günümüzde birine “eşkıya” deyince “hakaretamiz” algılıyoruz, “eşkıyaya eşkıya” dediğimiz için rahatsızlık yaratabiliyoruz. Çünkü geçmişten günümüze uzanan hala tam kopamamış bağlar var. 1996 tarihli “Eşkıya” filminin ve 2007 tarihli “Kabadayı” filminin bazı sahnelerinde ve repliklerinde bu bağlara başarılı vurgular söz konusudur. “Eşkıya” filmine Baran karakteri üzerinden, “Kabadayı” filminde de Ali Osman karakteri üzerinden “kaçak” olan olumlanır, romantize edilir. Buna karşı yaşadıkları belalı, ölümlü yaşantıları vurgulanır.
“Eşkıya” filminde Baran, “Eşkıya ne?” sorusuna, “Yol kesen, haraç alan, dağlarda yaşayan, yani senin benim gibi insanoğlu” cevabını verir. Ali Osman, “Su uyur, düşman uyumaz!” diye ikaz edildiğinde, “Uyumuyorlar zaten. Hepsi mezarda” karşılığını verir. Yine Ali Osman, geçmişini, yeni dönemin belalısı, maffios Devran’a, “Ben arkamda çok ceset bıraktım. Çok aileyi ağlattım. Bir sürü bela herifin ciğerini gözümü bile kırpmadan söküp aldım. Cesetleri çoktan çürüdü. Bunların bir kısmı bilinir, bir kısmı bilinmez.” sözleriyle anlatır. Oğlu, kendisini mafyadan farklı olmamakla suçlayınca, “Kim söyledi sana mafya olduğumu? Ben mafya değilim, hiçbir zaman olmadım. Benim arkamda polis yoktu, milletvekilim yoktu. Ben ne uyuşturucu ne silah ne fahişe sattım. Ben işimi tek başıma gördüm. Düşmanlarımla tek başıma hesaplaştım ve yaptığım her şeyin bedelini ödedim” sözleriyle savunur kendisini. (Replikler söz konusu filmlerden alıntıdır)
Şakinin efsanevi bir siluete bürünmesiyle o “merkez”le “taşra” arasındaki otorite cebelleşmesinde, her şeyden önce taşra içerisindeki yerel/örfi otoritelerin çatışmasında, köylü kısmı için bir nevi “duvarda yahut sandıkta iş göreceği günü bekleyen silahtır”, çıkış yoludur, “ya karnı ya sırtı” diyerek “bıçak hakkı”na bel bağlamaktır. Çünkü “kurt bunalınca düze iner, kul bunalınca dağa çıkar.” İşte bu noktada Henner Hess’in dile getirdiği ve Murat Çulcu’nun dikkat çektiği “maffios” kavramı daha iyi anlaşılacaktır. Buradan hareketle halk her ne kadar tepkisizlikle ilişkilendirilse de tarihi kökleri açısından bol miktarda “asi” tipine sahiptir.
“Hakkını savunma” anlamında, bozkır kültürünün dinamizmini taşıyan Türk topluluklarında, devletlerin ve hanedanların tarihinde bol miktarda isyana, asi tegine rastlarız. Bu durumu, yönetimi görece daha dengeli hale getirip merkezi otoriteyi –dönemsel iktidar boşlukların rağmen- 600 küsur yıl tek hanedanın elinde tutabilen Osmanlı döneminde dahi görürüz ki “kıyam”lar, kalkışmalar, patırtılar eksik olmaz. Belirgin vakalarla anılmasa da baldırı çıplakların, bekârların dalkılıç sokaklara dökülmesi çoktur. Nitekim atasözlerimiz arasında yer alan “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar” sözünün, tabiri caizse “Biri yer biri bakar. Kıyam et! Ondan kopar!” mantalitesiyle işlediği fark edilir.
Bugün hala dilimizde yaşayan “baldırı çıplak”1 tabiri yeniçeri zorbazlarından yadigârdır. “Bekâr” hala ev verilmeyen, güvenilmeyen olumsuz bir anlama sahiptir. Eskiden bekâr odalarında düşüp kalkan, zorbazların ardında saf tutan, kıyamlarda yağma derdine şehrin başına üşüşen bu kimseler başı bağlanıp bir yere bağımlı kılınmadıkça hem şehir halkı hem otorite için potansiyel tehdit sayıla gelmiştir.2
Bu noktada şu dikkat çekicidir; “kendisine dönebilecek bir silah” olma potansiyeli taşıdığı halde eşkıya yahut asi tipi nasıl hala etkisini az çok hissettiren belirli bir karşılığa sahiptir? Bozkır döneminden itibaren “at binenin, kılıç kuşananın” yahut “baskın basanındır” mantığıyla ayakta kalabilenin hükmünü geçirebildiği bir “kurt kanunu”nun yerleştiği kültürümüzde, başını alıp dağa kıra gitmenin, “kaçgun” olmanın, bir yerden bir yere gidiyormuşçasına olağan karşılandığı fark edilir. Nitekim “kurt bulanınca düze iner, kul bunalınca dağa kaçar” sözü hala dilimizde yaşamaktadır. Yine bu çerçevede Olgay Söyler, Atlas Tarih’in Temmuz-Ağustos 2019’da çıkan 59’uncu sayısında “Köroğlu Destanı Nasıl Yazıldı?” başlıklı yazısında, Köroğlu figürünün Anadolu’dan Kafkasya ve Orta Asya’ya uzanan bir motif olup Anadolu’ya taşınan bir “şaki” tipi olduğunu ifade etmiştir. Bu motifin Türk topluluklarında var olması, “eşkıya” ve “asi” tipinin “efsaneleştirilmesi” noktasında hayli aydınlatıcıdır, tarihin belirli kesitlerine damga vurdukları da açıkça görülmektedir. Nitekim konargöçerler nezdinde “kaçak” yaşayanın kahramanlaştırılmaya müsait oluşu, olağan kabul edilmesi bu kültürel kodlarda saklıdır.
Örneğin Faruk Sümer’in Oğuzlar isimli çalışmasında Avşarlardan bahsederken aktardığı bir anekdot bu açıdan dikkat çekicidir: “Avşarlar işaret edildiği gibi, yazın Zamantı Çayı kıyılarında kışın da Çukurova’da Ceyhan’ın sol kıyısında yaşıyorlardı. Her iki yurtlarında da kovgunlar yapıyor, ticaret kafileleri soyuluyor. Diğer oymaklar ile savaşılıyor ve derebeğlerin mücadelelerine katılınıyordu. Bu gün dahi onların arasında bunlara dair hatıralar anlatılır ve bu devir Avşar’ın ‘al vur devri’ adıyla anılır. Bu devir onların en mutlu günlerini meydana getirir… Sorulduğunda, gülümseyerek ‘Avşar’ın al vur devrine’ ait kovgunlardan ve vuruşmalardan bahsederler.”3 Anadolu’da konargöçerlerin yaşam tarzından kaynaklanan, Selçuklu4 ve Osmanlı5 dönemindeki huzursuzluklar, konargöçerlerin çoğunun yerleşik hayata geçerek eski yaşam tarzını sürdürenlerin pek de makbul görülmeyen bir konuma itilmesi6, kontrol edilmelerinin zorluğu ve akrabalık ilişkileri sebebiyle (komşu oymaklar, obalar içinde dahi) himaye görmeleri sebebiyle eşkıyalığın kolaylaşması7, yukarıda vurguladığım “kaçgun”un olumlanmasına müsait kültürel arka planla birleşince “eşkıya”nın olağan ve bunun da ötesinde kabul gördüğü sosyal realite kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu sebeple bölgesel güvenlik ve eşkıyalık vakalarının önüne geçilmesi konar göçerlerin iskana geçirilmelerinde gerekçelerden birini teşkil etmiştir.
1Reşad Ekrem Koçu, “Baldırıçıplak”, İstanbul Ansiklopedisi, Cilt 4, İstanbul 1960, s. 1981-1986.
2Reşad Ekrem Koçu, “Bekar, Bekar Uşağı, Bekar Uşağı Nizamı”, İstanbul Ansiklopedisi, Cilt 5, İstanbul 1960, s. 2383-2404.
3Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1999.
4Reha Çamuroğlu, Tarih, Heterodoksi ve Babailer, Kapı Yayınları, İstanbul 2005, s. 164.
5Rudi Paul Lindner, Ortaçağ Anadolu’sunda Göçebeler ve Osmanlılar, çev. Müfit Günay, İmge Kitabevi, Ankara 2020, s. 153.
6Anatoly M. Khazanov, Göçebe ve Dış Dünya, çev. Ömer Suveren, Doğu Kütüphanesi, İstanbul 2015, s. 434.
7Alpaslan Demir, “Osmanlı Devletinde Yörükler ile Yerleşiklerin Kavgası: Kayıp Köyler Meselesi”, Akademik Bakış, Cilt 11, Sayı 21, Kış 2017, s. 20.; Suavi Aydın, Murat Yağcı, “Sarıkeçililerin ‘Eşkıyalığı’ ve Konya Delibaş İsyanı Üzerine Değinmeler”, Kebikeç, Sayı 35, 2013, s. 59-60.; Mehmet Emin Üner, Aşiret, Eşkıya ve Devlet, Yalın Yayıncılık, İstanbul 2009, s. 120-149.