“Bu yaştan sonra, benim şekerim, tuzum her şeyim fazla. Sağolasın.”

“En azından bir tane alsaydın, bir şey olmaz. Hakiki Güllüoğlu bu...”

“Hakiki olan sadece Cenab-ı Hak’tır, biz kimiz hakiki olalım?”

“Öyle değil Hoca Efendi, baklava diyorum. Yoksa ben de genç değilim artık ama bir taneden zarar gelmez...”

“Çok gurur duyuyorum ben, ki sevmem böyle konuşmayı. Yedi düvele gösterdiniz bir Müslüman’ın hakikatini”

“Hakikat?”

“Hakikat insana verilmiş bir hediyedir. Cili, bunu ‘İnsan-ı Kamil’ de uzun uzun anlatır. Hep o üç güvercinden sonra oldu bu hadiseler, koruyamadık, kıymetini bilemedik. Belki de bunda bir hayır vardır diye düşünmek icab eder.”

“Bak Hoca, ikidir senin ayağına geliyorum. Önce güvercin mevzusu, şimdi bu Kayıp Çocuk belası nedeniyle. Ki sen benim büyüğümsün, her zaman da saygım sonsuz ancak şu anda, başbaşayız. Sadede gelsek.”

“Değiliz, hiç değiliz. Allahü teala her zaman yanımızda. Burası el ülkesi, elin eli kulağı her an aramızda. Ahhh memleketimin şu alelade baklavası bile ellerin ziyafetinden daha hayırlıdır vallahi ki daha hayırlıdır.”

“İsrail midir, Suudi Arabistan’daki o sapık prens midir, yoksa Amerika mıdır veya Ruslar mıdır? Kim var bu işin arkasında bilmiyorum ama mesele artık boyumuzu aşıyor. Rus komünüstlerinin bu tip projeleri varmış eskiden. Üzerimde baskı korkunç. İnsanlar sokaklarda. Bizim Fatma’yı zor aldık aralarından, Esad’ın adamları mı, PKK’lılar mı var? Ümmeti Muhammed ikiye bölündü. Dokuz yaşında bir sabi dünyayı böldü. Bu sabah Washington’da beş Peru’lu gözümün önünde kendilerini yaktılar, hepsi öldü.”

“İmamü’s Sakaleyn hepimizi sınıyor. Bunlar imtihan günleri. Ne yazık ki bilgim yoktur, bir hiçim ben, dua eder dururum burada.”

“Madem öyle, desene şu seninkileri boru hattından komisyon taleplerini %21’den %20’ye indirsinler, bir puancık insinler, hem düz hesap olur”

“Bak işte. Hep böylesiniz. Şu bayat baklava kadar haysiyetim olsaydı keşke... Rahmetli de aynı böyleydi, tam onun talebesisin. Bu dünyevilik, bu batılılık...”

“Başbaşayız burada. Birbirimizi tanıyoruz. Bırak bunları, Allah’ın adını andım bir normale geç Hoca, Allah aşkına yahu... “

“Özel Yetkili Mahkemeler’le %50 almak kolay. İşi bitince şu baklava parçası gibi kenara atılmak evlatlarıma ağır gelmez mi? Bu garipler de kayıp çocuklar değil mi? Herkes bize düşman olsun, İttihatçılar ölüm yeminleri etsin, ben usturanın ucunda, bu güzel amaçlara hizmet için çırpınayım, bir de böyle çiğ sözler duyayım. Ağlamak geliyor içimden. Rabbim maksuddur, matlub, mahbub ve de mabuddur. Hepimiz birer yolcuyuz, hancı değil.”

“Peki bu çocuk mehdi mi sahiden? Veya mesih mi? Doğum gününü doğru söylüyorsa, 21 Aralık 2012’de, on yaşına basacak. Deccal mi yoksa?”

“Bilemem.”

“Hayır dersen, tansiyonun düşmesine yardım edersin... Bak biz de her yerde, her aşamada kolaylık peşindeyiz. Oylar başaşağı iniyor. Neticede o kızılbaşa mı gideceksin? Aynı gemideyiz ve batıyoruz. Bir şey söylesen büyük faydası olur.”

“Bilemem.”

“Bilemem ne demek Hoca? Bildiğin bir şey mi var yoksa?”

“Bunu da bilemem.”

“Haspinallah ve nimel vekil... Bak, namaz saati geliyor, mübarek gündeyiz. Bir cevabın yok mu?”

“Cevabım ne olabilir ki? Allah abes hiçbir şey yaratmamıştır, her işte pek çok hikmet vardır. Lakin sizin anlayışınızla, bizim anlayışımız arasındaki temel fark da şudur ki, siz Batılı gibi düşünürsünüz, Batı ahlakı, Batı zihni bir kanser gibi veyahut ur gibi düşünce dünyanızı tahrip eder. Bilgi bir hiçtir, zahirdir. Bilgiye iman en az tersi kadar tehlikelidir. Belki de bu çocuğun sırrını bilmek derdine çok da düşmemek gerek. Belki kimse daha fazla bir şey bilmemeli. Belki rabbim de, bilmemizi istemiyor. Ebu Hanife de bir çocuk idi ama soyu sopu belliydi. ”

“Peygamber efendimiz hakkında ağza alınmayacak sözler ediyor. İlk duyduğumda bir tokat atasım geldi, anasını babasını bulsam ellerimle döveceğim. Yüz bin kere tövbeler olsun, ‘Bırakın şu üçkagıtçı tüccarı’ diye konuşuyormuş. Televizyona çıkması, gazetelerle konuşmasını yasakladık. Yasakladıkça da hurafeler ve alaka büsbütün artıyor. Obama istiyor, Çinliler istiyor. Ne yapacağımı bilemiyorum. Kimse de bilemiyor.”

“Bilmeyin efendim bilmeyin... Hiçbiriniz bilmesin. Bütün mesele de bu. Konu kimse bir şey bilmeden kapansın bitsin. Herkes rahat bir nefes alsın.”

“Nasıl yani? El kadar çocuğu?”

“Tövbe tövbe, haşa... Fütühat-ı Mekkiye’yi okudunuz mu?”

“Elbette...”

“İtibar da insanlar gibi fanidir. İtibarı öldürünüz. Şan ve şeref Kuran’a iktidad ve Resulallah’a ittibad’dan ibarettir. Gerisi teferruattır. Bu çocuk filan teferruattır, hak yolunda bir engelin bu rezil baklava kadar değeri yoktur.”

“Türkiye’nin en iyi baklavasını ellerimle getirdim...”

“Değeri yoktur, hiç yoktur. Benim de yok. Ben kimim ki? Denizde bir avuç su. Vallahi ağlayacağım. Brüt gelir üzerinden %25 ister bizimkiler, hesap da düz olur böylece. Hadi namaz kılalım. Çekin şu bozuk baklavayı önümden.”