Kara paranın gölgesinde

Sadık Çelik - sadikcelik.gorus@gmail.com

Toplumumuzun üzerine, gökyüzünde asılı kalmış ağır bulutlar gibi çöken bir karanlık var: Kara para aklamanın, yasadışı bahislerin ve görgüsüz lüksün pençesinde debelenen bir düzen.  

Bu karanlığın kökenleri insanlık tarihinin ilk günlerine, hatta dinin ve aklın çatışma alanına kadar uzanır. Aslında insanlık, tarih boyunca bir biçimde bu karanlıkla birlikte yürümüştür. Ahlaklı ve dürüst olmanın “mükâfatlandırıldığı” tektanrılı dinler de insandaki bu bencil karanlığa çare olamamıştır.  

Çiğ ve ham olan başlangıç, olması gerektiği gibi olgunlaşamamıştır.  

Mevzubahis çatışma alanlarının ve karanlığın bir yansıması olarak son 20 küsür yılda yaşanan değersizleştirme süreci, hem ekonomik hem de sosyal anlamda Cumhuriyet kurumlarımızın temel işlevlerini ve toplumdaki saygınlığını erozyona uğrattı.  

Bugün geldiğimiz noktada, eğitimden sağlığa, adalete kadar pek çok alanda bu erozyonun etkilerini görebiliyoruz. Bilhassa da toplumların ve yönetenlerin sefaletinde…  

Reza Zarrab olayları, Tosuncuk’un Çiftlik Bank skandalı, Sarallar, Polatlar, fenomenler, Youtuberlar, TikTokçular, lüks yaşam, gösteriş... Bu kelimeler, söz konusu erozyonun sadece yüzeydeki belirtilerine karşılık geliyor. Tedavi edilmemiş bir yaranın kaçınılmaz iltihabı gibi, düzenin derinlerdeki hastalığını ve çarpıklığını açığa çıkarıyor. 

Sadece ekrana çıkan yüzlerin şeytanlaştırılması, aslında sistemle alakalı esas sorunların üzerini örtüyor.  

Halbuki daha derinlerde; abartılı bireycilik, etik yoksunluğu, kısa yoldan zengin olma arzusu/hırsı ve insanın metalaştırılması gibi problemler yatıyor 

Z kuşağı, bu yapısal sorunların en belirgin temsilcilerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu neslin toplum karşısındaki tutumu, bir tür “güç gösterisi" ve kendi varlıklarını ifade etme çabası olarak yorumlanabilir. Ancak, bu çaba, toplumun genel değer yargıları, emek ve etik olan ile uyumlu öneriler sunmaktan oldukça uzaktır. Z kuşağı, kendine özgü bir statü ve güç şemsiyesi tanımlarken ve (zaman zaman takdir edilesi) bir muhalif duruş sergilerken, daha yüce ve evrensel ahlak değerlerine dayanan yaşam biçimleri geliştirmekten kaçınıyor. Böylece etik yoksunluğu bir çığ gibi katlanarak büyüyor.  

Bir yandan ekranlarda parıldayan hayatların cazibesine kapılan milyonlar, diğer yandan kara para aklama, naylon fatura, uyuşturucu ticareti gibi karanlık işlerin göz ardı edilen perde arkası… 

Piyasaların serbestçe ve vahşice işlemesinin ve bireysel girişimcilikten gelen özgürlüğün, toplumsal refah ve ilerleme için en etkili yol olduğu savunuluyor. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, piyasa mekanizmaları ve bireysel çıkarlar, genellikle toplumsal ve ahlaki değerlerin üzerinde daha baskın bir rol oynuyor. Bu noktada liyakata ise genellikle söz hakkı tanınmıyor.  

Bu durum, Türkiye’de örneğin Kamu İhale Kurumu’nun işleyişinde net bir şekilde görülmektedir. AK Parti hükümeti döneminde, ihale süreçleri neredeyse tamamen adrese teslim hale gelmiş, yönetmelikler ve uygulamalar, "adil ve şeffaf olmak” gibi temel amaçlarından sapmıştır. Fırsat eşitliği ve liyakat, bu süreçte bütünüyle unutulmuştur.  

Sonuç olarak, bireylerin, şirketlerin ve iktidarların kendi çıkarlarını maksimize etme eğilimleri, genellikle toplumun genel iyiliğinden veya ortak ahlaki değerlerden daha önemli hale geliyor. Bu durum, toplumsal eşitlik, adalet ve ahlaki sorumluluk gibi konuların göz ardı edilmesine yol açabiliyor.  

Bu kapsamda, kripto paraların yükselişi veya örneğin Twitch platformu gibi yeni medya kanallarının popülaritesi, bu çarpık düzenin yeni yüzlerini temsil ediyor. Kripto paralar, düzenlenmemiş bir piyasa olarak, kara para aklama ve yasadışı faaliyetler için yeni bir alan sunarken, Twitch ve benzeri platformlar, bireysel zenginlik ve şöhret peşinde koşmanın yeni yollarını açıyor. Bu platformlar, gençler arasında hızla popüler hale gelirken, onlara anlık şöhret ve kolay kazanç vaat ediyor.  

Borsa İstanbul da bu eğilimin bir başka yüzü olarak karşımıza çıkıyor. Borsa İstanbul’da oyuncu sayısının 8 milyonu aşması, bu alana olan ilginin arttığını gösteriyor.  

Günümüzde borsa, araçsallaştırılmıştır. Manipülatörlerin elinde oynanan, kısa vadeli kazanç sağlama amacıyla kullanılan bir alan haline dönüşmüştür. Lise öğrencilerden ev kadınlarına kadar geniş bir yurttaş kitlesine sahip olmuştur. Öyle ki, Borsa İstanbul’da 100 ile 5 bin TL arasında yatırım yapanların sayısı 1,5 milyonu geçtiği bildiriliyor. Yaşları 18 ile 20 arasında değişen gençler, babalarından aldıkları harçlıkları birleştirerek küçük fonlar oluşturuyor ve halka arz olacak şirketlerin peşine düşüyorlar. 

Artan yatırımcı sayısı, özellikle deneyimsiz küçük yatırımcılar için sağlıksız bir ortam yaratıyor. 

Bu hassas düzenin bu şekilde devam etmemesi durumunda gün gelir tüm bu insanlar tüm varlıklarını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabilirler.  

Borsa, aslında günlük veya haftalık girilip çıkılan bir fırsat alanı değil, uzun vadeli getiri sağlayacak finansal bir araç olarak görülmelidir. 

Borsa yasal bir kumarhane anlayışına dönüştürülmemelidir! 

Sonuç olarak, kumarhanelerden uyuşturucuya, çetecilikten kara para aklamaya ve ekonomik çöküşe, hatta borsasından kamu ihalelerine kadar uzanan geniş ve problemli bir alan… Tüm bunların arkasında yatan katman katman bir hukuksuzluk… Ve bu karmaşık ve sarsıcı manzara, aslında hukukun üstünlüğünün ne denli hayati olduğunun çarpıcı bir göstergesi.  

Çünkü hukuk varsa, iktisadi güvenlik ve adalet de olur. Bu düzensizlik ve kaos sarmalı, hukuksuzluğun doğrudan bir sonucudur.  

Kapitalist sistemler, hukukun sağladığı düzen ve güven üzerine inşa edilmiştir. Bizde yaşananların ise bu temel ilkenin ihlali sonucu ortaya çıktığı açıktır.  

Hukuk sadece bir ideal değildir, toplumsal ve ekonomik istikrarın temel taşıdır. Hukukun yokluğu, yalnızca adaletsizlik ve eşitsizlik yaratmakla kalmaz, aynı zamanda ekonomik kırılganlığı da beraberinde getirir. Bu nedenle, hukukun üstünlüğünü yeniden tesis etmek, sadece yasal bir zorunluluk değil, aynı zamanda toplumsal ve ekonomik bir iyileşmenin de anahtarıdır. 

Son tahlilde Cumhuriyetin kurumlarının hal-i pür melali. Etik ve ahlak yoksunluğu, ülkemize özgü ve kerameti kendinden menkul bir vahşi piyasa düzeninin yarattığı bireycilik krizi, liyakatsizlik, hukuksuzluk ve Cumhuriyetimizin kurumlarının içindeki hazin çürüme… Hepsi iç içe. 

İnsanın değeri yalnızca maddi zenginlikle ölçülüyor. İnsanlar, sadece sahip olduklarıyla tanımlanıyor, emeksiz ve kolay yoldan elde edilen zenginlik ve statüyle övünüyor. Kişisel başarı ve haysiyetin, yalnızca finansal kazançlarla ölçüldüğü bir dünyaya doğru sürükleniyoruz. 

Toplumun en savunmasız kesimlerini derin bir yoksulluğa iten enflasyon da bahsi geçen çürümeyi hızlandırıyor. Fiyatların hızla yükselmesi ve alım gücünün azalması, milyonlarca insanı ekonomik çaresizliğe sürüklüyor. Bu kriz, sadece maddi zorluklar yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda toplumsal huzursuzluğu ve eşitsizlikleri de derinleştiriyor. Zihinsel, duygusal ve nihayet toplumsal çürümenin önünü iyice açıyor.  

Mevcut düzenin eleştirisi, aynı zamanda bir uyanış çağrısıdır. Toplum olarak, bireysel çıkarların toplumsal değerlerden daha önemli hale gelmesine izin vermemeliyiz. Söz konusu yozlaşmış düzeni reddetmeli, etik, ahlak ve hukuku yeniden merkeze alabilmeliyiz.  Hem ekonomide ve hem de siyasette! 

Yalnızca bu bilinç ve cesaret ile hem fertler hem de toplum olarak, adil ve onurlu bir geleceğe doğru, kararlı adımlarla ilerleyebiliriz.