Katledilişinin 45. yılında: Bereketli toprakların yiğit devrimcisi Akın Özdemir

Konuk Yazar: Okan TOYGAR

1978 Nisanıydı… 

Sokaklar boyunca sıralanmış turunç ağaçları çiçek açmış, akşamüstü esen ılık rüzgârın da etkisiyle hoş bir koku sarmıştı tüm kenti. 

“Çukurova’da bahar harika, gök masmavi, kırmızı topraklar yemyeşil” ve bereketliydi. “Toprağına dört kilo çiğit atsan, seksen kilo kütlü pamuk verirdi.” 

Topraklar bereketliydi bereketli olmasına da paylaşımı adil değildi. Arazilerin büyük kısmını elinde bulunduran az sayıdaki çiftçi ve toprak ağası, tarımdaki kapitalistleşmenin de etkisiyle gün geçtikçe zenginleşirken, topraksız köylüler ve tarım emekçileri amansızca sömürülüyor, yoksullaşıyordu. 

Güzel bir çiçek kokusunun zihninde oluşturduğu algıya hüzünlenir gibi oldu Akın Bey. Turunç ve portakal ağaçları bile zenginler için çiçek açıyorlardı sanki. 

***

Ziraat mühendisi Akın Özdemir otuz üç yaşındaydı… 

Fakülte yıllarından beri tarım alanındaki sömürü düzenini sorguluyor, bunun köylü üzerindeki olumsuz etkilerini araştırıp meslektaşlarını ve küçük üreticileri sömürüye ve adaletsizliğe karşı örgütlüyordu. 

Adana Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) başkanlığını ve Adana Köy-Koop (Adakobirlik) genel müdürlüğünü bir arada yürütüyordu. Eylemler, basın açıklamaları, tehditlerle geçen gergin günlerdi. 

Bu arada 1 Mayıs yaklaşıyordu… 

“Kanlı 1 Mayıs”ın üzerinden bir yıl geçmişti. Ülkedeki tüm demokratik kitle örgütleri ve emekçiler Taksim’de yapılacak olan “1 Mayıs” için hazırlanıyorlardı. Hem katledilen yoldaşlarını anacaklar, hem de hiçbir baskının onları emek mücadelesinden alıkoyamayacağını göstereceklerdi. “Yaşasın 1 Mayıs” sloganları ve alana sokacakları tarım üretim araçlarıyla mayıs çiçekleri gibi açacaklardı Taksim Meydanı’nda. 

Emekçilerin Adana’dan katılımını arttırabilmek için yoğun çaba sarf etmekteydi Akın Özdemir. 

Akşam yemeğinden sonra bir süredir okumakta olduğu kitabı aldı ve koltuğa uzandı. 

Mitka Grıbçeva’nın “Seni Halk Adına Ölüme Mahkûm Ediyorum” adlı otobiyografik romanıydı bu. 

1940’lar Bulgaristan’ında ülkesini işgalcilerden kurtarmak isteyen partizanların faşizme ve kapitalizme karşı verdikleri amansız mücadele anlatılıyordu kitapta. 

Akın Bey, bir akşam önce kaldığı yeri bularak okumaya başladı… 

“Emperyalizme, soyguncu kapitalizme ve gericiliğe karşı emekçi yığınlarını seferber etmek için parti örgütleri azami derecede çalışmalıdırlar” diyordu Grıbçeva. Birkaç saat sonra kitabın sonuna geldiğinde, günün yorgunluğu yerini tamamen heyecana ve mücadele coşkusuna bırakmıştı. Açık pencereye doğru iki üç adım attı ve derin bir nefes aldı. 

Turunç çiçeği, “çiçeklerin en güzel kokanıydı, en tazesi… Kokusu en kötü haldeki insanı kendine getirebilirdi.” 

Koltuğa bıraktığı kitabı tekrar aldı ve son sayfanın altına şu notu düştü: 

“Dört gün sonra 1 Mayıs 1978. İşçi sınıfının bayramı kutlanacak ve ben de buna katılacağım. Kızlarımın da birer devrimci olması ve işçi sınıfının yanında yer alması en büyük dileğimdir.” 

Grıbçeva gibi o da dünyada insanların ikiye ayrıldığını düşünüyordu; faşistlerle beraber olanlar ve faşistlere, savaşlara, kapitalistlere karşı olanlar… 

Ağırlaşan göz kapaklarını açık tutmakta zorlandığını fark ederek kitabı kapattı ve üretenlerin yönetenler olacağı güzel günlerin düşüyle uykuya daldı… 

*** 

Dört gün sonra katıldığı “1 Mayıs” Taksim’de coşkuyla kutlanmıştı. Aydınlara yönelik saldırılar ise hız kesmeden devam ediyordu. 11 Temmuz’da Bedrettin Cömert, 20 Ekim’de Bedri Karafakioğlu, 8 Aralık’ta da Necdet Bulut faşist saldırılar sonucu katledilmişlerdi. 8 Ekim 1978 gecesi ise faşistler toplu katliamlarına bir yenisini ekleyerek Ankara Bahçelievler’de yedi TİP’li öğrenciyi hunharca öldürülmüşlerdi. 

Aydınları yıldırmaya yönelik bu saldırılar kendisine hatırlatıldığında; “Ben ölebilirim mücadelem uğruna ama çocuklarım mutlu bir gelecek için savaşmadı diye benden utanç duymayacaklar” diyordu. 

Tüm devrimciler gibi onun için de rahat yaşamak değil, onurlu yaşamak önemliydi. 

O öldürülmekten korkmuyordu ama emeğin karşısında sermayenin yanında yer alan güçler, onun emekçi kitleler üzerindeki etkisiyle yükselen örgütlü mücadeleden korkuyorlardı. 

***

Akın Özdemir, Adana’da öldürülecekler listesinin başında geldiğini biliyor ama mücadelesinden asla geri adım atmıyordu. Sokrates’in kaçıp kurtulmayı değil, baldıran zehri içerek ölmeyi seçmesi gibi o da sokaklarda, alanlarda, kürsülerde “toprağı aç, insanı aç, hayvanı aç olan bir ülkede sorumlularla hesaplaşılmalıdır” diye haykırmaya devam ediyordu. 

Akın Özdemir’in bu yiğit mücadelesi 18 Aralık Pazartesi akşamına kadar devam etti. 

O gün akşam karanlığına kadar Adakobirlik binasının zemin katındaki halk pazarına, içi gıda maddeleriyle dolu onlarca çuval taşımıştı. Tarım Müdürlüğü’nde çalışan eşi Mine Hanım da iş çıkışı yanına gelmiş ve eve gitmek üzere birlik binasından çıkıp Ziyapaşa Bulvarı üzerindeki arabalarına doğru yürümüşlerdi. Yorgunluktan bitap halde olan Akın Bey arabaya bindikten sonra Mine Hanım’ın kapısını açmak için uzanmıştı ki pusuda bekleyen saldırganların silahlarından çıkan kurşunlarla ön sağ koltuğa doğru yığıldı. Silah seslerini duyan arkadaşları aşağıya indi. Bir başka araçla hemen hastaneye götürülmek üzere yola çıkıldı ancak yolda yaşamını yitirmişti Akın Bey… 

Tetikçi; olay sırasında cezaevinde olması gerekirken gardiyan elbisesi giyip dışarı çıkarılan, görevini tamamladıktan sonra geri dönen bir ülkücüydü. Polis kayıtlarına göre, kullandığı silahı MHP ilçe başkanından almış, olaydan sonra elli metre uzaklıktaki MHP binasına kaçmıştı. 

Onun katledilişiyle, sadece küçük kızları Deniz ve Ulaş babalarını, Mine Hanım yoldaşını, “oğlum Akın’ın anısı tüm ilericilere, devrimcilere örnek olsun” diyen Aliye Hanım evladını yitirmiyor; Türkiye’nin ezilen emekçi halkları da devrimci, yurtsever bir önderini yitiriyordu. 

Akın Özdemir’in bedenen ortadan kaldırılmasının üzerinden tam kırk beş yıl geçti. 

Bu sürede, ne Akın Özdemir unutuldu, ne de halktan yana verdiği sınıf mücadelesi… 

Kırk beş yıldır her 18 Aralık’ta özlemle anılırken, genç ziraat mühendisleri, yoldaşları onun uğruna öldüğü “yol”u açık tutmak için mücadele sözü veriyorlar. 

Anısına saygıyla… 

Dipnot: Bu yazı hazırlanırken, 5 Aralık 2022 tarihinde Akın Birdal ile yapılmış olan röportajdan ve Adana ZMO arşivinden yararlanılmıştır.