Hegel’in çok alıntılanan bir cümlesidir: “Minerva’nın baykuşu akşamın alacakaranlığında uçar.” Yani bir dönemi ancak her şey olup bittikten sonra, yani döneme mesafemiz arttıkça daha...

Hegel’in çok alıntılanan bir cümlesidir: “Minerva’nın baykuşu akşamın alacakaranlığında uçar.” Yani bir dönemi ancak her şey olup bittikten sonra, yani döneme mesafemiz arttıkça daha iyi anlayabiliriz. Dünyanın en ‘parlak’ ve ‘neşeli’ on yılı olan 90’lı yıllardan uzaklaştıkça, 80’li yıllarda başlayan neoliberal yıkımın çıplaklığını daha net görüyoruz. 2001 sonrası dünya, 90’lı yılların medya ve yeni bir orta sınıf tarafından palazlandırılan iyimserliğini taşımıyor artık.

90’lı yıllarda çok kültürlü, kimliklerin, tüketimin ve borsaların parıltısının altında gizlenen yoksulluk, bugün kapitalist kurumların bile inkâr edemediği bir çıplaklıkla ve daha da derinleşerek önümüzde duruyor. Artık şunu net bir şekilde görebiliyoruz: Dünyanın en iyimser dönemlerinden biri olarak tanımlanan, hatta yoksullukla dalga geçilen “yükselen 90’lar”, dünya tarihinde yoksulluğun en çok arttığı bir dönemde olmuştur. Ama ironik bir yeni orta sınıfın ve medyanın gizlediği bir yoksulluk.

Oysa artık farklı bir döneme girdik. Bugün bir işadamı bir CEO’ya Marx’ı yeniden düşünmeyi tavsiye edebiliyor. Marx geri dönüyor! Geçmişte repolu, dolarlı söylemleriyle şirketlere ve küreselleşmeye övgüler düzen köşe yazarları, bugün sınıftan, sömürüden ve emperyalizmden söz edebiliyor. Sınıf ve iktisat geri dönüyor ama başka türlü bir iktisat. 90’lı yıllarda cüretli bir hazcılıkla yeni orta sınıfa cinsellik ve tüketim stratejileri veren gusto uzmanı yazarlar, bugün Marksist terminolojiyle Bonapartizm analizleri yapıyor. Yoksulluk ‘ansızın’ tekrar keşfediliyor

Geçtiğimiz haftalarda gazetelere düşen bir trajik bir haber, içine girdiğimiz yeni dönemin çarpıcı bir örneğini oluşturdu. Banker Kastelli adıyla anılan Cevher Özden yaşadığı ekonomik krizden dolayı intihar etmişti. Bu batık bir işadamının ötesinde bir anlam taşıyordu. Kastelli 80’li yıllarda ülkemizde başlayan neoliberal sürecin önemli bir imgesiydi. Paradan para kazanmanın umudu olan ‘Faize Hücum’un ilk imgesi. Güvenli Adımlar sloganı, Cüneyt Arkın gibi ünlü yüzleri kullandığı reklamları ile Banker Kastelli, Özal’ın köşeyi dönme vaadiyle tavlamaya çalıştığı orta direği yeni yollara alıştırıyordu; geçmişin mahalle tefecisinden çok daha karmaşık enstrümanları kullanan yöntemlerle.

Banker Kastelli, 1982’ye kadar 550 bin kişiden 2.5 milyar dolar topladı. Halkın vadesi gelen anapara ve borçlarını ödeyemeyince yurtdışına kaçtı. Elleri kelepçeli Türkiye’ye getirildi, davası 8.5 yıl sürdü. Daha sonra aklandı. Kastelli 90’lı yıllarda ülkemizde sayıları artacak bir profilin ilk deklarasyonuydu.

Cüretli, gösterişli, medyatik, kendini sanayi, imalat üzerinden değil, sadece finansal enstrümanlar üzerinden tanımlayan yeni bir işadamı tipinin gösterişli bir örneği. Dönemin ünlü mizah dergisi Gırgır’ın vazgeçilmez konularından biriydi. Kastelli’yi neşeli 90’lı yıllarda, aynı işi yapan finans kurumların yanında, üçkâğıtçı olarak adlandırılarak, onların güvenirliliğini perçinleyen mızmız bir ihtiyar olarak gördük sadece. Kastelli artık yok ama 80’li yıllarda girilen acımasız bir dünyanın düşündürücü ‘fırsatçı’ bir imgesi bir hayaleti olarak var olmaya devam edecek. Hatta bazen şunu söylemek bile istiyor insan: Kapitalistlere acıdığımız için de kapitalizmi ortadan kaldırmak gerekiyor!