Karmaşık dünyasıyla insan, insan: Kuru Otlar Üstüne

Emine Uçar İlbuğa - Prof. Dr., Sinema Eleştirmeni. 

Nuri Bilge Ceylan, senaryosunu Ebru Ceylan ve Akın Aksu ile birlikte yazdığı, 2023 Cannes Film Festivali’nde ilk gösterimi yapılan ve Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu dalında Merve Dizdar’ın ödül aldığı Kuru Otlar Üstüne filminde izleyicileri Türkiye’nin siyasi, kültürel ve ekonomik koşullarında Doğu Anadolu’nun küçük bir köyünde yaşayan üç öğretmenin iç dünyasına zorlu bir yolculuğa davet ediyor. Türkiye’de ilk kez izleyici ile Eylül sonunda buluşacak olan Kuru Otlar Üstüne Fransa’da bir süredir sinemalarda gösterimde ve 3 saati aşan filme izleyicilerin ilgisi büyük. 

1990’lı yıllarda kendine özgü sinema dilleriyle öne çıkan Yeni Sinemacılar ekolünden gelen Nuri Bilge Ceylan minimalist sinema anlayışı ile daha çok bireyin içsel yaşamını taşra/kent karşıtlığında insan ve doğa, insan ve insan ilişkilerini içinde yaşadığımız sosyoekonomik, kültürel ve siyasal koşulların hem birey hem toplum üzerindeki etkileriyle tartışmaya açan ve sinematografik dili gibi düşünsel temelde de izleyicilerinden aktif bir film izleme deneyimini talep eden, hem ulusal hem uluslararası sinema dünyasında kendine önemli bir yer edinmiş yönetmen. Koza (1995), Kasaba (1997), Mayıs Sıkıntısı (1999), Bir Zamanlar Anadolu’da (2011) filmlerinde taşrada, Uzak (2002) ve Üç Maymun’da (2008) ise kentin çeperinde sıkışmış bireyin yaşamını ortaya koyuyor. Kış Uykusu (2014) ve Ahlat Ağacı (2018) filmlerinde Ceylan bu kez taşradan kente göç etmiş ve yeniden kentten taşraya istemli ya da zorunlu dönüş yapan bireylerin ne oralı ne buralı olamama halleri, dış çevre ile ilişkileri, içsel dünyaları ve varoluş sancılarını güçlü bir görsel dille perdeye aktarıyor. 

Muhyiddin Abdal “İnsan insan” adlı şiirinde “İnsan nedir şimdi bildim” derken 16. yüzyılda insanın karmaşık yapısına vurgu yapar. Nuri Bilge Ceylan da son filmi Kuru Otlar Üstüne’de Doğu Anadolu’da zorunlu görevini yapmakta olan Samet öğretmenin (Deniz Celiloğlu) karmaşık dünyasını, zorunlu ikamet ortamında hem çevresi hem de kendisiyle ilişkilerinde yaşadığı çelişkileri, gelgitleri, doğruları ve yanlışlarıyla derinlikli bir karakterin hikâyesini yakın planda izleyici ile tartışmaya açıyor. Samet, Doğu Anadolu'nun ücra bir köyüne atanmış ve İstanbul'a tayin olmayı bekleyen bir öğretmen. Ancak yaz tatilinde bu beklentisi gerçekleşmez ve karlı bir kış günü yeniden görev yaptığı köye isteksizce döner. Kasaba da bir lisede öğretmen olan Nuray (Merve Dizdar) ile tanışır. Samet eski bir siyasi aktivist olan ve bir bacağını bombalı bir eylemde kaybeden Nuray’ı ev arkadaşı Kenan (Musab Ekici) ile hem kültürel hem düşünsel anlamda birbirlerine uygun olacakları düşüncesi ile tanıştırır. 

Mekân, Doğa ve İnsan 

Bu köyde sadece iki mevsim yaşanır: kış ve yaz. Kışın karla kaplı çetin doğa koşulları yazın baharı görmeden yerini kuru otlara bırakır. Mevsimlerin ikili karşıtlığı orada yaşayan insanların zorlu yaşam koşullarını resmetmek için de önemli bir metafor. Burada çocuklar, yetişkinler, öğrenciler, meslek sahibi olanlar, hayalleri ile bir görünüp kaybolanlar, devletin ve geleneklerin gölgesinde asker, idareciler sosyal çalışmacılar ve sarı sendikasıyla hareket etmek zorunda kaldıkları köy, kasaba, okul, sınıf, askerî bina, öğretmen lojmanı ve apartman dairesi gibi dar mekânlarda komşuların, idarecilerin, askerin, kısaca devletin ve toplumun kontrolüne tabii sıkışmış yaşam dünyalarında, dayanışmadan ziyade bireysel arayışları, beklentileri, uylaşımları ve kaçışlarıyla yer alırlar. Nuri Bilge Ceylan filmde her bir karakteri insan doğasına ilişkin durum tespiti ile izleyiciyi ne onlara yakınlık duyacak ne de onları yargılayacak bir mesafeden karşı karşıya getirirken aynı zamanda izleyicileri derinlikli bir felsefi sorgulamaya da itiyor. 

Filmin ana karakteri resim öğretmeni Samet kendi içinde duygusal ve zihinsel labirentlerinde çıkış yolları arayan ve bunu da sadece bulunduğu mekândan uzaklaşarak çözebileceğine inanan, kendisini ev arkadaşı başta olmak üzere diğerlerinden farklı gören, bencil ve zaman zaman da acımasız biri. Bu haliyle de Samet izleyicide bir yandan kendisi ve çevresiyle uzlaşmaz, yalnız ve zeki bir anti-kahraman öte yandan Nuray’a yaklaşımı, Nuray ve Kenan’ın yakınlaşmalarını kıskanarak aralarına girmesi ve çevresindekilerden kendini üstte konumlandırmasıyla antisempatik duygular uyandıran bir karakter. 

Filmde Anadolu’nun zorlu kış koşulları ve dondurucu soğuğunda karakterler adeta hareketsiz gibidirler; Öyle ki kendine başka bir yer arayan Samet’ten, kıdemli askerin erler üzerindeki tahakkümüne, öğretmenin öğrencileri üzerinde kurduğu otoriteye, kız öğrencilerin öğretmenlerine ilişkin okul idaresine yaptıkları taciz şikâyetine, öğretmenler odasında yeni eğitim öğretimin başlangıç gününde köyden ve okuldan bıkkınlık ve tüketimi yücelten sohbete hiçbir şey yapmayan ama arzu eden ve bulunduğu koşulları zorlamayan karakterlerin hareketsizliği, köyde yaşayan farklı insanların büyüleyici ve durağan fotoğrafları ile izleyicileri insan portreleri üzerinde düşünmeye davet ediyor. 

Devrimci İlkeler, Umutsuzluk ve Çelişkiler 

Samet önceleri kendisine layık görmediği Nuray’ın Samet ile yakınlaşması karşısında yaşadığı hayal kırıklığı ile Kenan’a yalan söyler ve Nuray’ın evine akşam yemeğine yalnız gider. Nuray ve Samet'in akşam yemeğinde (sol) siyasi değerlere nasıl anlam kazandırılacağına ilişkin uzun ve tartışmalı sohbetleri Nuri Bilge Ceylan’ın daha önceki filmlerinde çok da alışık olmadığımız ters çekim, ani eksen değişikliği gibi bir dizi çekim teknikleri ve uzun bir sessizliğin ardından Nuray’ın saçları üzerinde durağanlaşan kamera gibi, tartışma ilerledikçe yönetmenin izleyicinin öngöremeyeceği bir teknikle Samet’in masadan kalkarak izleyiciyi şok edici yabancılaştırması ve bir anda teknik ekibin arasından yürüyerek tuvalete giden ve ayna karşısında bu zorlu diyaloğa devam etmek üzere yeniden güç toplayarak masaya dönen Samet’in gecenin ilerleyen saatlerinde Nuray ile birlikte olduktan sonraki konuşmaları aynı zamanda ataerkil anlayışın kadına hatta bir bacağı olmayan kadına ilişkin bakışını da ortaya koyuyor. Nuri Bilge Ceylan Kuru Otlar Üstüne’de filmin üç çekirdek karakteri; Samet, Nuray ve Kenan’ın birbirleriyle ilişkileri, dünya görüşleri, duyguları, geçmiş deneyimleri ve kültürel arka planları, hayalleri ve gerçeklikleriyle daraltılmış bir mekânda çetin doğa ve ülke koşullarında yaşama ilişkin bakışları ve duruşlarını mikro ölçekte bazen rahatsız ederek bazen hikâyenin içine dahil ederek, hatta anlatılan hikâyenin kurgu olduğunu göstererek izleyicileri uzun ve zorlu bir film izleme deneyimi yaşatıyor. 

Sonuç olarak; film her ne kadar 3 öğretmenin hikâyesi, onların bireysel dünyaları ve birbirleriyle ilişkileri, üzerinden ilerlese de hem insan denilen o karmaşık varlığı, ahlak, inanç, doğru/yanlış gibi kavramlar üzerinden her bir karakteri çelişkileriyle, çaresizlikleri, umutları, umutsuzlukları, uzlaşımları, kendi çıkarları konu olduğunda nasıl da değişebildiklerine kadar ne yücelterek ne de küçümseyerek ama en çıplak halleriyle yansıtırken, izleyicilere filmsel deneyime eşlik eden adeta bir Dostoyevski romanı okuyor hissini de bir arada yaşatıyor. Bunu yaparken asla soyut ve yüzeysel karakterlere yer vermiyor bilakis Türkiye gerçekliğinde eğitim sistemi üzerine hem o sistemin taşıyıcıları hem de o sistemde yetişen kuşakların sistemin içinde nasıl yok edildiklerine de eleştirel bir yaklaşım sergiliyor. Henüz mezun olmuş genç öğretmenlerin ücra bir köy okuluna gönderilmeleri ve buradaki yoksunluk, yoksulluk, gelenek, din, otoritenin egemen olduğu koşullarda ideallerinin nasıl yok olduğu, umutsuzluğa ve karamsarlığa nasıl itildiklerini gösteriyor. Günümüz dünyasında insanlar arasındaki dayanışmanın, empatinin, yardımlaşmanın yerini bireysel çıkarların aldığı ve giderek yalnızlaşan, giderek kırılgan ilişkilerle, kış ve yazın sert iklimi arasında hareket etmek zorunda kalan insanların çıkışsızlığı, anlam arayışları, kendilerini kaybedişleri ve yeniden bulmaları üzerine uzun ve felsefi bir düşünme olanağı tanıyor. Filmin sonunda Nuray’ı evine bırakmak için yoğun kar yağışının olduğu bir gece üçü birlikte yola çıktıklarında kamera eğimli bir açıyla arabanın ön camına vuran kar tanelerinden aniden kuru otların çıktığı yaz mevsimine hızlı ve sert geçiş yaptığında ne sahneler arası anlam bütünlüğü kayboluyor ne de filmsel ritim ve şiirsel anlatı da bir kopma oluyor. 

Son Söz; 11 Temmuz 2009 tarihli BirGün gazetesinde Cüneyt Cebenoyan, Nuri Bilge Ceylan’ın Paris’te Vermeille Madalyası (bu madalyayı daha önce Oliver Stone, David Cronenberg gibi yönetmenler almış) aldığında yapmış olduğu konuşmasına yer veriyor: “Film, davranışlarımızın ve düşüncelerimizin ardında nelerin yattığı ile ilgili. Sadece aile içinde değil bütün ilişkilerimizde kendimizi kandırma potansiyelimiz var. Var olmak için büyük bir güç savaşı içindedir herkes. Arkadaşlar arasında da bu böyledir. Sartre ‘her iki insan arasında bir kavga vardır’ der.” Nuri Bilge Ceylan’ın yukarda ifade ettiği gibi insan ve insanın yaşadığı mekân ve ilişkilerine, Türkiye’nin koşullarına dair soruları yanında, her bir karakter özelinde evrensel bir konu olarak insanın karmaşık yapısını derinlikli bir şekilde tartışmaya açtığı bu film izleyici için etkisinden uzun süre kurtulmanın mümkün olmadığı bir etki yaratıyor. Mutlaka izlenmeli.