Yerel seçimler yaklaşırken; kadın örgütleri, feministler ve toplumun tüm muhalif kesimleri ile otoriterleşmeye, güvenlikçi politikalar eşliğinde artacak saldırılara karşı, anayasal demokratik laik hukuk sistemine ve haklarımıza saldırı olan her alanda birlikte mücadele etmekten başka çıkış yolu görünmüyor.

Kamusal alanın yeniden tasarlanması
Fotoğraf: Sputnik

Dilek Bulut - Dr., Akademisyen

İstanbul valisi kadınların güvenliği için(!) bir yol bulmuş; kamusal alanda içki yasağı getirilmesi. Her gün onlarca toplumsal cinsiyet temelli şiddetin yaşandığı bu kentte/ülkede çözüm bulunmuş. Anayasaya aykırı ve ayrımcı bir genelge yayınlandı. 

İlk söz; Toplumun yasaklara değil var olan yasaların uygulanmasına ihtiyacı var. 

Eğer amacınız kadınların güvenli, şiddetten uzak ve hayata eşit katılımını sağlamaksa çözüm kamusal alan yasakları değil; var olan 6284 sayılı yasanın uygulanmasını sağlamak, cezalarda iyi hal indirimleri vermemek, tecavüzcüleri, çocuk istismarcılarını, kadın katillerini af yasaları ile serbest bırakmamaktır. Tarikat yurtlarında ve devlet koruması altındaki çocukların şüpheli ölümlerini araştırmak suçluları teşhir edip, en ağır ceza ile cezalandırmaktır. 6284’ün dayanağı olan, bir gecede feshettiğiniz İstanbul sözleşmesini yeniden yürürlüğe koymaktır. 

İkincisi; Laiklik, kadın hak ve özgürlüklerinin temel güvencesidir. 

Siyasal İslam’ın dindar toplum yaratma hedefinin olmazsa olmaz koşulu kadınların hizaya çekilmesidir. Kimliğinin ayırt edici özelliği kadın ve toplumsal cinsiyet ilişkilerinde somutlanıyor. 

İktidarın kamusal alandaki içki yasağının kadınların güvenliği üzerinden tariflemesi, demokratik “anayasal laik hukuk” düzeni yerine İslami kurallara, söylem ve referanslara göre şekillenen bir yaşamı hayata geçirme hamleleri. Laik hukuk devletine saldırının cephelerinin genişletilmesi, “ustalık dönemi” çalışmaları. Bu sürecin ivmesini hızlandıran da ortakları Hizbullah uzantısı, şeriat özlemcisi HÜDA PAR. 

Konser, festival, müzik yasaklarının ardından kamusal alanda alkol kullanımı ile ilgili yasaklar kamusal alanın yeniden tasarlanması, büyük otoriter muhafazakâr hayalin parçası. Bu genelge “modern seküler hayat tarzına müdahale edeceğiz” demenin bir yolu olmanın yanında kamusal alanları; parkları, bahçeleri, sokakları, meydanları yani insanların bir araya gelip konuştukları, eğlendikleri, birlikte eyledikleri, hak aradıkları, karşılaştıkları alanlar olmaktan çıkarmak. 

AKP, Siyasal İslam söylemi ve “biyoiktidar politikaları” yolu ile kadın hakları ve bedeni üzerinden rejim inşasını sürdürüyor. Neoliberal sistem içinde kadınlar “anneler ve bakıcılar” olarak “güçlü aile” söyleminin içine hapsediliyor. 

Kadınlar açısından sürecin yaşamsal olması devam ediyor çünkü mayıs seçimi sonrası iktidara çok tehlikeli ortaklar girdi. Güçlenen gerici iktidar yapısının, aileyi güçlendirmek ve korumak türünden politikalar, toplumsal cinsiyet kimlikleri konusundaki yasakçı ve yok sayıcı tutumlar; doğrudan İslami referanslarla savunularak hükümetin yetkili ağızlarının ve medyadaki seslerinden anlaşılacağı üzere öncelikleri haline geldi. 

Bu politikaların “büyük aile ve büyük nüfus özlemi” otoriter faşizan eğilimlere de sesleniyor olması ise çok tehlikeli. 

HÜDA PAR’ın nihai hedefi şeriat devleti kurmak ve bu devleti şeriata dayalı bir anayasayla yönetmek. İktidarın seçimin hemen ardından anayasa değişikliğini yeniden gündeme getirmesi, nafaka hakkı tartışmaları, karma eğitime yönelik söylemleri, milli eğitim müfredatının dinsel ağırlıklı programı, ÇEDES projesi, devletin dinselleşme sürecinin daha da derinleşmesi için başka değişiklik taleplerin de bulunduğunun açık kanıtı. 

Bu süreçte kadınlara yönelik baskılar genel olarak tüm toplum üzerinde artan bir denetim ve otoriterleşmenin özel bir örneği olarak öne çıkıyor. Fakat karma eğitimi hedef alan eğitim alanında dinselleşme, gündelik yaşamın muhafazakâr değerler üzerinden denetimi, cinselliğe dair sansür ve gençlere yönelik baskılar gibi bir dizi fenomenle birlikte değerlendirilmesi gerekiyor. 

Artan otoriterleşme sürecinde hükümetin otoriter ve güvenlikçi politik yönelimini hizaya getirilmesi gerekenler ve tehdit altındaki düzen korkutmasıyla birlikte güçlenirken kadın düşmanlığının ve LGBTİ+’ların nefret öznesi haline gelmesi şaşırtıcı değil. 

Bu nedenle sadece iktidara odaklanan bakış açısından kaçınmalıyız. Tekil bir iktidar figürü ile karşı karşıya değiliz. İktidar figürleri giderek doğrudan ve kışkırtıcı biçimde kitlelerle buluşuyor. Bu faşizan seslenme biçiminin tehlikeli sonuçları konusunda uyanık olmalıyız. Ataerkil yapıyla da desteklenen bütüncül bir faşizan iktidar yapılanmasıyla karşı karşıya olduğumuzu görmeliyiz. 

Yerel seçimler yaklaşırken; kadın örgütleri, feministler ve toplumun tüm muhalif kesimleri ile otoriterleşmeye, güvenlikçi politikalar eşliğinde artacak saldırılara karşı, anayasal demokratik laik hukuk sistemine ve haklarımıza saldırı olan her alanda birlikte mücadele etmekten başka çıkış yolu görünmüyor.