1950’li yıllarda kurulan bir sistem, “Kazançları tehlikeye giren” Batılı şirketlerin, Güneyli ülkeleri dava edebilmelerine olanak tanıyor. Fosil yakıt şirketleri bu sistemi, iklim değişikliğiyle mücadele etmeye çalışan ülkelere karşı kullanıyorlar.

Kapitalizm ve iklim mücadelesi savaşı
Brüksel’deki AB Konseyi binası önünde Enerji Yönetmeliği Anlaşması’nı protesto eden göstericiler. (Fotoğraf: Climate Action Network)

Nick DEARDEN

İngiliz hükümeti iklim değişikliği konusunu siyasi ayak oyunlarına alet etse de önümüzdeki gerçekler açık: İklim değişikliği ile mücadele şart. Bu yüzden tüm gelgitlere rağmen İngiliz hükümeti iklim değişikliği açısından oldukça problemli olan Enerji Yönetmeliği Anlaşması’ndan ayrılacağını nihayet duyurdu.

Eski dönemlerden kalma bu anlaşma, Sovyet ülkelerinde faaliyet yürüten Batılı ülkelerin çıkarlarını korumak üzere tasarlanmıştı. Mekanizmanın merkezinde Yatırımcı-Devlet Uyuşmazlık Çözümü (kısaca “ISDS”) denen tahkim mekanizması yer alıyor. Bir ülkede yönetmeliklerin değiştirilmesi halinde şirketler ve yatırımcılar, doğrudan devletleri dava edebiliyorlardı.

ISDS ile ilgili maddeler uluslararası sözleşmelerde on yıllardır yer alıyor. Bu mekanizmanın ilk hayalini kuranlar ise 1950’li yılların petrol şirketleri ve finansörleriydi. Uluslararası sistemde emperyal ilişkiler yıkılırken, şirket yöneticileri iktidara gelen bağımsız hükümetlerden nasıl “korunacaklarını” düşünüyorlardı. 1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği çöktü ve Batılı şirketlerin önüne bir anda dev fırsatlar çıktı. Fakat şirketler kurulacak yeni hükümetlerin şirket faaliyetlerine “mesafeli” yaklaşması riskini almak istemiyorlardı. Enerji Yönetmeliği Anlaşması bu riski ortadan kaldırmak ve devletleri ileriye dönük sorumlu tutma üzerine kurgulanmıştı.

Tabii Batılı ülkeler bir gün bu yasal mekanizmaların kendilerine karşı kullanılabileceğini hesap etmiyorlardı.

2000’li yılllara geldiğimizde şirketler, karşılarındaki başlıca tehdidin petrol kuyularına çökecek yerel hükümetler değil, Avrupa’da hız kazanan iklim değişikliği ile mücadele hareketi olduğunu fark ettiler. Şirket avukatları, Enerji Yönetmeliği Anlaşması çerçevesinde ne tür hadiselerin dava konusu yapılabileceğini harıl harıl çalıştılar. Çevresel kirliliği iyileştirmeye ve fosil yakıt keşif faaliyetlerini azaltmaya çalışan ülkeler tekrar tekrar dava edildi. Alman kömür şirketleri yeni kömür yönetmelikleri yüzünden Hollanda’yı dava etti. Slovenya kaya gazı alanında, Danimarka ise petrol geliri vergileri dolayısıyla dava edildi.

Dahası, şirketler yalnızca yaptıkları yatırımların maliyetlerini dayanak göstererek tazminat talebinde bulunmuyor, “gelecek kazançlarını” da gerekçe göstererek ülkeleri tekrar tekrar dava ediyorlardı.  Rockhopper isimli ingiliz şirket, Adriyatik açıklarında petrol çıkarılmasını protesto eden eylemlerin ardından İtalya hükümetini dava etmişti. Talep edilen 350 milyon dolarlık tazminat, bölgede petrol çıkarmak isteyen Rockhopper şirketinin yaptığı yatırımın yedi katıydı.

Bu tür davaların birçoğu eylemler ve kampanyalara cevaben yapıcı kararlar alan hükümetleri “cezalandırma” davalarına benzer oldular. Hükümetlerin “yabancı sermayenin çıkarlarını korumak için eylemleri bastırmaması” gerekçesiyle açılan davalar dahi oldu. Dolayısıyla eylemlerin asıl nesnesinin zamanla Enerji Yönetmeliği Anlaşması haline gelmesine şaşırmamalı.

Farklı siyasi görüşlerden siyasetçiler de anlaşmanın varlığını giderek yadırgar oldular ve ülkelerin egemenliğini böyle derinden tehdit eden anlaşma karşısında adeta şaşkına döndüler. 2023 yılına gelindiğinde İtalya, Fransa, Almanya ve Hollanda anlamadan çıkacaklarını duyurdular. Fakat halen bir sorun vardı. Anlaşmanın maddeleri arasında 20 senelik “günbatımı” süresi vardı. Yani anlaşmadan bugün ayrılan bir ülkeye karşı 20 sene daha dava açılabilecekti. Bu maddenin geçerliliğinin iptal edilmesi için AB ölçeğinde bir mücadele başladı. Hükümetler anlaşmayı hep birlikte, koordinasyon içinde terk ettikleri ve en azından birbirlerine dava açmamayı taahhüt ettikleri takdirde başarılı olabileceklerini anladılar.

AB üyesi olmayan İngiltere ise konuya farklı yaklaşıyordu. Modası geçmiş “piyasa en iyisini bilir” yaklaşımlarına halen itibar eden ve ülkenin ekonomik güçlerini uçsuz bucaksız ticaret görüşmeleriyle çözebileceğine inanan İngiliz hükümeti bu konuda ayak diredi. Belki de Avrupa’da “yatırımcılarını koruyan son hale” olarak daha da fazla fosil yakıt yatırımı çekebileceğini hesap ediyordu.

İngiltere bir kez daha eğrinin gerisinde kalıyor. Şirketler ve bilhassa fosil yakıt üreticisi şirketler ve finansörleri, halen Enerji Yönetmeliği Anlaşması’nı destekliyorlar. Bazı iş kesimleri ise İngiliz hükümetinin “bırakınız yapsınlar” yaklaşımının ülkenin rekabet gücünü olumsuz etkilediğini görüyorlar.

AB ülkeleri anlaşmadan çıkarken İngiltere’nin yeşil dönüşüm yolunda karşılaştığı engeller imalat sendikalarını, iş kesimlerini ve hatta muhafazakar milletvekillerini dahi endişelendirir oldu. Hükümete dört koldan baskı yapmaya koyuldular ve nihayet geçtiğimiz yıl hiçbir şey yapmamanın maliyetinin fazlasıyla büyük olduğuna hükümeti ikna ettiler.

İngiltere’nin anlaşmadan çıkma kararını almasında belirleyici olan bileşenlerden biri de iklim değişikliği ile mücadele hareketi tarafından örgütlenen kampanyalardı.

Her şeyden öte, iklim değişikliği tartışmaları eksen değiştirdi, netlik kazandı. Artık en azından radikal ekonomik dönüşüme ihtiyaç duyduğunuzu seslendirecek bir zemin var. Geçtiğimiz haftanın zaferi, bu yönde bir ilerlemeydi.

Çeviren: Fatih Kıyman

Kaynak: Tribune Mag (Kısaltılarak Çevrilmiştir)