Nuri Bilge Ceylan, sinemanın estetiğiyle içimize işleyen bir ziyaret inşa etmiş. Filmdeki birey-toplum ikiliğine bir göndermeyle iki düzlemdeki iyileşmenin de travmayı hatırlayarak ve hatırlatarak gerçekleşeceğine inanıyorum.

Kayıtsızlığın politikası
Fotoğraf: IMDb

Selin PELEK*

Nuri Bilge Ceylan’ın magnum opusu denilebilecek ölçüde iddialı bulduğum Kuru Otlar Üstüne’yi bir eğitimci ve Ankara Katliamı mağduru olarak izledim ve bu yazıyı yazmaya dair motivasyonumu bu ikisinin bileşkesine borçluyum.

NBC sinemasına aşina olanlar için genel bir değerlendirme ile başlayayım. Kuru Otlar Üstüne hem bir devam hem de bir makas değişikliği filmi. Devam filmi; çünkü yine “insan olma”nın genel geçer hallerini taşra sıkıcılığı üzerinden anlatıyor. Uzak, İklimler, Kış Uykusu ya da Ahlat Ağacı'nda olduğu gibi mevsime -son filmde özel bir göndermeyle baharı olmayan bir yerde yalnızca iki mevsime- ait panoramik görüntüler filmde neredeyse oyuncular kadar yer tutuyor.  Yine önceki filmlerden alışkın olduğumuz şekilde bir mikro kozmos üzerinden evrensel ikilikler içeriyor. Makas değişikliği var; çünkü ilk defa hiç beklemediğimiz bir anda Brechtyen bir yabancılaşma efekti izliyor ve şaşırıyoruz. Örgütlü olmasından gururla bahseden katliamda bacağını yitirmiş politik bir karakter; babası gözaltında kaybedilmiş, kendisi çıkış yapmak isteyen daha da politik Kürt bir karakter; alkole düşmüş eski solcu karakter ve arka fonda çiçeğiyle, masa takvimiyle AKP’nin yandaş memur sendikası. Nuri Bilge’den hiç izlemediğimiz kadar politik göndermeleri olan bir film izliyor ve yine şaşırıyoruz.  

VAZGEÇMİŞ ÖĞRETMENLER 

Öğretmen Samet çok katmanlılığıyla filmin merkezinde yer alıyor. Bir ortaokul öğretmeni üzerinden pedofili gibi hassas bir konuya izleyicinin kafasını fena halde karıştırmak pahasına bir iç hesaplaşmayla girişmek şapka çıkarılacak bir cesaret örneği. Musab Ekici, Kenan rolünde oldukça etkileyici bir iş çıkarmış; en az Merve Dizdar ve Deniz Celiloğlu kadar başarılı olduğunu belirtmek gerek. Alevi olmasından kaynaklı doğal bir muhalifliğin kıskacını, kendisini belli etmeme/edememe halini, köylülüğünü aşmak için hayallerinin sınırlarını belirleyen zamanın ruhuna uygun klişe merdivenleri izleyiciye aktarmada kusursuz bir karakter olarak öne çıkıyor.

Filmi bu denli etkileyici kılan en temel özelliğinin ise yalın gerçekçilikte yattığını düşünüyorum. Nuri Bilge Ceylan’ın kamerası karlar altında ücra bir köyde internet siparişleriyle hayata tutunan; geleceklerini hazırladıkları çocuklara birer cevher gözüyle bakmaktan vazgeçmiş; herhangi bir değer sistemine uzak kalmayı yeğleyen; tayin hayallerinin, hizmet puanlarının, dandik projelerin dünyasına hapsolmuş öğretmenleri filtre kullanmadan çekiyor. Filmde bu yabancılaşma halinin aktarıldığı iki çarpıcı sahneden söz etmek isterim: İlki Samet’in sınıfta çocuklara öfkesini, onları bekleyen hayatı “zenginleri rahat ettirmek için patates yetiştiriciliği” ile tarif etmesi ve bunu söylerken yüzündeki nobran ifade. İkincisi ise Samet’in hiç dikkatini çekmemiş ama yoksulluğu her halinden belli öğrencisinin yardım olarak gönderilen botu kardeşine verdiğini fark ettiğinde umarsızca arkasını dönmesi.

APOLİTİZMİN ERKEK HALİ

Samet ve Kenan’ın mesleklerinin manevi tüm değerlerine yabancı hallerinin hayatlarının diğer alanlarına da sirayet etmesi kaçınılmaz. Bu iki karakterin politik bir kadınla; üstelik etrafa saçılan bilyeler, geç gelen ambulans, taksicilerin yaralıları almak istemeyişi gibi detaylar üzerinden Ankara Gar Katliamı olduğunu anladığımız trajik bir olayda bir bacağını kaybetmiş bir kadınla, diyaloglarındaki kayıtsızlığın hem herhangi bir ideale yabancı kuru ot misali yaşamlarının hem de toplumsal cinsiyete dair bir tutumun sonucu olarak okunabileceğini düşünüyorum.

Bu noktada bir parantez açmak ve sıkı bir NBC takipçisi olarak Bir Zamanlar Anadolu’da, Kış Uykusu ya da Ahlat Ağacı’nda bir türlü derinleşemeyen, filmlerin yüksek vasfına nazaran sıradan kalan kadın meselesinin, Kuru Otlar Üstüne’de yaşayanın çok net anlayabileceği bir incelikle tam on ikiden vurulduğunu söylemek durumundayım; ki bu uzun filmin bana en fazla duygusunu geçiren sahneleri tam da bu kayıtsızlığı içerenler oldu.

Karşılarında birinin münasip gelin adayı, diğerinin ise çetin bir erkek rekabeti üzerinden ilgilendikleri bir kadın olmasına rağmen kendisini sakat bırakan olayı geçiştirmeye çalışıp, kadının almayı düşündüğü arabaya olanca enerjileriyle odaklanmaları yönetmenin rafine gözünün ispatı.

Sadece solcularla kısıtlarsam haksızlık etmiş olurum; kadınların gündelik hayat içerisindeki politik tavırları maalesef şu yaşıma dek istisnasını görmediğim bir yok sayılma meselesi. Hele ki flörtöz bir sahne kurulmuşsa…

Bacağınızın kopmuş olması ve sizi bacağınızı kopma noktasına kadar götüren mücadeleniz -yine haksızlık etmemek adına kümeyi küçülteyim- sizin bir tık altınızdaki politiklik düzeyden başlayıp apolitizme giden koca bir yelpazede geçiştirilecek bir “özellik” olarak görülür ve araba muhabbeti gibi sığlığı malum herhangi bir konuya atlandığında yüzlerdeki rahatlama tam da cinsiyetçiliğin politikliğini gösterir. Filmin bu erkeklik halini bu kadar narin bir yerden ilerletmesi; bireyci ve dışarıdan Samet’in, bölgeden Alevi bir köylü çocuğu Kenan ile bu kayıtsızlıkta ortaklaşması; “çok kötü bir olay bu yaaa”yı aşmayan son derece yüzeysel, hatta trajedinin boyutuyla orantısızlık babında ciddiyetsiz tepkilerle kuramadıkları ya da kurmayı önemsemedikleri duygudaşlık bana göre toplumsal cinsiyet bağlamında izleyiciye verilen incelikli bir mesaj.

Bu kadar övgüden sonra iki nazar boncuğunu belirtmeden geçmek istemem. Samet’in misafir olduğu ücra Erzurum ilçesinin alelade bir evinde Nuray’ın ayakkabılarla içeri girme önerisini çok benimseyemedim. Bu gecenin Kenan’a “havasının basıldığı” sahnede ise günün Pazar olduğunun söylenmesi ve bir gün öncesinde Samet’in ilçe Milli Eğitim’e idari bir iş için gittiği yalanı hafta sonu tatillerini özümsemiş Kenan’ın yemeyeceği türden bir acemilikteydi. 

TRAVMAYI ZİYARET ETMEK

10 Ekim Ankara Katliamı üzerine ancak beş sene sonra yazabilmiş ve iyileşmek için travma yerlerini ziyaret etmenin gerekliliğinden bahsetmiştim. Nuri Bilge Ceylan, sinemanın estetiğiyle içimize işleyen bir ziyaret inşa etmiş. Filmdeki birey-toplum ikiliğine bir göndermeyle iki düzlemdeki iyileşmenin de travmayı hatırlayarak ve hatırlatarak gerçekleşeceğine inanıyorum. Bu yüzleşmeyi sağlayan elimizdeki en iyi araç sanat. En azından şimdilik.

*Akademisyen