Joker tekinsiz olandır, bu nedenle severiz onu. Tam sever miyiz, nefret mi etmemiz gerekir bundan emin olamayız. Büyüsü buradadır (Onu oynamanın zorluğu da). Bütün mesele onun iyi de kötü de olmamasıdır, o sistemin turnusol kâğıdıdır.

Joker’i neden seviyoruz?

Murat Tırpan

Son günlerin en çok sözü edilen filminin Joker olduğu kesin. Filmin ne kadar başarılı, ne kadar büyük olduğunu, Joaquin Phoenix’in nasıl da Oscarlık oynadığını bıktıracak derecede söyleyenlerin kervanına katılmayıp Joker’in değişimi üzerine birkaç söz etmek gerekli. Çünkü bütün bu laf kalabalığı Joker karakterinin anlamındaki kaymayı gözden kaçırmamıza neden oluyor.

İnternet üzerinde ya da popüler basında sürekli olarak Jack Nicholson, Heat Ledger ya da şimdi buna eklenen Joaquin Phoenix’ten hangisinin Joker’i daha iyi oynadığı tartışılır durur. Bu tartışma neden yapılır, örneğin neden hangi Batman’in daha iyi olduğu bu kadar gündeme gelmez de Joker söz konusu olunca tartışma alevlenir? Çünkü Joker ne bir insan ne de maskeli bir süper kahramandır. Joker, Zizek’in söylediği gibi ‘maskenin kendisi’dir. Bu anlamda Joker çılgın, sıra dışı, fantastik ve elbette şakacıdır. Joker sistemin dibine bomba koyar, tıpkı iskambildeki aynı adlı kâğıdın yaptığı gibi sembolik düzeni bozar; Joker söz konusu olduğunda sistemin al ver dengeleri ve kuralları yok olur, oyuncuların siniri bozulur.

Nolan’ın çok sevilen Dark Night’ında Joker Batman’i maskesini çıkarması için tehdit eder, aksi halde şehirde terör estirecektir. Hukuku temsil eden savcı zaten ahlaksızdır, Batman onu kurtarmak için bunları hasıraltı eder, savcı Harvey Dent Batman’e yardım etmek için kendisinin Batman olduğunu söyler, dedektif Gordon ölü numarası yapar, tüm düzen yalanlarla maluldür ve sistemin sürebilmesi için o maskenin orada durması gereklidir. İşte Joker ne bir insan ne de bir süper kahraman olarak maskenin kendisidir, düzeni bozan, yalanları yani maskeleri ortaya çıkarandır. Dolayısıyla Joker’i bu yüzden severiz. Jostein Gaarder’ın müthiş kitabı İskambil Kâğıtlarının Esrarı’nda yazdığı gibi: “Joker küçük bir delidir. Herkesten farklıdır o, ne sinektir ne karo ne kupa ne de maça. Sekiz veya dokuz, papaz veya bacak değildir. Her şeyin dışındadır, ötekilerle aynı yere ait değildir. Gerçi öbür kartlarla aynı pakette bulunur, ama orası onun kendi evi değildir aslında. Bu yüzden de çıkarılıp bir kenara konabilir, hiç arayanı soranı olmadan.”

Dolayısıyla Joker’in ne olduğunu tarif etmeye çalışmak beyhude bir çaba olacaktır. Joker tam da sistemin bir parçası olmadığı için cezbedicidir. Süper kahraman ya da süper kötü değildir o vurguladığım gibi. Süper kahramanların geçmiş hikâyeleri vardır ve geçmişin travmasının üzerine biner insanlığı kurtarma yükü. Dünyayı kurtarırken verdikleri zayiatlar, söylenen yalanlar, hukukun önemsizleşmesi vb. her şey bu geçmiş hikâyesinin üzerine kuruludur, bu sayede haklılaştırılır. Bu filmlerin sürekli bir ‘origin story’ peşinde koşmasının nedeni de budur. Süper kötülerin en iyisi ise travması afişe edilendir.

joker-i-neden-seviyoruz-636198-1.

Hitchcock bir zamanlar bir filmi iyi yapanın kötü adamı olduğunu söylemişti, iyi bir kötü adamı tarif eden ise geçmişidir. Bir kötünün neden dünyayı yok etmek istediği geçmişte yaşadıkları üzerinden bu kez haklılaştırılmasa bile en azından ‘anlaşılır’. Joker ise böyle değildir, Dark Night’da geçmişte yaşadıkları hakkında herkese farklı şeyler anlatır, travmalarıyla dalga geçer, oyunlaştırır her şeyi. Bir çizgi filmden çıkıp gelmiş gibidir. Joker’in geçmişi yoktur, sistemin yalanlarının tecessüsüdür sadece.

Joker tekinsiz (Das Unheimlich) olandır, bu nedenle severiz onu. Tam sever miyiz, nefret mi etmemiz gerekir bundan emin olamayız. Büyüsü buradadır (Onu oynamanın zorluğu da). Bütün mesele onun iyi de kötü de olmamasıdır, o sistemin turnusol kâğıdıdır. Dark Night’da Christopher Nolan tüm muhafazakârlığıyla onu Batman’i haklılaştırmak için kullansa da izleyici yine de Joker’den nefret etmez. İşte tam da bu yüzden bu son Joker filmi büyük bir yanlışa saplanır. Güçlü prodüksiyonu, -kuşkusuz- iyi oyunculuğu ve etkileyici sinematografisi ve müziklerinden bahsetmiyorum, Joker’e bir geçmiş yazmaya çalışmanın yanlışlığına getirmeye çalışıyorum sözü. Filmin sürprizini çok kaçırmadan söylemeyi denersem, Todd Phillips’in yönetmenlik koltuğunda oturduğu bu film, Joker’e travmatik bir geçmiş yazmayı, onu tıpkı bir süper kahraman gibi bu geçmişinin üzerine konumlandırmayı deniyor.

Hatta daha da ileri gidiyor; önce onu dışlayan toplum kötüleşmesini sağlıyor daha sonra ise bu halini severek, yücelterek bunu kimliği haline getirmesine neden oluyor. Bu da yetmiyor -sonra bundan çark etse de- Joker’i azılı düşmanı Batman’le organik olarak bağlama noktasına kadar gidiyor. Bu ima bile bizim için filmin yapmaya çalıştığını göstermesi açısından önemlidir. Ayrıca filmin tüm övülen yanları bu geçmişi ve kötüye dönüşümü meşrulaştırmak için vardır; hikâye anlatma ile ilgili her şey - kasvetle gelişen film müziği; karanlık kadrajlar; rahatsız edici ses tasarımı vb.- baskıcı olmak ve seyirciyi Arthur’un tüm bu toplum baskısının kurbanı olduğu görüşüne doğru itmek için tasarlanmıştır. Buna oyunculuk da dahildir, Arthur’un varlığı dehşet verici ve hipnotiktir, Phoenix’in performansı kırılgan bir umutlu halden giderek daha büyük boyutta ve kendinden emin bir imha eylemine dönüşür.

Sistemin yalanlarının aynası, süper kahramanların ve süper kötülerin antitezi Joker’in çocukken istismara maruz kalmış, ‘beni siz delirttiniz’ diyen bir kahramana indirgenmesi ne kadar hazin! Batman’in maskesinin yalan olduğunu, çıkması gerektiğini bize hatırlatan Joker’in bu filmde diğer insanlara palyaço maskelerini takma cesareti vermesi ne tuhaf! Ve Joker özdeşleşmesi mümkün olmayan bir karakterken, filmdeki insanların ve dahi biz izleyicilerin onunla özdeşleşmek istemesi ne kadar radikal bir değişim.

joker-i-neden-seviyoruz-636199-1.

Slovaj Zizek’in ‘Ahir Zamanlarda Yaşarken’ kitabında anlattığı Edgar Allen Poe öyküsünün ne kadar da Joker’e benzediğini de hatırlatalım. “Kızıl Ölümün Maskesi” adlı hikâyede veba salgınından kaçan, onu yok sayan zenginler bir şatoda maskeli balo vermekteler. Gece yarısı partiyi veren ve ev sahibi olan Prens Prespero Kızıl Ölüm’ün, yani vebanın bir kurbanını resmeden, kurukafaya benzer bir maske takan bir siluet görüyor. Bu kişinin kimliğini öğrenmek isterken maske ona dönüyor ve o anda Prespero ölüyor. Diğer konuklar bu kişiyi sıkıştırıp maskesini çıkardıklarında görüyorlar ki maskenin altında bir yüz yok! Çünkü maskenin kendisi vebanın varlığını hatırlatan, onu işaret eden bir varlık. Tıpkı Joker gibi. Maskenin anlamı işlerin dışarıda ne kadar kötü gittiğini hatırlatmak. Batman geçmişinde babasını kaybetmesinin travmasını hukuka güvenerek değil maske takıp adaleti kendi sağlayarak veriyordu, Dark Night filmi bunu haklılaştırıyordu. Bu son filmdeki Joker de tam tersini yapıyor, acılarının öcünü kötülük yaparak alıyor! Bütün sorun burada, Kızıl Ölüm’ün maskesinin işlevini taşıyan Joker bir nevi Batman’e dönüşmüş durumda. Filmden çıkan bir izleyicinin haklı olarak söylediği gibi bu film aslında bir “Joker Rises”dan başka bir şey değil.

Aynı hatalı mantık karikatürist Bahadır Baruter’in örneğinde de görülebilir, hatırlanacağı üzere Baruter, 2011 yılında Atatürk’ü Batman ve Erdoğan’ı Joker olarak çizdiği yersiz karikatürü nedeniyle davalık olmuştu. Baruter de orada Joker’i geçmişteki mağduriyetinin acısını çıkaran bir karakter olarak anlamıştı.

Joker’i böylesi bir antitez şeklinde konumlandırmak onun sembolik düzenin dışındaki halini görememek anlamına gelir. V for Vendetta maskelerini pazarlayan Hollywood Joker t-shirtlerini de sattırır, bu oyuna gelinmemeli, çünkü Joker iyi ya da kötü bir kahraman değildir; Batman’in kurallarıyla oynamaz, iskambilde en sinir bozucu karttır, yerdekileri toplayıverir.

Alan Moore çizgi romanı Killing Joke’da ‘’Bir geçmişim olacaksa bunun çoktan seçmeli olmasını isterim’’ diyordu. O hikâye de Joker’in geçmişine dönüyor ancak bu tür ‘travmatik haklılaştırma’ derdine düşmüyordu. Çoktan seçmeli ne demektir, birçok ihtimalin varlığı. Joker’in anlattığı farklı geçmiş hikâyelerinin anlamı burada saklıdır. Karşımızdaki karanlık hikâye ise tek seçenek sunmakta bize: “kötü bir geçmiş kötüleştirir.” Öteki yol ise bilindiği gibi Batman’in yoludur. Dramatik anlamda tipik, kahramanın doğuşu hikâyesi görüyoruz burada, neyse ki film Joker’i gerçek bir lidere dönüştürmez, ki bu da karaktere tam bir ihanet olurdu.

Ayrıca İngilizlerin ‘subversive’ dediği, tahrip gücü yüksek bir palyaço olan Joker’den eser yoktur burada. Mikhail Bahtin’in icat ettiği, Rebelais’den gelen karnavalesk, yani yıkıcı mizah da yoktur ortada ayrıca. Dikkat edilirse filmin mizahi anları çok sınırlıdır. Joker, iş yerindeki eşyalarını topladıktan hemen sonra merdivende “Don’t Forget Smile” (Gülümsemeyi unutma) cümlesindeki ki “forget” kelimesinin üstünü karalayıp “gülümseme” haline getirir, oysa biz onun tekinsiz ve şakacı halini sevmez miyiz? Nedensiz, geçmişsiz, daha çok yıkıcı bir kavram olarak Joker’i.