Türkiye ekonomisi 2007 yılını 660 milyar dolarlık bir büyüklükle kapatmış. Yani ABD Temsilciler Meclisi’nde önce reddedilen sonra kabul edilen 700 milyar dolarlık kurtarma bedelinden...

Türkiye ekonomisi 2007 yılını 660 milyar dolarlık bir büyüklükle kapatmış. Yani ABD Temsilciler Meclisi’nde önce reddedilen sonra kabul edilen 700 milyar dolarlık kurtarma bedelinden daha düşük bir miktarla. Bu miktar aynı zamanda Hollanda’nın GSYH’ye denk düşerken Pakistan’ın beş katı imiş. Ayrıca tüm Afrika GSYH’nin toplamına eşit.

Afganistan ve Irak işgallerinde yaklaşık 800 milyar dolar harcadığı söylenen ABD hemen hemen aynı miktarda bir hazine yardımını bu kez Amerikan ekonomisini batmaktan kurtarmak için harcıyor.

ABD’li parlamenterler önce piyasa ekonomisinin bekasını düşünerek; “Ekonomi hiçbir şeydir, kapitalizmin imajı ise her şey”  derken, ikinci oylamada hem ihtiyaçtan hem de seçim zamanlarındaki parasal desteğin de anımsatılması ile karar değiştirdiler.

Kapitalizmin imajını şimdilik yerlerde sürünmeye bıraktılar. Aslında kapitalistlerin bu devlete yamanma operasyonları ilk değil. Her daim piyasanın dışında tutmaya çalıştıkları devlete başları sıkışınca koşmaları sıkça rastlanan bir olaydır. Nitekim bu krizde de ABD hazinesinden karşılıksız (yardıma karşılık bankalardan hiçbir varlık satın alınmayacak, sadece operasyona yön verilecek) çıkan bu miktar ve savaş harcamaları yine ABD vatandaşının vergilerinden yani ceplerinden karşılanacaktır.

Elbetteki sadece ABD’liler değil nerdeyse tüm dünyada bu krizden etkilenmektedir. Bir habere göre İsveç Kralı 16. Karl Gustav da bu krizden etkilenenlerden. Kral bir ay içerisinde 10 milyon İsveç Kronu’nu (yani yaklaşık 1,04 milyon avro) borsada kaybetmiş.

İsveç Kralından söz edince geçen hafta yazamadığım Avrupa Sosyal Forumu değerlendirmesi ve İsveç gözlemlerine dair bir iki şey söyleyeyim.

Kral, haberden de anlaşılacağı üzere borsa ile uğraşırken diğer yandan İsveç’te ise o örnek gösterilen sosyal devlet kavramı giderek yozlaşmakta. Bu aslında çok doğal. Zira  AB’nin sosyal devleti minimize etme kriterlerini de AB üyeliği ile birlikte kabul etmiş durumdalar çünkü… Ve bu kriterlerin gereğini de adım adım yerine getiriyorlar. Örneğin özelleştirmeleri kararlılıkla sürdürmekteler. Devlet tekeli konumunda olan içki sektörü özelleştirilmiş ve bir dünya markası olan Absolut Vodka Fransızlara satılmış. Tarihi Lejonet Eczanesi’ni gezerken devlet elinde bulunan eczanelerinde özelleştirme kapsamında olduğunu söyleniyordu. Sırada ise eğitim sektöründeki özelleştirmeler bulunmakta imiş.  Bir zamanlar bizim sosyal demokratların ve Ecevit’in sıkça örnek gösterdiği İsveç işte bu yolda.  Bu elbetteki önce İsveç’teki göçmenleri etkiliyor. Gelişmelerden oldukça rahatsızlar.

Avrupa Sosyal Forumu’na gelince… Özetlemek gerekirse, çok iyi hazırlanmamış bir İsveç organizasyonu, yine iyi hazırlanmamış, eksik bilgiler ile sunum yapan katılımcılar, iklim değişikliği ve çevre politikalarının sosyal politikaların önüne geçmesi, dağınık etkinlik mekânları ve teknik altyapının son derece zayıf olması ilk göze çarpanlardı. 250 toplantı, panel ve atölye çalışmasına katılım ise oldukça azdı. Örneğin benim “Enerji ve Ortadoğu” başlıklı sunumumun yer aldığı oturuma on iki kişi gelmişti ve bunun sekizi Türkiyeli’ydi. Diyebilirim ki Forum’un en hareketli ve doyurucu kısmı (diğer forumlardaki, kadar olmasa bile…) miting kısmıydı. Yaklaşık 15 bin kişilik bir katılım sağlanmıştı. Özellikle Avrupa dışından gelen Güney Amerikalılar oldukça coşkulu idiler. Mitinge Türkiye’den katılanların bir kısmı Türkiye Sosyal Forumu pankartı arkasında yürüdüler. Yaklaşık sekiz kilometrelik bir güzergâhta yürüyüşün ilk bir ve son bir kilometresine katılıp bu arada ortadan kaybolan Türkiyeli solcuların tembellik haklarını burada da kullanmaları gözden kaçmadı. İçlerinde kimler yoktu ki milletvekillerinden, sendika yöneticilerine kadar…

Diğer yandan, Türkiye’de bir araya gelemeyen solcuların orada da birbirlerinden uzak durması ve karşılıklı gard alışları gözlendi.  Birbirlerinden bir bayrak sopasını esirgeyenlere karşın enternasyonal dayanışmanın umut veren varlığı sayesinde bayraklar dalgalanabildi.

Ve bir sosyal forum daha, herkes için yaşanabilir bir dünya, çevre ve iklim adaleti, dayanışma, eşitlik, özgürlük, sosyal adalet, insan hakları, barış, demokrasi talepleri ve neo-liberal politikalara, emperyalist işgallere, ırk ayrımcılığına, cinsel ayrımcılığa karşı mücadele söylemleri ile son buldu.