Küresel kapitalizm, mal ve hizmet ticareti, yatırım kuralları, fikri mülkiyet haklarının korunması gibi kendisi açısından en "hayati" konularda küresel ölçekte standartlar getiriyor.

Küresel kapitalizm, mal ve hizmet ticareti, yatırım kuralları, fikri mülkiyet haklarının korunması gibi kendisi açısından en "hayati" konularda küresel ölçekte standartlar getiriyor. Haddine mi düşmüş, bu standartlara riayet etmeyenleri hizaya getirmek için baskı, tehdit, şantaj her yolu mubah görüyor. Buna karşın AIDS, deli dana hastalığı, ozon tabakasının delinmesi, küresel ısınma benzeri "küresel risklerle" insanlığın başa çıkabilmesini hedefleyen ciddi bir inisiyatif ortada yok. Benzer biçimde doğal felaketlere karşı küresel bir erken uyarı sisteminin geliştirilmesi çabası da gözlenmiyor. Doğal felaketlerin sonuçlarını insanlık ailesinin ortak göğüsleyebilmesi amacıyla da "küresel yönetişim" sistemi bir mekanizma geliştirmemiş.
Tsunami felaketinde görüldüğü gibi yük büyük ölçüde ulusal devletin sırtına biniyor. Büyük güçler, yardımlarının bir hayır, hasenat faaliyeti olarak promosyonunu yapıyor. ABD, Güney Asya felaketi sayesinde şefkatli yüzünü öne çıkarmaya çalışırken, buradan politik bir sonuç da beklediğini saklamıyor. Dışişleri bakanı, Colin Powell tsunami dalgalarının ABD'nin İslam dünyasındaki imajını yükseltme fırsatı yarattığını gizlemiyor. Irak'ta, Afganistan'da kendi elleriyle insanlık trajedileri yaratanların elbette inandırıcı olma şansları bulunmuyor.
Öte yandan Güney Asya felaketi, zaman ve mekan farklılıklarının gittikçe önemsizleştiği dünyamızda toplumların kaderinin ne denli iç içe geçtiğinin kanıtı. Evet belki en büyük acı, dalgaların doğrudan dövdüğü Sri Lanka, Endonezya, Tayland, Hindistan gibi ülkelerde yaşanıyor. 3 bin civarında kaybı bulunan İsveç başı çekerken, Türkiye dahil bölge dışı tüm ülkelerde yakınlarını kaybedenler bulunuyor. Üstelik bunlar seyyahlar, diplomatlar filan değil. Çoğunlukla dondurucu kış aylarında kemiklerini Asya güneşinde ısıtabilmek için orada bulunan orta sınıf, sıradan insanlar.
Kendisi 99'da benzer bir doğal felaketle karşılaşan Türkiye'nin yaptığı parasal yardımın 1 milyon doların az üzerine çıkması en hafifinden utanç verici. Sık sık küresel iddialarını tekrarlayan Başbakan Tayyip Erdoğan'a danışmanları yabancı gazetelerdeki yardım listelerinde ilk 30, ilk 50 ülke arasında Türkiye'nin adının bulunmadığını hatırlatıyorlar mı? Türkiye'yi "70 milyonluk bir ülkenin felaketzedelerle dayanışmak için gözden çıkardığı para Michael Schumacher'in onda biri mi?" sorusuna muhatap etmeye hakkınız var mı?
Bu arada çok uluslu şirketlerin de kesenin ağzını açtıkları yazılıyor. ABD şirketleri 30 milyon dolarlık yardım yapmışlar. Asya'da yoğun faaliyetleri bulunan Standart Chartered bankası 5 milyon doları gözden çıkarmış. Avrupalı şirketler de Fransız Michelin, İsveçli Ericsson filan yardım için kuyruğa girmişler. Tabii şirketlerin sosyal sorumluluklarını bilmeleri iyi bir şey. Ama dünyanın en hızlı gelişen ekonomilerinin Asya'da bulunduğunu ve birçok şirketin en önemli hedef kitlesinin Asya orta sınıfları olduğunu unutmayalım. Özellikle ABD tüketicileriyle benzer bir yaşam tarzını sürdürmeye çalışan, benzer tüketim kalıplarını yerleştiren, benzer önlemleri yeşerten Asya'nın şehirli orta sınıfları zaman zaman Fortune, Business Week gibi dergilerin kapaklarında görüldüğü gibi çok uluslu şirketlerin yeni kahramanları.
"Her işin altında bit yeniği arıyorsun" demezseniz, Naomi Kelin'ın Guardian gazetesinde yayımlanan, "neden Irak Toys R US'a 190 bin dolar veriyor?" yazısını hatırlatmak isterim. Klein burada savaş ve yoksulluktan beli bükülen Irak'ın petrol gelirlerinin nasıl Kuveyt'te faaliyet gösteren çok uluslu şirketlere aktığını anlatıyor. Halliburton, Bechtel, Mobil, Shell, Nestle, Pepsi, Philip Morris, Sheraton, Kentucy Fried Chicken, Toys R US gibi firmalar üstelik bu paraları doğrudan darbe yedikleri için değil, Kuveyt işgali sırasında iş hacimleri daraldığı için tazminat olarak alıyormuş. Yani kaşıkla giden kepçeyle dönüyor.
Kısaca, "Küresel Adalet" mücadelesi mesafe almazsa, böyle büyük felaketler bile daha paylaşımcı, daha dayanışmacı bir dünyaya yelken açmak için bir vesile olamayacak.