Emekçi kitlelerin siyasete dolaylı yollarla da olsa katılımının önünü açan modern cumhuriyetçi devlet biçiminin, sermaye yanlısı sınıfsal içeriği ile kapitalist devletin kendiliğinden bir uzantısı olmadığı açık.

Kapitalist devlet, modern cumhuriyet ve neoliberalizm

Pınar Bedirhanoğlu - Prof. Dr., Akademisyen

Türkiye Cumhuriyet’inin 100. yılı, bildiğimiz devletin temel niteliklerinin dünya genelinde sarsılmaya başladığı bir döneme denk geldi. Neoliberal dönüşümün, başından beri daha çok devlet odaklı sorgulandığı ülkemizde bu değişim, “durumun 12 Eylül’den bile kötü” olduğu vurgulanarak anlatılmaya çalışılıyor. Bu tarihsel örtüşme, 1990’lardaki 2. Cumhuriyet tartışmalarından sonra konuyu tekrar cumhuriyete getirdi ve dünya hâlâ otoriterleşme, neofaşizm, popülizm, aşırı sağın yükselişini tartışırken, –belki de, bu sorgulamaları çoktan fazlasıyla yaptığımız için– bizde İslamcılık, Osmanlıcılık, sultanlık referanslarını daha fazla içeren bir yeni cumhuriyet tartışması daha başladı. 

Ben bu kısa yazıda, devleti anlamak adına Türkiye’de biriktirdiğimiz bu insani açıdan yıkıcı, entelektüel açıdan olağanüstü zenginleştirici deneyime güvenerek sizleri, devletin modern cumhuriyetçi kurumsallığını kapitalizmin uzun dönemli tarihsel gelişimi içinde düşünmeye davet diyorum.1  Böylece, yaşanan küresel nitelikli dönüşümü 2008 krizi, finansal çalkantılar, iklim krizi, pandemi, göçmen krizi, yoksulluk, yolsuzluk, savaş ve işgallerle tanımlanan küresel çoklu kriz ortamını idare etmek için başvurulan siyasi stratejik bir yanıt olarak görmenin ötesine geçerek anlamaya başlayabiliriz. 

Kapitalist devleti Simon Clarke, artıdeğer sömürüsüne dayanan “sermaye ilişkisinin yeniden üretiminin bir ânı” olarak tanımlıyor ve sınıf-tarafsız görünümünün, devletin kapitalizm içinde aldığı yabancılaşmış siyasi biçimi olduğunu ileri sürüyor.2  Bu soyutlamayı basitleştirilerek şöyle açalım: Kapitalist sömürü ilişkisini kendisinden öncekilerden ayıran temel fark, kapitalizmde artıdeğere el konma ânının, tahakküm ilişkilerinden azadeymiş gibi görünen “kapitalist piyasa zoru” içinde gerçekleşmesi. Liberallerin kendisine doğallık atfettiği bu piyasa zorunun emek üzerinde kurulması, geniş emekçi kitlelerin geçimlerini sağlamalarına imkân verecek her türlü üretim aracından kopartılarak mülksüzleştirilmesi ve bu durumun sürekliliğinin sağlanmasıyla mümkün. Kapitalist sömürü ilişkisi içinde, aslında sınıfsal bir ilişki biçimi olan kapitalist devlete sınıf-tarafsız yabancılaşmış görünümünü kazandıran şey, devletin de kendisini aynı kapitalist piyasa zoru içinde, somut olarak para ihtiyacı etrafında, yeniden üretiyor olması. Kapitalist devlet, bu mülksüzleştirme sürecinde de kritik rol oynuyor, ancak bunun için başvurduğu “siyasi” zor pratikleri, sermayenin artıdeğere el koyduğu “iktisadi” piyasa zorundan ayrı olarak deneyimlendiği için, devletin sınıfsal içeriğinin gizlenmesi mümkün oluyor. 

Burada dikkat çektiğim şey, kapitalist devlete ilişkin yapılan bu soyutlamada devletin sınıf-tarafsız görünümünün demokrasi, parlamento ya da seçim gibi emekçi kitlelerin siyasete katılımını kurumsallaştıran herhangi bir dolayım vurgulanmadan, kapitalist piyasa zoruna referansla açıklanması. Yani, devlet kapitalist niteliğini, kapitalist üretim ilişkilerinin artıdeğer sömürüsüne dayanan sınıfsal içeriğini, değişen sermaye birikim koşulları ve bunun olmazsa olmazı krizler içinde sürekli olarak yeniden üreterek kazanıyor. 

Peki, kapitalist devlet, kapitalist piyasa rekabeti içinde kazandığı bu sınıf-tarafsız görünümü siyaseten güçlendirmekte önemli bir açılım sağlayan modern cumhuriyetçi biçimine nasıl kavuşuyor? Emekçi kitlelerin siyasete dolaylı yollarla da olsa katılımının önünü açan modern cumhuriyetçi devlet biçiminin, sermaye yanlısı sınıfsal içeriği ile kapitalist devletin kendiliğinden bir uzantısı olmadığı açık. Nitekim, kapitalizmin Batı Avrupa’da başlayan tarihsel gelişiminin en az 200 yıllık bir kısmında böyle bir devlet pratiği yok. Kapitalist devletin modern cumhuriyetçi bir nitelik kazanması yolunda ilk tarihsel kırılma, Fransız Devrimi’yle yaşanıyor. 1789 sonrası öfkeli emekçi sınıfların, o güne kadar sadece üst sınıflara açık olan siyaset alanına kalıcı olarak girme ve dahası burjuva cumhuriyeti radikalleştirmeye yönelik bugünlere uzanan uzun mücadelesi başlıyor. Aynı kırılma hâkim sınıfları, aşağıdan gelen bu baskıyı boşa çıkarmaya ve emekçi sınıfların siyasi kazanımlarını pasifize etmeye yönelik bir karşı mücadele içinde tanımlıyor. Avrupa’da 1830, 1848 Devrimleri, 1871 Paris Komünü, 1917 Bolşevik Devrimi’yle ve 1930’ların faşizm karşıtı sol-sosyalist mücadeleleri içinde sertleşerek devam eden bu süreçte, Batı’nın ortaya dökülen toplumsal eşitlik taleplerine karşı, yurttaşların sadece formel olarak kanun önünde eşitlendiği modern burjuva cumhuriyetçiliği kuvvetle sahiplenmesi 1945 sonrasının ulusal bağımsızlık mücadeleleri döneminde oluyor; “liberal demokrasi”nin tarihsizleştirilerek “cumhuriyet”e eşitlenmesi ve kapitalist devletin ideal biçimi olarak tanımlanmasının önü de böylece açılıyor.  

Sözün özü, kapitalist devletin üzerine bu uzun dönemli ve çelişkili modern cumhuriyetçi niteliği kazıyan, farklı coğrafyalarda, farklı kimlik ve konumlardan verilen emek mücadeleleri oldu. Emekçi sınıfların bu gücünün, 1973’te Şili’deki Pinochet diktatörlüğünden bu yana acı ve şiddetle eşliğinde elli yıldır uygulanan neoliberal politikalarla nasıl tarihsel olarak kırıldığı çok tartışıldı. Bugün krizde olan ve Güney ülkelerinden başlayarak çözülmeye başlayan, tam da emeğin kırılan gücü nedeniyle, kapitalist devletin modern cumhuriyetçi niteliği. Bu gidişatın tersine çevrilmesinin yolu ise, emeğin tekrar güçlenmesinden geçiyor. 

1 Bu tartışmayı, “Demokrasi Nereye: Neoliberalizm Döneminde Demokrasi-Cumhuriyet Bağının Kopuşu” başlıklı makalede farklı bir çerçeve içinde Cenk Saraçoğlu ile birlikte de yaptık. Makale için, bkz. Menderes Çınar (der.) Demokrasi: Kavram, Kurum, Süreç (İletişim Yayınları, 2023). 

2 Clarke’ın devlet kuramının ayrıntılı bir tartışması için, bkz. Pınar Bedirhanoğlu (2023) “Kapitalizm-Demokrasi İlişkisini Simon Clarke’ın Marksist Devlet Kuramı Üzerinden Düşünmek”, Can Cemgil ve Ömer Turan (der.) Kapitalizm ve Demokrasi: Bir Zıtlığın Anatomisi, Metis, 159-77.