Bunaltan yaz günlerinin sonundayız. Bunalanlar, bunalım takılanlar, ne olacak halimizciler… Bugünün hesabını yarına bırakanlar. Yarını öteleyenler, hayatı ileriye iteleyenler…

Bunaltan yaz günlerinin sonundayız. Bunalanlar, bunalım takılanlar, ne olacak halimizciler…

Bugünün hesabını yarına bırakanlar. Yarını öteleyenler, hayatı ileriye iteleyenler…

Meseleyi şiire dökmüş tekmili birden;

 

“-Çıkış yok ve bu tereke

rahmetli dedemden eski mesele

iyi günler ileride anneanne.

İyi günler ilerde.” diyenler…

 

Kim ne derse desin iyi günler ileride falan değil, iyi günler burnumuzun dibinde.

Hafta boyunca Ankara’nın Yenimahalle/Batıkent semtindeki festival hareketliliği burnumuzun dibinde olandı. Kültür, sanat, spor etkinlikleri, paneller ile sokaklarda, alanlarda, salonlarda, sahalarda bir insan kaynaşması, dayanışması… Sol açısından birlikte iş yapabilme kültürüne bir örnek işte.

Yine, Çankaya/Sokullu ve Keçiören’de yapılan halk şenlikleri. Özellikle faşist saldırıların belediyece örgütlendiği Keçiören’de sokakların sahipsiz olmadığını haykıran yürüyüş ve ardından Dayanışma Evi’nin gecesi. Çoluk, çocuk, genç, yaşlı herkesin büyük bir özveri içerisinde o heyecanlı koşturması… Dayanışma Evi’nde bağlamanın tellerine aşina olmuş genç ve güzel eller, kitap satışı için fırdolayı koşturanlar, yaz sıcağında gözleme ateşinde gözleri ışıldayanlar… Bir mahalle/semt halkının koşturması, omuz omuza çekilen halaylar, semahlar, dayanışma içinde parlayan dinç gözler iyi günlerin burnumuzun dibinde olduğunun işaretleriydi hep…

•••

Gelelim açıp da kapayamadığımız dizi konumuza: Şu ‘Sivil Toplum’ meselesine…

Aristoteles, toplulukların en kapsamlısının ve en yüksek iyiliğe ulaşmayı hedefleyeninin ‘polis’ ya da ‘siyasi toplum’ (poitike koinonia) olduğunu belirtir. Aristoteles’in kullandığı, Latince’ye ‘soccietas civilis’ olarak çevrilen, ‘politike koinonia’, hukuki olarak belirlenmiş bir yönetim sistemi içinde,eşit ve özgür vatandaşların, kamusal, etik-siyasi bir topluluğu olarak tanımlanmıştır. Burada ‘polis’ yani devlet ile vatandaş net olarak ayrılmamakta, hatta özdeş kılınmaktadır. Aristoteles’ten sonra bu kavram pek çok kişi tarafından irdelenmiş, işlenmiştir. Hegel kavramı, aile ve devletin dışında, bu ikisi arasında bulunan bir alan olarak ele almıştır. Daha sonra bu kavram Gramsci tarafından siyasi toplumun tamamlayıcı bir unsuru olarak tasvir edildi. Marx ise, devletin ‘dışta bırakılması’ durumunda toplumdan geriye kalan bir sosyal yapı olarak algıladı ve tanımladı. Bugünün burjuva dünya görüşü ise, bireyin pazar içerisinde girişim özgürlüğü olarak tanımladı ve pazara biat etmiş, sınıf mücadelesi yerine ‘mikro sorunlara’ (etnik, kültürel, dini, çevre vb.) yönelmiş bir vatandaş örgütlenmesi olarak işledi. Liberal, muhafazakâr ortaklığında kavram, daha apolitik ve daha yardımsever, şefkat içeren bir şekle büründü. Bu şekliyle, emperyalizmi, kapitalizmi ve neoliberal yıkım politikalarını tartışmadan sorunların etrafında dolaşan, palyatif (geçici) çözümler öneren parçalı yapılar oluşturuldu. Örneğin; Vietnam işgalinde -tıpkı bugün Irak’ta olduğu gibi- işgali sorgulamayan ancak savaştan etkilenen insanların Amerika’daki hayatını düzenlemek, sağlıklı ve üretken bir yaşama sahip olmalarını sağlamak gibi amaçlarla kurulmuş sivil toplum örgütleri gibi…

Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesi’nin 71. Maddesi’nde, Ekonomik ve Sosyal Konsey’in amaçlarını gerçekleştirebilmek için uluslararası sivil toplum örgütleriyle işbirliğine girişileceği yer almaktadır. BM 1952’de, uluslararası sivil toplum örgütleri için bir danışmanlık konumu yarattı ve onlara tüzel kişilik tanıdı. Yıllar geçtikçe bu danışmanlık statüsü iyice kurumsallaştı. Bilindiği üzere 2005’te “Daha İyi Bir Globalleşme” adlı kitabı çıkan, yazdıklarını gerek Türkiye’de gerekse bugünlerde BM Kalkınma Programı Başkanlığı ile uygulayan Kemal Derviş’te bu kurumsallaşmanın tanıdık simalarındandır.

Bugün içinde bulunduğumuz coğrafyada Karadeniz’i ısıtan, bir ihtimal bölgeyi ve dünyayı sıcak çatışma ortamına sürükleyebilecek olan gelişmelerin ardında da Gürcistan’da, Ukrayna’da bu kurumsallaşmış STK’ler bulunmaktadır. Yine Ergenekon dosyalarında adı geçenlerin içinde bulunduğu, yöneticisi olduğu, yüzbinlerce kişiyi peşinden sürükleyebilmiş STK’ler bilinen, yaşadığımız gerçekliklerdir. Şüphesiz, tüm bu çerçevenin dışında kalan STK’ler de bulunmaktadır.

Asıl irdelemek istediğimiz konuda, kimi kişi ve yapılanmaların bilinçli ve bilinçsiz bir şekilde “Demokratik Kitle Örgütü” diye tanımladığımız sendikalar ve meslek örgütlerini bu STK’ler içinde gösterme çabalarıdır ki, buna da gelecek hafta değineceğim.