Marx hayatı boyunca uluslararası politikadaki önemli gelişmeleri takip etmişti ve yazmalarından, mektuplarından da görebileceğimiz üzere 1880’lerde İngilizlerin Mısır ve Hindistan’daki sömürgeci zulmüne de Cezayir’de Fransız kolonyalizmine de karşı duruşunu açıkça ifade etmişti. Ne Avrupa merkezciydi ne de yalnızca sınıf mücadelesine odaklanmıştı.

Karl Marx: Arap halkının kurtuluşundan yana bir anti-kolonyalist

Marcello Musto - Akademisyen

Cezayir’de yaşadığı dönemde, Marx Fransızların istismarlarını, sürdürdükleri provokatif eylemleri, utanmaz kibirlerini ve yerli Arap nüfusun her başkaldırısına karşı intikam alma takıntılarını öfkeyle eleştiriyordu. 

“Burada polis tarafından, Arapları ‘itirafa’ zorlamak için aynı İngilizlerin Hindistan’da uyguladığı gibi bir şiddet uygulanıyor.”  

“Sömürgecilerin amacı her zaman aynı: yerel kolektif mülkiyeti yok etmek ve onu bedavaya elde ederek satabilecekleri bir nesneye dönüştürmek.” 

Marx’ın Mağripte ne işi vardı? 

1882 yılının kışında, ömrünün son yılında Marx ağır bir bronşite yakalanmış, doktoru, sıcak bir bölgede dinlenmesini tembih etmişti. Cebelitarık imkân dışıydı çünkü Marx’ın bölgeye girebilmek için pasaporta ihtiyacı vardı ve yurtsuz biri olarak böyle bir imkâna da sahip değildi. Bismarck imparatorluğu karla kaplı olmasının yanında Marx’a kapılarını kapatmıştı, İtalya ihtimalini ise Engels’in şu sözleri özetliyordu: “Tedavi sürecindeki bir hastanın gözetmesi gereken ilk şartlardan biri herhangi bir şekilde polis şiddetinden uzakta olmaktır.” 

Marx’ın damadı Paul Lafargue ve Engels hastayı kışın soğuğundan kaçılabilecek bir yer olarak İngilizlerin çokça övdüğü Cezayir’e gitmeye ikna etmişti. Kızı Eleanor’un daha sonra hatırlatacağı üzere, Marx’ı bu olağandışı geziye iten en önemli sebep ise Kapital’i tamamlamaktı.  

İngiltere ve Fransa’yı trenle, ardından Akdeniz’i ise tekneyle geçti. Cezayir’de geçirdiği 72 gün, Marx’ın hayatında Avrupa dışında geçirdiği tek vakit oldu. Fakat günler geçtikçe, Marx’ın sağlığı düzelmedi. Çektiği acı da yalnızca fiziksel değildi. Eşinin ölümünden sonra çok yalnız kalmış, Engels’e “büyük Don Kişot gibi, derin melankoli atakları” yaşadığını yazmıştı. Ayrıca sağlık sorunları sebebiyle yoğun entelektüel hareketlilikten de uzak kalmıştı. 

Fransız Sömürgecileri Tarafından Özel Mülkiyetle Tanışmanın Etkisi 

Pek çok talihsiz gelişme, Marx’ın Cezayir hakikatinin temeline vâkıf olabilmesinin önüne geçmişti ki zaten –birkaç sene önce yoğun ilgisini çeken bir konu olarak– Arapların komünal mülkiyet biçimleri üzerine çalışabilmesinin imkânı da yoktu. 1879’da Marx Rus sosyolog Maksim Kovalevski’nin Komünal Toprak Sahipliği: Sebepleri, Gelişimi ve Gerileyişinin Sonuçları kitabından kimi kısımları not defterine geçiriyordu. Kopya ettikleri, Cezayir’de Fransız sömürgecilerin gelişinden önce kamu mülkiyetine ve sonrasında yaşanan değişimlere dairdi. Marx, Kovalevski’den şu cümleleri defterine almıştı: “Özel toprak sahipliğinin düzenlenmesi –Fransız burjuvasının gözünde– siyasal ve toplumsal düzlemlerde ilerlemenin esas koşuluydu” komünist eğilimleri akla getirebilecek biçimler, hem koloni hem anavatan için tehdit unsuruydu.” Marx’ın ilgisini çeken bir başka analiz “Fransızlar oldukları tüm rejimlerde toprak sahipliğinin yerlilerden sömürgecilere geçişinin peşindeydi. (…) Sömürgecilerin amacı her zaman aynıydı: Yerel kolektif mülkiyeti yok etmek ve onu bedavaya elde ederek satabilecekleri bir nesneye dönüştürmek, bu sayede son aşamada Fransız sömürgecilerinin ele geçirebilmesini kolaylaştırmıştı.” 

Cezayir’e dair kanun düzenlemesi, sol cumhuriyetçi Jules Warnier tarafından önerilmiş ve 1873’te onaylanmıştı, Marx Kovalevski’nin iddiasını destekleyerek bu yasanın tek amacının “Yerli nüfusa ait toprağın Avrupalı sömürgeciler ve vurguncular tarafından gasp edilmesi” olduğunu söyleyecekti. Fransızların yüzsüzlüğü ya “doğrudan hırsızlığa” kadar varıyor ya da yerlilerin kullanımına açık olan tüm boş arazilerin “hükümet mülküne” dönüştürülmesi olarak gerçekleşiyordu. Bu süreç bir başka önemli sonucu hayata geçirebilmek için de tasarlanmıştı: Yerli nüfusun direnme tehlikesinin önüne geçebilmek. Yeniden, Kovalevski’nin sözlerini Marx defterine geçiriyordu: “özel mülkiyetin kuruluşu ve Avrupalı sömürgecilerin Arap aşiretlerinin içerisine yerleşmesi, aşiretlerin birlikteliğinin dağılması sürecini hızlandırabilmek için en önemli imkândı. (…) Arapları mülksüzleştirmeyi hedefleyen yasanın iki amacı vardı: 1) Fransızların mümkün olabilecek en fazla toprağa sahip olması ve 2) Güç alabildikleri son damar olan toprakla doğal bağlarının yok edilmesi ve bu sayede aşiretler arasındaki birliğin çözülmesi ile herhangi bir isyan tehdidinin ortadan kaldırılması.” 

Marx toprak sahipliğinin bu biçimde özelleştirilmesinin işgalciler açısından yalnızca önemli ekonomik getirileri olmadığını aynı zamanda siyasal bir hedefi de yerine getirdiğini ekler: Bu toplumun temellerini yok edebilmek. 

Arap Dünyasındaki Etkileri 

1882’nin Şubat’ında Marx Cezayir’deyken yerel The News gazetesinde yeni kurulan sistemin adaletsizliklerini belgeleyen bir makale yayınlanır. Teoride, herhangi bir Fransız vatandaşı o dönemde ülkesini dahi terk etmeden 100 hektardan fazla Cezayir toprağı üzerinde imtiyaz sahibi olabilecek ve bu toprağı 40 bin Franka Cezayirlilere satabilecekti. Gerçekten de yerleşimciler, 20-30 Franka aldıkları her parsel toprağı 300 Franktan sattılar.  

Marx sağlık sorunları sebebiyle bu soruna dair çalışamadı. Fakat, Marx’ın yazdığı mektuplardan on altısında (çok daha fazla yazdı ancak bir kısmı kayboldu) Akdeniz’in güney kıyısından pek çok önemli gözlemini yazdı. Bu gözlemlerden en çok öne çıkanlar, Müslümanlar arasındaki toplumsal ilişkileri işleyenlerdi. Arap toplumunun kimi özellikleri Marx’ı derinden etkilemişti. “Gerçek bir Müslümanın gözünde” diye yazıyordu Marx; “şanstan ya da talihsizlikten doğan tesadüfler Muhammed’in evlatlarını ayrıştırmazdı. Toplumsal ilişkilerindeki mutlak eşitliği etkilemezdi. Aksine, ancak yozlaştıklarında bunların farkına varırlardı. Siyasetçileri aynı hassasiyeti hissederek bu mutlak eşitliği sağlamaya çalışırlardı. Ancak devrimci bir hareket ortaya çıkmazsa ya yok olacaklar ya da tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolacaklar.” 

Bu mektuplarında, Marx Avrupalıların şiddetli suistimallerine ve kesintisiz provokasyonlarına, “düşük ırktan” gördükleri ile karşı karşıya geldiklerinde ortaya çıkan yüzsüz kibirlerine ve küstahlıklarına, herhangi bir isyanla karşılaştıklarında ortaya çıkan, Kenanlı Molok’u hatırlatan ürkütücü intikam takıntılarına ağır ve küçümseyici ifadelerle saldırıyordu. Ayrıca sömürgeci işgalin karşılaştırmalı tarihi içinde “İngilizlerin ve Hollandalıların Fransızları geçtiklerini” de vurguluyordu. Cezayir özelinde, Engels’e yazdığı mektupta düzenli olarak görüştüğü ilerici bir yargıç olan Ferme’nin “Arapların ağzından itiraf alabilmek için polis tarafından (İngilizlerin Hindistan’da yaptığı gibi) özel bir işkence türü uyguladıklarını” gözlemlediğini aktarıyordu. Ferme Marx’a “örneğin bir Arap grubu cinayet işlediğinde, genelde ortada bir hırsızlık vardır ve mağdur yerleşimci aile faillerin yargılanıp infaz edilmesini zararlarının tazmini için yeterli görmez. Yarım düzine masum Arap’ın da infaz edilmesini talep eder. (…) Avrupalı bir sömürgeci ister yerleşim için ister iş için olsun, ‘düşük ırktan’ gördükleri arasına girdiğinde genelde kendisini kraldan bile daha katı bir otorite olarak görür.” 

Mısır’da İngiliz Sömürgeciliğine Karşı 

Hemen birkaç ay sonra Marx bu kez de Mısır’daki İngiliz varlığını hedef alır. Birleşik Krallık askerlerinin başlattığı 1882 savaşı, 1879’da başlayan Urabî isyanını sonlandırmış ve İngilizlere Mısır’da hamilik sağlamıştı. Marx, bağımsız bir sınıf pozisyonu alamayan ilericilere öfkelenmiş ve işçilerin devletin söylevlerine ve kurumlarına karşı durmaya mecbur olduğunu vurgulamıştı. 

Marx’ın “İngiliz parlamenterlerin en iyisi” olarak gördüğü, İşbirliği Kongresi başkanı ve milletvekili Joseph Cowen’in Mısır’da İngiliz işgalini meşrulaştırmasını, Alman filozof kesin bir dille kınamıştı. 

Bununla da kalmayarak, Britanya hükümetini paylamayı da unutmamıştı: “Müthiş! Hatta, Hıristiyan ikiyüzlülüğünü gösterme açısından Mısır’ın ‘fethinden’ daha küstah bir örnek olamazdı: Barışın ortasında bir fetih!” Fakat Cowen, 8 Ocak 1883’te Newcastle’de yaptığı bir konuşmada, Britanya’nın “kahramanlığına”, “ordunun yürüyüşünün büyüsüne” duyduğu hayranlığı ifade ediyor, “Atlantik ve Hint Okyanusu arasında tahkim edilmiş saldırı cephelerini, Delta’dan Ümit Burnu’na Uzanan Afrika Britanya İmparatorluğunu” düşündükçe sırıtmadan edemediğini belirtiyordu. Bu “sorumluluk” ve “milli çıkarın” şekillendirdiği “İngiliz tarzıydı”. Marx, Cowen’i “tarihsel misyonlarına hizmet edecek sorumluluklar almaya devam ederken öbür yandan boş yere itiraz eden zavallı İngiliz burjuvalarının” tipik bir örneği olarak görüyordu. 

Marx Avrupa dışı toplumlara dair derin araştırmalara girişmiş ve kolonyalizmin tahribatına karşı duruşunu gizlememişti. Kimi liberal akademik çevrelerde bu dönemde çok moda olan yöntemsel şüpheciliğe karşın, aksini düşünmek hata olur. 

Marx hayatı boyunca uluslararası politikadaki önemli gelişmeleri takip etmişti ve yazmalarından, mektuplarından da görebileceğimiz üzere 1880’lerde İngilizlerin Mısır ve Hindistan’daki sömürgeci zulmüne de Cezayir’de Fransız kolonyalizmine de karşı duruşunu açıkça ifade etmişti. Ne Avrupa merkezciydi ne de yalnızca sınıf mücadelesine odaklanmıştı. Marx yeni siyasi çelişkilerin ve çevre coğrafyaların, kapitalist sisteme dair süregiden eleştirileri için temel önemde olduğunu düşünüyordu. Daha da önemlisi, ezenlere karşı hep ezilenlerden yana olmuştu. 

Çeviren: Yusuf Tuna Koç