Sabah sabah saçlarını sımsıkı geriye taramış... Bir bantla at kuyruğu yapmış... Kaç maaş parçasıyla alınmış... Çalıştığı şirketin kurum kimliğiyle uyumlu dar eteğine...

Sabah sabah saçlarını sımsıkı geriye taramış...

Bir bantla at kuyruğu yapmış...

Kaç maaş parçasıyla alınmış...

Çalıştığı şirketin kurum kimliğiyle uyumlu dar eteğine...

Belli ki akşam annesinin zorla yedirdiği tereyağlı pilava küçük lanetler okuyarak girmiş...

Çantasında taksit faturalarını taşıdığı...

Gurur kaynağı sivri topuklu ayakkabılarının üstünden bakarak dünyaya...

Baktığını sanarak...

Geçiyor önümden...

Oturduğum kafenin önünden.

Aynı şeyi düşündürerek bana.

Bir makam arabası duruyor şimdi de Nişantaşı Starbucks"ın önünde...

Bembeyaz gömleğinde hâlâ karısının yorgunluğu, ak pak...

Nasıl yakıştırmış pantolonunu da kendine...

Akşam eve gelir gelmez, akşamları da tozunu silip ortadan kaldırdığı...

Çocuklar sokağa koşarken üstüne basmasın diye...

Ayakkabılarının içinde dans eder gibi törensel...

Arka kapısına koşuyor makam arabası sürücüsü, arabanın...

Sonra kafeye geliyor...

Patronunun kahve siparişini verecek.

Arka koltuğunda makam arabasının, sarışın bir kadın.

Bekliyor bir süre...

Sonra o da inip araçtan, kafeye giriyor...

Güvenmedi mi?

Bu kadarcık ayrılığa bile dayanamadı mı?

Neden?

Siparişi mi denetleyecek?

Makam şoförünün çocuğuna çikolata mı alacak?

Sonra yine aracına dönüyor.

Patron mu?

Patronun sekreteri mi makam aracıyla evinden aldırılan?

Her halükarda hoşnutsuz vücudundan...

Ama hoşnut şoförden...

Tatlı tatlı gülümsüyor bir anlık...

Kahve kaplarının dikkatlice yerleştirildiği poşeti alırken içeri, yanına.

Kolunun altında tahlil raporlarının olduğu koca zarf...

Ardından tekerlekli bir bavulu sürüklüyor...

Diğer elinde bir poşet...

Adımları yavaş...

Yanındaki yaşlı kadına hayranlıkla uyduruyor adımlarını...

Oturtuyor onu kafede bir iskemleye...

Bana bakıyor, sanki bir emanetmiş gibi annesi, emanet ediyormuş gibi annesini biz kafedekilere...

Halbuki bizler de birazdan kalkıp işe gideceğiz...

Sonra içeri giriyor...

Bir portakal suyuyla dönüyor...

Annesinin önüne koyuyor...

Yaşlı kadın daha bir yudum almadan...

Önce eski moda çantasından bir mendil çıkarıyor...

Daha içmeden dudaklarının kıvrımlarını siliyor.. Küçük küçük.

“Ben tam karşıdaki mağazadayım, öğlen olunca seni yemeğe götürüceğim” diyor.

“Daha Zeynep"e söylemedim. Akşam beraber gideriz eve” diyor sonra da utana sıkıla.

Annesiyle karısının arasında kalmış genç tezgâhtar ya da mağaza müdürü, karşıdan karşıya geçip kayboluyor mağazanın içinde sonra.

Makam arabasının şoförü, makam arabasının yolcusu, bu yaşlı kadın, genç mağaza tezgâhtarı ya da müdürü, hatta evde ne çektiğini bilmediğimiz Zeynep de...

Bana aynı şeyi düşündürüyor: “İnsan hayatı ne trajik.”

Sonra hemen ardından: “Bütün bunların kaynağı kapitalizm. Herşey daha farklı olabilirdi sınıfsız toplumda. Bir bolluk toplumunda.”