Kavram, kritik, keder
Bir devletin ya da iktidarın, ‘terörle’ arasında doğrudan ilişki olmasa bile ondan yararlanmak istemesi, yurttaş nezdinde suçlanması için yeterlidir
MURAT MÜFETTİŞOĞLU / mmufettisoglu@gmail.com
Siyasal iktidarı eleştirirken bile kirlendiğim hissine kapılıyorum. Bunun dışında söyleyecek yeni bir sözüm yok aslında. Fakat bir acım var: ‘bilmenin’ yetmediğini, başka şeyler de yapmak gerektiğini derinlemesine öğreten bir acı. Bu defa geldi bizi buldu.
Kavram
Petit Robert sözlüğüne göre, halkın gözünü korkutmak ve tepkisini sıfırlamak için, bir grubun korku atmosferi yaratmasına ‘terör’ deniyor. Malumunuz, bir zamanlar ‘anarşi’ olarak kullanılırdı. Muktedirlerin ‘terörü’ bir yöntem, terör örgütlerini de araç olarak kullanmaları, muktedir karşıtlığı anlamına gelen ‘anarşi’ kavramını bırakmalarına neden olmuş olabilir. İyi ki de bırakmışlar, yoksa “devlet terörü” yerine “devlet anarşisi” oksimoronuna kalırdık.
Kavram bu denli işlevsel olunca muktedirler de kurcalanmasında sakınca görmüşler, kullanım haklarını kendi ellerinde tutmuşlar. Üniversitelerin ilgili kürsülerinin ‘teröre’ mesafeli duruşlarının nedeni budur. Hal böyleyken, bir grup akademisyen, aydın ve sanatçı risk alarak ‘kral çıplak!’ demek zorunda kalmıştır. Bu vesileyle, geçtiğimiz hafta hayata veda eden büyük yazar Umberto Eco’ yu ‘Gülün Adı’ romanında geçen kısacık bir diyalogla analım: Ulbertino söze karıştı: “Yaşamını tehlikeye attığını biliyor musun?” “Olsun” diye yanıtladı Michele, “Ruhunu tehlikeye atmaktan iyidir.”
Kavramın içini boşaltıp kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak daha çok muktedirlere özgü bir durumdur. At iziyle it izi, sapla saman birbirine karışınca kitlelerin de kafası karışmış; önce şirazelerini sonra ruhlarını kaybetme noktasına gelmişlerdir. Demokrasi kavramı da deformasyondan nasibini almış, azınlığın haklarını koruma iradesiyle gidilen sandıktan her defasında çoğunluk diktatoryası çıkmıştır. Yalnızca bize özgü durumlar değil elbette, zira küresel hegemonyanın bağlamına dahiller. ABD, ulusal terör delüzyonuyla(hezeyanıyla) ve sözde iki ayaklı demokrasi sahtekârlığıyla işi götürmektedir. Aksi halde, devasa bir Hollywood prodüksiyonundan farksız olduğu pek çok siyaset bilimci tarafından kabul edilen 11 Eylül’ ü, Irak işgalinin gerekçesi olarak kullanamazlardı. 2. Paylaşım Savaşı’ nın olağanüstü konjonktürüne rağmen, Pearl Harbor gibi birinci dereceden stratejik öneme sahip bir limanın savunma güvenliğini askıya alarak askeri personelini ve sivil halkını açık hedef haline getiren, peşinden de atom bombalarını tamamen yerli ve milli duygularla Japon Halkı’ nın üstüne atan aynı ABD’ dir. 2002 yılından bu yana dünyada “terör saldırılarının” 6500 katına çıktığını; bilhassa Irak’ ta, ABD işgalinden önce tek bir bombalı intihar saldırısının yaşanmadığını düşünürsek, dünya devletlerinin terör meselesine o kadar da soğuk bakmadıklarını daha iyi anlarız.
Kritik
Arkadaşlarımdan biri Ankara’ daki ikinci saldırının gerçekleştiği noktaya bir kaç km uzaklıktaymış. Duman alev vs görmemelerine rağmen ters yöne doğru koşuşan insanlar fark etmiş. O insanların risk alanından uzaklaşma refleksi verdiklerini düşünmek ne kadar mantıklıysa, ‘öğretilmiş’ bir korku tarafından yönlendirildiklerini iddia etmek de o kadar akla yatkındır. Tartışmasız bütün devletler, kaos esnasında koşulacak yegane merciin kendilerinin olmasını isterler. Her şeyden önce, yöneten-yönetilen ilişkisinde yönetenin lehine olan güç ilişkisinin yeniden üretimi için buna ihtiyaç duyarlar.
R.T. Erdoğan, saldırı sonrası şöyle dedi: “Sınırlarımız dışında ve içinde gerçekleşen saldırılara misliyle karşılık verme konusunda kararlılığımız, bu tür eylemlerle daha da güçlenmektedir.” A. Davutoğlu ise, olayın dumanı başkent semalarında dağılmadan faili bulduklarını muştuladı: PYD/YPG! TAK’ ın saldırıyı üstlenmesi hükümeti kesmemiş olmalı ki, Yalçın Akdoğan bir tv kanalına yaptığı açıklamada, “PYD yaptığı halde, gelen tepkiler üzerine TAK üstlenmek durumunda kalmıştır” dedi. Efkan Ala, saldırıyı üstlenen TAK’ ın YPG’ yi kurtarmak için böyle bir hamle yaptığını iddia etti. Erdoğan’ ın baş danışmanı Yalçın Topçu da, bütün bunların bir tek amacı olduğunu; yanı başımızda bir uydu devleti kurulmak istendiğini; yeni harita belirlenirken Türkiye’ nin o masada olmasının istenmediğini, çünkü enerji koridorunun dışında tutulmak istendiğini söyledi. İktidarın bilhassa Rojava’ ya dair hasretlerini ve tasavvurlarını bildiğimizden açıklamaların hiçbirine şaşırmadık. Mamafih, Rusya ile ABD bölgede ateşkes konusunda anlaşınca, AKP’ li şahinlerin PYD/YPG’ ye sorti hayalleri de hemen hemen suya düştü.
Bir devletin ya da iktidarın, ‘terörle’ arasında doğrudan ilişki olmasa bile ondan yararlanmak istemesi, yurttaş nezdinde suçlanması için yeterlidir. İşin uzmanlarından olayın failini ve ardındaki ilişkileri uzun uzun dinliyoruz, okuyoruz. Gidenler gittikten sonra kim(ler) tarafından yapıldığının önemi kalmıyor gerçi. ‘Musibeti’ başımıza sarandır ‘fail’, onun da kimler olduğu malumdur. ‘Saldırının kimlerin işine yaradığı’ sorusuysa sorulacak en doğru sorudur. Devletten geçtim, sivil ölümler Kürt Özgürlük Hareketi’ nin vicdanını acıtmıyorsa, o vakit hepimiz, umutsuzluk denizinde boğulabiliriz. Aynı şekilde, Doğu’ da devlet kurşunuyla ölen siviller için Türkiye Sosyalist Hareketi’ nin ne hissettiği daha önemsiz değildir.
Keder
“Gülşen, adı gibi sürekli güler, herkese pozitif enerji verirdi. Ankara Garı’nda meydana gelen patlama sonrasında çok ağlamış, günlerce kendini toplayamamıştı.” Son saldırıdan yara almadan kurtulan Nigar Polat, kendisi kadar şanslı olmayan arkadaşı Gülşen Yıldız hakkında bunları söylemiş.
Hayatını kaybeden sivillerden biriydi Gülşen ve benim de can dostlarımdan birinin yeğeniydi...
Zaten berbat olan yaşamlarının paslı bodrumlarına iteklenmiş masum Kürtler, güvenlik güçlerinin ateşiyle kömürleştiler. Gülşen’ le onları barışın maviliğinde buluşturmak için pek çok imkânımız ve nedenimiz varken, muktedirler tarafından engellendik. Engellenmekle kalmadık, “terörist” ilan edildik. Petit Robert bir yana, vicdan sözlüğümüzde ‘terörist’, masum sivilleri katledendir; devlet yapmış örgüt yapmış, mühim değildir.