Bu bir Pazar yazısı..Biraz oradan,biraz buradan bir tatil gününün dağınıklığını içeriyor bir ölçüde. Sabahtan gazetelere göz atıyorum. Milliyet gazetesinde Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun...

Bu bir Pazar yazısı..Biraz oradan,biraz buradan bir tatil gününün dağınıklığını içeriyor bir ölçüde. Sabahtan gazetelere göz atıyorum. Milliyet gazetesinde Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun metni yine gündemde. Bakan M.Ali Şahin’in açıklaması daha öncede Başbakan’ın ağzından sık sık duyduğumuz “her kes işine baksın,siyaset bizim işimiz.” yollu benzer söylemiyle çakışan türde. Ne diyor Şahin;”hakim ve savcıların maaşlarını 1.5 yıl önce yüzde 40 arttırdık. Kendilerinden bu millet adına beklentimiz şudur: Adaletten ayrılmayın. Günlük siyasi çekişmelerin arasında olmayın. Bunlarla uğraşmayın.”

Kenel Burridge, “parayı tutmak, parayı düşünmek, para tarafından ‘düşünülmek’ ve kısıtlanmak, sıkı ikili ilişkilerin niteliğine zarar verir ve kişinin kendine diğer üniter varlıklara uzanmış üniter bir varlık olarak algılamasına olanak tanır.” derken sanki, besleme anlayışından öte bir söylem içinde olmayan/olamayan üniter varlıklara işaret ediyor gibi…

Aynı gazetenin “işte Sakarya raporu” başlıklı manşetinde İçişleri müfettişlerinin Sakarya’da bir süre önce yaşanan faşist saldırıya ilişkin Sakarya’da düzenlenen DTP gecesinin önemli tahrik unsuru içerdiğini belirten raporlarından söz ediyor. Yine aynı gazetenin ekinde başta o raporu hazırlayan müfettişler olmak üzere topluma bir ileti ise kendisi ile yapılan söyleşide Ece Temelkuran’dan: “Öyle bir ev tarif edelim ki ne “vatansever”olarak içine hapsolmak zorunda kalalım ne de “hain” olarak dışına atılalım. Böyle bir ev tarifi için düşünüyorum ben. Böyle bir ülke ve aidiyet tarifi.”

Milliyeti bir kenara koyuyor Birgün’ün sayfalarına dönüyorum. Bir anma duyurusu: “Ankara Dal’da işkence ile öldürülen Behçet Dinlerer’i anıyoruz.” Pazar öğle sonrasında oradayım. Her yıl yitirdiğimiz bir devrimci yoldaşımızın nezdinde tüm değerlerimizi anıyoruz. Bu yılda Behçet’i konuşurken aynı zamanda onları konuşacağız ve anacağız.. Duyuruda da sözü edildiği gibi Behçet 12 eylülün yoğun işkence günlerinde 31 aralık 1980’de katledilmişti. 1954 yılında doğan Behçet Dinlerer ODTÜ-DER ve Ankara Yüksek Öğrenim Derneği AYÖD’de yer almıştı. 1975 yılında Devrimci Gençlik Dergisi’nin ilk çalışanlarından biri olarak tanıtıldı yansılarda. Adana ve Çukurova bölgesindeki çalışmalarından söz etti yakın arkadaşları.. Bu gün ücret talebine yönelik grevlere bile zor bela gidilebilirken o günlerde dayanışma grevlerinin, demokrasi taleplerine yönelik grevlerin ne kadar çoşku ile ve sıklıkla yapıldığından da söz edildi anmada. O Günlerde yaşamını devrimci harekete adamış olanların ailelerine ne kadar az zaman ayırabildiğini bir kez daha anımsamış olduk.Behçet yeni doğan oğlunu ancak yaralanması sayesinde görebiliyordu. Ve ağabeyi “sizler onu bizden daha iyi tanıyorsunuz” derken ne kadar özverili  bir yaşam sürdürüldüğünü vurguluyordu aynı zamanda. Anmada Sezai Berber’de “yası tutulmayan ve kendini tekrarlayan travma;12 eylül ve işkenceler.” adlı bir sunum yaptı.Sunumunda “artık konuşalım. Semboller geliştirelim. Anıtlar yapalım” çağrısında da bulundu. Semboller derken anmada kulislerde yer yer dile getirilen ve kimi söyleşilerimde bana yöneltilen “gelenek” meselesindeki bir yanılsamaya vurgu yapmak isterim. Severek okuduğum yazarlardan Thomas Bernhard’ın aynı adlı kitabında “ses taklitçisi “ bölümünde,bir toplantıda davet ettikleri ses taklitçisinden daha önceki gösterilerin dışında özel bir gösteri istediklerini yazıyor. Ve devamla;”gerçektende farklı bir gösteri oldu” diyor. “Hatta başka isteklerde de bulunduk, ses taklitçisi bunları seve seve yerine getirdi. Ama biz sonunda kendi sesini taklit etmesini istediğimizde, bunu yapamadığını söyledi.” İşte aksini düşünenler için “gelenek” meselesindeki yanılsama da budur. Hiç kimse,hiçbir şey kendini taklit edemez.

Birgün’ün kitap ekini Pazar sabahı okuyabildim. Günün tesadüfü kitap ekinde Behçet Dinlerer’in eşi Ayşegül Devecioğlu’nun “Ağlayan Dağ,Susan Nehir” adlı romanının Orhan Kemal Roman Armağanı’na değer görüldüğü haberi idi. Ayşegül Devecioğlu “hikayemi gerçeğe teslim etmek değil, hikayemle gerçeği teslim almak niyetindeyim” deyip Romanları romanını yazmış. Çingenelere dair epik bir anlatı diyor Birgün roman için. Ve Birgün’ün Zir-i Zemin sayfasında bir çingene müzisyenin yapıtları tanıtılıyor. Romanların usta klarnetçisi Deli Selim. Deli Selim’in yazıp bestelediği bir şarkı sayfaya başlık olmuş: “Dey be sazan balığı dey. “Şarkı karakuzuyu satıp sazan balığı alan ve onu gütmeye çalışan bir karakteri anlatıyor. Ne ilginç değil mi? Kimi sol siyasi partilerde bu karekterlere sıkça rastlıyor olmamız. Özellikle şu içinden bulunduğumuz günlerde “çatı partisi” söylemleri ile bir tuhaf ufka yelken açılmakta iken bu şarkıyı bir dinlemekte yarar yok mu sizce?