Anna Burns’un ‘Sütçü’ romanının merkezinde bir kadın hikâyesi olmasına rağmen İrlanda ile tarih boyunca baskısı altında kaldığı İngiltere arasındaki siyasi, idari, kültürel çekişme de karşımıza çıkıyor.

Karşıyaka’da bir kadın

Yavuz ARKIN

Anna Burns kadın olma halleri ile ilgili yazdığı, dilimize Sütçü adıyla çevrilen romanında yaşadığı ülke İrlanda’da kadın olmanın zorluklarından bahseder ama okudukça görürüz ki kadın karakterin başına gelen her durum hemen yanı başımızda da yaşanıyor. Ülkenin ismini değiştirin, durum değişmez; dünyanın neresinde olursa olsun kadınların karşılaştığı sert ve acımasız olaylar kendini tekrar eder.

KUNT BİR YAPI

Yazar, kurgusunun zamansal ifadesinde, anlatım biçiminin akışında kitabın temel önermesiyle ilgili işaretler gönderiyor. İleriye doğru yönelen olay örgüsü zamanda geri dönüşlerle bölünüp yön değiştiriyor. Kimi yerde metnin devinimini hızlandıran bilinç akışı giriyor devreye. Kimi de anlatım biçimini ağırlaştırarak zamanı yavaşlatıyor. Okurundan bu ritme uyması için bir çaba istiyor roman.


Mekân kısıtlı olmasına rağmen yazar karakterlere ağırlık vererek bunu aşıyor, odak noktasını aynı zamanda düşüncelere yöneltiyor. Bilinç akışı yöntemi ana karakter ile olay örgüsü arasında bağlantı kuruyor, olaylar da genelde karakterin etrafında biçimleniyor. Kurguya baskıcı bir atmosfer hâkim. Diyaloglardaki ton da buna hizmet ediyor.

Kitabın merkezinde bir kadın hikâyesi olmasına rağmen İrlanda’nın tarih boyunca baskı altında olduğu İngiltere arasındaki siyasi, idari, kültürel çekişme de karşımıza çıkıyor. Bu yüzden dil, zaman zaman kurgudan bağımsız olarak romandan çıkarak bir tarih kitabının havasına bürünüyor.

Romanın karakterleri isimsiz; ana karakter kadının sevgilisini belki-erkek arkadaş diye isimlendiriyor, bu belirsizlik, roman atmosferini tekinsiz bir noktaya taşır. Okuru tedirgin eder. Karakterlerin hiçbirinin ismi yoktur; belki arkadaş, belki sevgili, ortanca kardeş, enişte vardır ama isimlerini bilmeyiz. Yazarın niyeti de budur belki de, yaşanan hayat tedirgin edicidir çünkü. Ortada açık olmayan bir savaş vardır, sadece İrlanda ile İngiltere arasında değil elbette, halkın kendi içinde de bir savaş hissedilir. Bir tarafta karşıyaka olarak adlandırılan İngiltere karşıtı sertlik yanlısı bir grup, (İRA olma ihtimali yüksek -anılmasa da) diğer yanda retçi olarak adlandırılan barış yanlısı daha geniş bir grup.

Roman başladığında ana karakterimiz genç yaştaki bir kadının düşünceleri ile birlikte yaşadığı mahallede gezinmeye başlarız.

Roman ilerledikçe sütçü ile karşılaşırız, onun da ismi yoktur. Yazar ‘sütçü ismini küçük harf ile yazarak onun bir özne değil bir nesne olduğunu göstermiştir. Olaylar geliştikçe sütçünün kurgudaki ağırlığını hissetmeye başlarız. Ana karakterle karşılaşmaları sıklaşır, bu durum kadının hayatını önemli ölçüde etkilemeye başlar. Komşuları için o belki-sevgilidir artık ve bu kitap boyunca devam eder, ta ki sütçünün başına gelen o talihsiz olaya kadar.

Ana hikâye etrafında diğer karakterlerin de ufak ufak hikâyeleri belirir; bir resimde gördüğümüz gölgelerin tonları gibi. Her karakterin belli bir ağırlığı vardır ve okudukça, yaptıkları ile aklımızda kalıcı bir yer edinirler.

Alt metinleriyle dolu dolu bir kitap sunuyor bize Sütçü. İrlanda’nın dili, insanların buna yaklaşımı, yaşadıkları ile anlamlandırmasını, derinlemesine ele alıyor. Fiziksel olarak karşıyakada olmak zihinsel karşıtlığı da getiriyor. Karşıyaka diye tabir edilen İngiltere ile aralarındaki dil farklılıkları, hatta bir yerde geçen ‘utanma’ sözcüğünün anlamı üzerine yazarın yaptığı açıklama buna örnek teşkil eder.

“Utancı bilmiyordum. Kelime olarak demek istiyorum çünkü kelime olarak toplumsal dile henüz yerleşmemişti. Utancın duygusunu elbette biliyordum, etrafımdakilerin de o duyguyu bildiğini biliyordum. Asla güçsüz bir duygu değildi, öfkeden kuvvetliydi sanki, nefretten kuvvetliydi hatta duyguların en gizlisi korkudan bile kuvvetliydi.”(Sayfa 60)

Terör olaylarına da kendi açısından bir tanım getirir ülkenin insanları, kendi içlerinde ikiye bölünmüşlerdir; sertlik yanlısı ve onların karşısındaki retçiler. Bu ayrılık hayatın her katmanını etkiler, insan ilişkilerine kadar sızar, ana karakterimiz bu yüzden çok sıkıntı çeker. Romanın dili de eşgüdüm içinde. Dili çok sert, bu açıdan Sütçü’yü Philip Roth’un bir romanı olan Portnoyun Feryadı’na benzetebiliriz; o kitaptaki ana karakter olan Portnoy da benzer şekilde yaşamının, ülkesinin, siyasi ve sosyal hayatın üzerinde oluşturduğu baskıyı sert bir şekilde dile getirir.

Zor bir hayat geçirmiş Anna Burns, öyle ki belindeki ağrılar yüzünden yazma hayatı durma noktasına gelmiş. Sütçü romanından önce yazdığı iki romanda da Kuzey İrlanda’nın sorununu işlemiş. Dilimize ilk çevrilen bu romanı İthaki Yayınları’ndan Ağustos 2020'de yayınlandı. Yazdığı iki romanında yine aynı konuları işlemesine rağmen 2018'de Man Booker ödülüne layık görülür. Bu romanında, kadın sorunlarına da eğilmiş olması kendini görünür kılıp ödül kazanmasına sebep olabilir diye düşündürüyor. 2019’da Ulusal Kitap Eleştirmenleri Ödülü ve Orwell Politik Kurgu Ödülü’nü de kazanıyor Burns.

Kadın sorunları eskiden de çok fazlaydı ama yaşadığımız dönemde bu meseleyi farklı boyutlarıyla dile getirmek gibi bir imkânımız var artık. Roman, buna hizmet etmek için güçlü bir araç. Bunu siyasi bir mesele üzerinden dile getirmesi onun dilini benzer kitaplardan farklı kılıyor. Yazar, konuyu işleme biçimi ile derinlemesine okumayı sevenleri hedef alıyor. Kitabı bitirdiğinizde yaşadığınız bu deneyimden asla pişman olmuyorsunuz.