Özden "Yalnızca ekranlarla mücadele ve rekabet değil mesele, bazen her şey tiyatroya karşı galip geliyor gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Sanki tiyatroyla hep bir şeye rağmen uğraşılıyor. Ama öyle de güzel, öyle de heyecan verici ki. Belki şimdi hamasi gelecek ama çok seviyorum. İyi ki tiyatro var dediğim o kadar çok an var ki. Delilikse de delilik yani!" diyor.

Kayıp Adımlar’ın izinde

Damla Kellecioğlu

Çorbada tuzum var. Söylemedi demeyin. Zeynep Özden, yirmi beş yıldan uzun zamandır, hepimizin gözü önünde yağmur çamur, zorluk sıkıntı demeden ideallerine odaklanarak sürdürdüğü tiyatro yaşamını bu yıl yeni bir eser yöneterek taçlandırdı. Denise Bonal’ın Kayıp Adımlar’ı, Kasım 2023’ten bu yana Alan Kadıköy’de izleyicilerle buluşuyor. Fırsat bu fırsat Yönetmen Zeynep Özden’le oyunu ve biraz da tiyatroyu konuştum.  

Zeynep’le Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde birlikte okuduk. Derslerin dışında o dönem sosyal hayatımızı da kısmen birlikte geçirdik… Zeynep’in provalarından artakalan zamanda yani. Zira tiyatro ateşiyle yanar tutuşurdu.  

Yıllar aktı gitti, ben daldan dala atladım, Zeynep olanca kararlılığıyla İstanbul’da tiyatro yaptı: Pera’da çevirmenlik, oyunculuk yönetmen yardımcılığı, yönetmenlik, Pera Lisesi’nde eğitmenlik, Kadir Has Üniversitesi’nde yönetmenlik... Kiminin içine böyle bir işin ateşi düşmeyegörsün işte… 

Hamlet’te diyor ya Shakespeare oyuncu için:  

Akıl almaz şey değil mi şu oyuncunun yaptığı: 

Yalnızca bir masalda, bir tutkular rüyasında,  

Hayal gücüyle zihnine ve bedenine böyle hâkim olması; 

Yüzünün rengini soldurup, gözlerini yaşartması, 

Sesini kısarak, kaptırıp gitmesi kendini; 

Hayalin buyruğuna bedenin tüm ifade gücüyle uyması, 

Ne müthiş! Ve hepsi bir hiç için.

(Çev: Bülent Bozkurt) 

Zeynep’in dediği gibi, tiyatro söz konusu oldu mu, “Delilik belki de işin özü.” 

Ben gönlümü çeviriye kaptırdığımda diyaloglar üzerine düşünmeyi ne kadar sevdiğimi fark ettim. Bir gün aldım telefonu, Zeynep’e yazdım. Tarih 1 Aralık 2021: “Zeynep, selam! N’aber? Ben bir oyun çevirmek istiyorum. Bir ara Fransızca bir şey oynamaya karar verirseniz ben çevirebilir miyim lütfen?”  

“Aa, ne ilginç tesadüf Damla! Elimde iki oyun var, birini daha okumadım. Çok mutlu olurum bir gün sahneleyeceğim oyunu çevirirsen,” yazdı bana.  

Tam bir yıl bir ay sonra, Alan Kadıköy’ün açık çağrısı için yazdı bana. Tabii ki sadece birkaç günümüz vardı. Geceli gündüzlü bir çeviri macerasına giriştim. Başvuruyu yaptık. Ve Alan Kadıköy ekibi, sahnelenmek üzere Denise Bonal’ın Kayıp Adımlar adlı oyununu seçti.  

Şaşırtıcı bir oyun. Bonal’ın süsten uzak, sade kalemi etkileyici. Oyun, hepimizin yola çıkarken, bir yere varırken ya da birilerini yolcu etmeye giderken yolunun düşebileceği herhangi bir garın yolcu salonunda geçiyor. Kendimi tutamayıp söyleyeceğim ama ilk bakışta metin kalitesiyle değilse de konu olarak Yılmaz Erdoğan imzalı Otogargara’yı düşündürüyor. Ne diyordu Simsar Osman? “Oğlum otogarlı demek Türkiyeli demek, zira Türkiye’nin alayı her gün burada!”  

Denise Bonal, geleneksel Batı tiyatrosundan yer yer ayrılarak yeni bir anlatı arayışına girişiyor: Çeşitli noktalardan birbirine bağlanan kısa öykülerden bir olay örgüsü yaratıyor.  

Kayıp Adımlar, ekranlara rehin düştüğümüz bir çağda tiyatronun neden önemli olduğuna dair bir tez gibi. Tiyatro sahnesinin hikmeti, izleyiciye kameranın çektiği, resim seçicinin seçtiği görüntüyü gösterme zorunluluğundan uzak olması. Eşzamanlı hareketler, tıpkı gardaki gibi eşzamanlı sesler, eşzamanlı öyküler birbirinden bağımsız olarak sahnede kendine yer buluyor, zaman zaman kesişiyor, iç içe geçiyor, üst üste biniyor, zaman zaman birbirinden ayrılıyor. Bonal’ın kalemi, insani duyguları birkaç söz ve birkaç jestle özetleyiveriyor: Kimi büyük şehirdeki yalnızlığını kuşuyla gideriyor, kimi sevdiğinin elini daha sıkı kavrıyor, kimiyse mesaisi bitsin de evine dönsün diye saatleri sayıyor… Ve tıpkı bir gardaki gibi herkes kendi hikâyesinin kahramanı, herkes kendi derdiyle meşgul ve sonuçta herkes kendi yoluna gidiyor. Biraz Zeynep ve ben gibi diyebiliriz. Sonra yollar yine kesişiyor. 

Zeynep Özden

Biraz teorik başlamak istiyorum. Yönetmen sahneleyeceği bir metni seçerken nelere odaklanır?
Her şeyden önce çok sevmesi, etkilenmesi gerek sanırım. Bazen sana hayal kurdurması, aklında imgeler, konseptler oluşturması; bazen anlam veremeden duygusal olarak sana dokunması olabilir. Ama pek çok parametre var. Mesela kurulu bir ensemble ile çalışıyorsan kadro açısından uygunluk da devreye giriyor. Bu durumda seçtiğin kişileri oyuncu olarak heyecanlandıracak bir metin olması da önemli.

Söyleyecek sözü olmalı. Kişiyi derhal devrim yapmaya sevk etmeli demiyorum ama içinde bulunulan döneme, coğrafyaya ilişkin bir his, bir durum düşündürmeli, bazen bir karşı çıkışı, bir duruşu olmalı. 

Alan Kadıköy’ün çağrısına katılma sürecini biraz anlatır mısın? 
Çağrıyı 2022’nin sonunda Instagram’da gördüm. Ve çok heyecanlandım. Alan Kadıköy’de daha önce Mehmet Baydur Retrospektifi etkinliklerinde Menekşe Korsanları oyununun sahnelenmiş okuma tiyatrosunu, Tilbe Saran ile birlikte yönetme fırsatı bulmuştum. Sahne, bina başlıbaşına çok ilham vericiydi. Türkiye’de eşi pek bulunmayan türden bir performans mekânı. Fakat o sırada Tiyatro Pera’da Bir Kış Gecesi Rüyası oyununun prömiyerini yapmak üzereydim, çok yoğundum. Yine de bir yandan başvuracak oyun düşünüyordum... Aklıma bu metin geldi. Sen de şansa “bana bir oyun çevirt” demiştin ya birkaç ay önce. Sen oyunu beğenip çevirmeyi kabul edince şansımı bu oyunla denemeye karar verdim.

Denise Bonal karşına nasıl çıktı? Kayıp Adımlar’da senin aklını çelen ne oldu?
İsviçreli bir tiyatrocu arkadaşım bu metinden ve yazardan bahsetmişti. Okuduğumda beni önce önsözüyle çarptı. Oyunun başrolünde bir tren garı olduğunu söylüyordu yazı. 
Oyun, sahnelerden, aranağmelerden ve görüntülerden oluşuyor. Sahnelerde bazen tekrar tekrar gördüğümüz, adı sanı olan figürler var. Aranağmeler, yazarın farklı dillerde oynanmasını önerdiği, dört-beş satırlık kısa sahnecikler. Görüntülerse bir garda rastlayabileceğiniz ama kimisi sürreal an ve kişi tasvirleri. Ülke, şehir belirtmeden büyük bir şehrin büyük bir garından belirsiz bir süre içinde geçenler anlatılıyor metinde. Yazar sanki yazmaya doyamamış. Üstelik yolları aynı yere düşmüş bu figürlerin meselesi de hemen hepimizle aynı: Gidebilecekler mi? Ya da geldiklerinde bu şehirde yapayalnız mı kalacaklar? Şehir de arkalarından gelir mi? 

Oyuncu kadrosunu nasıl belirledin?
Oyunculukta projeye, yapısına, role uygunluk önemli. 
Kayıp Adımlar tam bir ensemble işi. Orkestra gibi bir arada ahenkle çalışabilecek bir ekibe ihtiyacı var oyunun. Bizim oyunda 15 oyuncunun her biri pek çok farklı rolde ve sahnede oynuyor. Oyunda hiç kopmaması gereken bir hayali ip var. Her sahne bir sonrakine geçiriyor bu ipi. Bir de hareket tasarımı var. Oyuncuların bedenleriyle barışık olmaları da önemliydi dolayısıyla. 

Oyunu Türkiye’ye uyarlayarak sahneliyorsunuz. Bu iş için kaç kişi çalıştı?
Evet, oyun 1990’ların sonunda yazılmış ve Fransa’da geçiyor. II. Dünya Savaşı’na pek çok referans var. Biz bugün Türkiye için gitmek-kalmak ve (zorunlu) göç üzerine neler söyleyebiliriz diye araştırmayı seçtik. 

Alan kullanımını nasıl planladınız?
Alan Kadıköy, konserlerde olduğu gibi boş bir alan olarak kullanılabiliyor. Bu kullanımı daha çok konserlerde görüyoruz. Seyircileri istediğin gibi konumlandırabildiğin değişken bir yapısı da var. Dört tarafa seyirci alabiliyorsun.

Araştırma yaparken bu “kayıp adımların” Fransız mimarisinde net bir karşılığı olduğunu öğrenmek beni çok heyecanlandırdı. Mimari bir terim. “Kayıp adımlar salonu” içinden daha büyük bir salona geçilen küçük bir ön salon anlamında kullanılıyor. Garlar, belediye binaları, adalet sarayları gibi kamu binalarında bulunan bu salon, dış dünya ile binanın hizmet verdiği odalar ve salonlar arasında bir geçiş alanı. Tıpkı tiyatro salonu gibi. Biz de seyirciyi, fuayeden başlayan bir yolculuğa davet ediyoruz. Salonun ismi, işlevi daha güzel olabilir mi?...

Günümüz dünyasında, ekranlar, telefonlar falan varken tiyatroyla uğraşmak delilik mi?
Olabilir! Yalnızca ekranlarla mücadele ve rekabet falan değil mesele, bazen her şey tiyatroya karşı galip geliyor gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Sanki tiyatroyla hep bir şeye rağmen uğraşılıyor. Ama öyle de güzel, öyle de heyecan verici ki. Belki şimdi hamasi gelecek ama çok seviyorum. İyi ki tiyatro var dediğim o kadar çok an var ki. Delilikse de delilik yani! Hem tiyatro tarihinin delisi bol. Shakespeare de deli. Sosyal değişimlerin tiyatro yoluyla gerçekleşebileceğine inanmış olan Brecht gibi deliler de var. 

Bu işten para kazanılır mı?
Evet, bir para kazanılır… Ama geçinilir mi diyorsan hayır. Ya da çok nadir diyelim. Genelde yanında başka bir şeyler yapmak zorunda kalıyorsun. Ama zaten şu an Türkiye’de geçinmek büyük mesele.

Oyun ne sıklıkta sahneleniyor? 
Alan Kadıköy’de ayda iki ya da üç kez sergiliyoruz. Herkesi bekliyoruz!