“Beni sana getirecek bir yol bulmuştum, karanlıktan aydınlığa kavuşacaktım. Bu yolu umutla, sevinçle kazmış, kendimden de

“Beni sana getirecek bir yol bulmuştum, karanlıktan aydınlığa kavuşacaktım. Bu yolu umutla, sevinçle kazmış, kendimden de bir şeyler katmıştım. Bir çırpıda yüreğimle açtığım bu yolu kapatmak, ağır ağır dönmek, vazgeçmek zor geliyor biraz, elbet yüreğim sızlar. (...)

Bazı kadınlar bazı adamların hayatlarını değiştirir. Dostluklar aşka, aşklar umuda, umutlar acıya çevrilir bazen ama bu acılar başka bir şeye dönüşemezler. Bir çember oluşturup sırayla başa çevrilemezler. Aşkın girdiği yerde çember dağılmış acının başladığı yerde kopmuştur artık herşey. Ne bir çemberden bahsedebiliriz ne de düz bir çizgiden. Artık herşey biryerlere dağılmıştır çünkü. Bir yerde asılı kalır duygular. Dönüşüme uğramadan. Öylece oldukları gibi; olmuş oldukları gibi...

Güzel Milena Jesenska üzerine yazılacak, söylenecek şüphesiz çok şey var. Cesur ama narin Praglı bir kadın. Gazeteci, çevirmen ve yazar. Hayat dolu bir kadın Milena; ne kadar onu anlatabilecek sıfatları sıralarsak yine de hep onun üzerinde, onun üzerine kurulmuş cümlelerde eksik duracağını düşündüğümüz insanlardan. Aslında biz onu, ona yazılan mektuplardan tanıdık daha çok; Franz Kafka’nın yasak aşkı, sevgilisi, karanlık günlerinin aralanan kapılarından sızan bir ışık olarak ya da acılarını kırbaçlayan uykusuzluklarının kaynağı olarak  bazen.
1920 yılında tanışmışlar. Kafka’nın eserlerini Çek diline çeviriyormuş Milena. Duygular mektuplarla başlamış.. İlişkileri dostluktan aşka dönüşmüş, zamanla daha da derinleşmiş ve mektuplarla devam etmiş. İlişkileri boyunca sadece iki ya da üç kez görüşmüşler. Milena evliymiş. Kafka hep kaçmış evlilikten. Eğer Kafka sevenlerdenseniz, eğer onu çok sevenlerdenseniz onun yazdıklarının farklılığını ve başka bir yazardan ne kadar çok başka bir insan olduğunu anlayıp hayran kalmışsanız “Milena’ya Mektuplar"ı, Kafka’nın aşıkken nasıl bir adam olduğu merakınızı yenmek için başlıyorsunuz kitaba. Ve sayfaları çevirirken Milena’yı merak etmeye başlıyorsunuz Kafka’yı ararken.

Milena, Kafka için “yabancısıdır yaşamın” der. Hayata yabancı olan bu adamı acılara boğar bu aşk. Öksürük nöbetleri şeklinde görülür aşkın acısının belirtileri Kafka’nın bedeninde. Ona göre sorumlusu bu aşktır ciğerlerinin isyanının. İlişkiyi sonlandırır Kafka. Bu mektuplarla başlayan, mektuplarla devam eden aşkı böylece bitirir. 1944 yılında Nazi kampında ölür Milena. Kafka’nın ölümünden yirmi yıl sonra. Eğer zamanın, imkansızlığın, korkuların olmadığı bir yerde buluşabilmişlerse, öyle bir yer varsa eğer, korkusuzca bir aşk yaşayabilmelerini diliyor insan bu sevgiye tanık olduğunda. Çünkü düşsel bir aşkı çok da fazla anlayamıyoruz aslında, bu kadar acı çekip görüşmek için neden çaba sarfetmiyorlar diye kızıyoruz onlara. Fiziksel bir anlam arıyoruz. Bulamıyoruz. Elimizde olsa, gidip o yıllara buluşturacağız onları.
“Yeryüzünde tam olarak bildiğimiz şeyler çok azdır ama şunu iyi biliyoruz ki ikimizde: “Biz hiçbir zaman birlikte olamayacağız.”