AKP hükümeti, ülkede terörü sonlandıramıyor. Terörle yaşamış ve yaşayan bütün toplumların bildikleri açık gerçek şu: Terör hiçbir zaman, hiçbir ülkede sadece polisiye ve askeri...

AKP hükümeti, ülkede terörü sonlandıramıyor. Terörle yaşamış ve yaşayan bütün toplumların bildikleri açık gerçek şu: Terör hiçbir zaman, hiçbir ülkede sadece polisiye ve askeri önlemlerle sonlandırılamadı, sonlandırılamaz. Bunu tabii ki AKP hükümeti de biliyor ve hatta söylüyor. AKP’nin son seçimlerde, seksenin üzerinde Kürt kökenli milletvekili çıkarabilmesinin arkasında da bu bilinçte oldukları inancı ve pek dile getirilmese de bu bilinçle ‘Kürt sorununa açılımlar getirecekleri vaatleri’ vardı. Asker ve polis cenazeleri düştükleri yerleri yaktıkça, Türk Milliyetçiliği tarafından köşeye sıkıştırılan AKP hükümeti, iktidarsızlaşıyor. Ortaya çıkan boşluk, çaresizlik ve ülkedeki savaş ve ölümlerin yası ile işe yaramayacağı pekâlâ da bilinen sözde çözüm önerileri ile dolduruluyor. Kuzey İrlanda sorununda da aynen böyle olmuştu. IRA saldırdıkça, Birleşik Krallık kiliseleri savaşda öldürülmüş genç insanların cenazeleri ile dolup taşarken çaresizleşen İngiliz Hükümetleri ve İngiliz kamuoyunun bir kısmı Kuzey İrlanda’ya daha fazla asker gönderme, polisin yetkilerini artırma, ve sivil hakları daha kısıtlamayı tekrar tekrar önermekten başka bir şey yapamamışlardı. O dönem İngiliz basınına bir göz atın. Hepinize pek aşina gelecek polisin ve ordunun yetkilerini artırma, gözaltı süresini uzatma gibi önlemlerin acı bir çaresizlik içinde tekrar tekrar öne sürüldüğünü göreceksiniz.

Burada ufak bir parantez açalım ve bildiğim iki kısa hikayeyi anlatmama izin verin:

Hikâye 1: Recep ve Ateş, herbiri 45 senedir tanıdığım, çok sevdiğim ve saydığım iki arkadaşımdır. İkisi de başarılı, iyi eğitimli ve zekidirler. Mutlu birer evlilikleri var, eşlerini de tanırım ve onlar da arkadaşlarımdır. Her ikisinin de ikişer, her babanın gurur duyabileceği iyi yetişmiş çocukları var. Bu yazın başında, hep beraber Bodrum’da kısa bir tatil yaptık. Onlar benden önce gitti, ben sonradan onlara katılabildim. Ben, Bodrum’a yanlarına varmadan bir akşam önce, iki aile bir lokantaya yemeğe gitmişler. Yemekten sonra Bodrum dışında kaldığımız eve dönerlerken, arabalarını Jandarma durdurmuş. Asayişi sağlamak ve tahmin ederim ki olası bir terör saldırısını önlemek için görev yapan  Jandarma Çavuşu, arabadaki orta yaşlı iki bey ve hanımı görünce: “Sizler evli misiniz?” diye sormuş. Hiç de pısırık olmayan, ve politik bilinçleri yerinde dört sevgili arkadaşım da. “Evet, evliyiz” diye cevap vermişler! Tabii, ben bu hikâyeyi duyunca dördüyle de iyice kafayı buldum. “Ulan 23,24 yaşındaki bir çocuğu üniforma içinde görünce bu ne rezalet, evlilik cüzdanlarınızı da gösterseydiniz” diye. Kıssadan hisse; bırak, köyü basılmış, emirler yağdırılan dili anlamayan Kürt vatandaşlarımızı, benim orta sınıf kendilerine güvenleri tam İstanbul’lu arkadaşlarım bile, Jandarma otoritesi karşısında “Sen ne diyorsun, nasıl böyle bir soru sorabiliyorsun, hangi yetkiyle?” diyememişler, dememişler!

Hikâye 2: Jacop Koedood, daha bundan birkaç ay öncesine kadar Hollanda’nın Ankara Büyükelçiliğinde görev yapan yüksek düzeyde bir diplomattı. Şimdi Holanda’yı, Kanada’da temsil ediyor. Jacop geydir ve erkek partneri Sunny ile evlidir. Medeni Hollanda Hükümeti, bu evli çiftin ülkelerini başka ülkelerde temsil etmesinde bir sakınca görmüyor. Bu başarılı diplomatın, geçen sene Ankara’daki evi Türk Polisi tarafından basıldı. Her ne kadar polis sonradan ‘uyuşturucu ihbarı aldık’ dediyse de, evin asıl basılma sebebi bu gey çiftin, evde gey arkadaşlarına  parti veriyor olması. Jacop, tabii ki protesto etmiş, arama izni, hâkim, savcı kararı sormuş, böyle bir karar olsa bile, evinin diplomatik alan olduğunu ve polisin içeri girme hakkı olmadığını söylemiş. Bu saygın diplomatın, ta yatak odasına kadar giren polisin, mahallenin bakkalından aldığı istihbarat ile kendinde bütün diplomatik kuralları çiğneme hakkını bulduğunu, Jacop sonradan öğrenmiş. Hollanda Büyük Elçisi’nin buna çok sinirlendiğini ve Türk Hükümeti nezdinde protesto ettiğini biliyoruz. Baskını yapan polislere bir yaptırım uygulandı mı bilmiyoruz ama Türk Dış İşleri Bakanlığı’nın, gerek Hollanda Büyükelçisini gerekse de Hollanda Dış İşleri Bakanlığını ikna(!) ederek, bu diplomatik skandalın su yüzüne çıkmasının önüne geçtiğini biliyoruz. Kıssadan hisse: Türk Polisi, gerek görürse her yere girer!

Şimdi aklı, vicdanı olan herkese soruyorum: Hangimiz bu ülkede, Jandarma tarafından durdurulursak, polis kapımıza dayanırsa, hakim, savcı kararın var mı diye sorabiliriz? Bir cesaret gösterdik, sorduk diyelim “yok ama gireceğiz” dedi, ne yapabileceğinizi sanıyorsunuz? Üstüne bir de, güzel sopa yediğinizle kalırsınız. Şikâyet mi edersiniz? Hollanda Hükümeti’nin başaramadığını, siz mi becerebileceksiniz?

Ülkemizin çok eksiği var ama, asla “kolluk kuvvetlerinin yetki eksikliği” bunlardan biri değil. Tam tersine, ülkenin sorunlarının başında kanunların uygulanmaması ve olan yetkinin keyfi ve kanunsuz kullanılması gelmiyor mu? Türkiye’deki vatandaşların büyük bir çoğunluğu, kolluk kuvvetlerine, koruyucuları olarak mı, yoksa korkulması gereken, bulaşılmaması gereken bela olarak mı bakıyorlar? Bana inanmıyorsanız, daha geçen ay Ramazan devam ederken, yeni atanan Beyoğlu Emniyet Amiri’nin, onlarca sivil-üniformalı memuru ile bizim mahallede; özellikle alkollü mekanlarda, Otto’da, Babylon’da ve diğer birçok Beyoğlu mekanında, kimlik kontrolü yapıyoruz diye, estirdikleri terörün kurban ve şahitleri ile konuşun.

Türkiye’de hangi savcı, hangi hakim ne zaman, nerde, hangi kolluk kuvvetine istedikleri arama iznini, göz altı uzatma iznini vermemiş? Türkiye’de hangi sade vatandaş “arama izniniz yok, hayır evime giremezsiniz” demişte polis, jandarma geri dönmüş?

Terör karşısında aciz kalıp işe yaramayacağını bile bile “kolluk kuvvetlerinin yetkilerini artıralım, gözaltı süresini uzatalım” diyen yazarlar, politikacılar utanmıyor musunuz?