Uludere (Roboski) Katliamını unutmayalım; hele Başbakan'ın özür bile dilemediğini, hiç mi hiç.
Kendisi demişti, "Kendi halkına silah doğrultan yönetim meşrûluğunu yitirmiştir" diye; ama kendisi “Ben SANA sen demiyorum” demiş adam: Kendisinde mantıkî ve ahlakî tutarlılık aramak boşuna zahmet.

‘At sahibine göre kişner’, boşuna dememişler; ama birisi kişnemeyi falan geride bırakıp, gemi iyice azıya almış: Ateist gençten kimseye hayır gelmezmiş.

Önce senin ne haddine insanların zihinsel tavırlarını aşağılamak, toptan kötülemek, onlara karşı nefret uyandırmak, onları hedef gösterip insanları kışkırtmak.

‘Adam’ milletvekiliymiş; milletin vekili değil, doğrudan doğruya reisinin adamı/ajanı; ama milletvekili maaşı alıp ayrıcalıklardan yararlanıyor ve yaptığı sadece ayıp değil, aynı zamanda linçe teşvik, kin yaratma, halkı bölüp iç savaşa sevk etme suçları; kısacası, bir kan-oburluk hezeyanıyla karşı karşıyayız.

Bu kan-oburlar  ’dindar insan yüksek ahlâk sahibi olur’ gibi bir iddia içindeler de: İnsan (can/hayat) ve zaman karşısında aşkınlığa sahip olduğuna inanılan bir varlık tarafından cezalandırılma korkusuyla yapılan en büyük iyilik bile, tamam iyiliktir ama, hiçbir etik değer taşımaz; zira etik, korku veya ödül beklentisinden bağımsız özgür öznelerin varlığını gerektirir. Ayrıca, yaşayan somut insana, cana kasteden en büyük kötülükleri bile meşrûlaştırmanın en garantili yolu da yine böyle bir aşkın varlığı kendine referansmış gibi göstermektir:  Yaratılanı yaratandan ötürü seven ile yine aynı yaratana dayanarak can alan arasındaki mesafe aynı bir fotografın arabıyla beyazı arasındakinden daha fazla değildir.

Bütün dindarlar kötüdür veya din insanları kötülüğe sevk eder demiyoruz; ama, insan izan ve vicdanı tarafından en kabûl edilemez kötülükleri meşrûlaştırma konusunda en elverişli, dolayısıyla en büyük sıklıkla  kendisine müracaat edilen düzenek, insan/hayat/can/zaman karşısında aşkınlığa sahip bir varlığı kendi referans noktasıymış gibi göstermektir.

Neyse,  Uludere’den bile utanmayanlara karşı ‘iyi’ duygularımızı ilelebet ayakta tutmak üzere şu mektubu hep birlikte okuyalım:

"İSTATİSTİK DEĞİL İNSANIM!"

Ben Salih Encü’yüm;

Roboskî‘de açıldı gözlerim yalan dünyaya.. Yedi nüfuslu bir aile idik..

Kaçağa gitmediğim zamanlar, yerim anamın dizinin dibiydi, gözbebeği idim ben onun. Fakat kader, ne yaparsın... İki ağabeyim okusun diye okulu bırakacak kadar yoksuldum..

Okulu bıraktım diye hayallerimi de bırakmadım elbette. Babam on dört yıl önce sakat kalmıştı mayına basarak... Ağabeylerim okusundu, babam yürüsündü, neyime yetmezdi bu kadarı!? Anlayacağınız onların umudu ben isem, benim de umudum onlardı...

Babamdan söz etmişken; arkadaşlarımın söylemeyi unuttuğu bir şeyi diyeyim size; Roboskî’de insanlar bombalardan ölmüyorlar sadece. Tek derdimiz yoksulluk da değil. Bir de mayınlar var öldüren, yaralayan, sakat bırakan...

Daha 18 yaşındaydım ben, ölmeden evvel..

O gece var ya… Kusura bakmayın, adını siz anın, ben demeyeyim."ı gece" dersem anlayın bundan sonra…

İşte o geceden bir gün önce, gözlerinin bebeği olduğum bırakmamıştı beni kaçağa. Küçükmüşüm, üşürmüşüm, askerler yaralarmış… Hele bir de öleceğimi bilecek olsa, gayrısını siz hesab edin...

Ah anam! Daha nasıl anlatayım sana, sınırın yollarından başka yol bırakılmadığını bizlere? Ömrümün sonuna kadar dizinin dibinde mesut olurdum, dünyanın onca gamı olmasa…

Bir sonraki gece, yani "o gece!", kararım karar! 37 arkadaşımın peşine düştüm. 38 bombaya doğru yol aldık birlikte. Arkadaşlarımın sözünü ettiği o aydınlığa birlikte yakalandık... Otuz sekiz biz, otuz sekiz katırımız, yetmiş altı can...

Çocuk aklı işte! Orhan ve Erkan katırların altına saklanmışlardı korkudan. Hayatınızda hiç bomba görmediniz mi, katırların altı sizi korur mu diyecektim! Ama hiçbirimize daha önce bomba çarpmamıştı ki! Ben dahil hiç birimize… Nereden bilecektik katırların bizleri bombadan koruyamayacağını…

Anamın gözbebeği yanarak öldü… Babamı aradı gözlerim.. Herkesin babası buradaydı, bir benim babam yoktu… Bir gün de okuldaki veli toplantısında olmuştu böyle... O gün de unutmuştum tıpkı bugün gibi... Benim babam tek ayaklıydı, onca yolu gelemezdi..

...

Belki kızacaksınız ama bir çift sözüm var;

Eğer beni öldüren bombalar ADALET’i de öldürmediyse,

ADALET talep ediyorum…

Herkesin hakkı değil mi Adalet?”