Kel Hasan, Komiki Şehir Naşit’in ustası olmakla beraber, Muhsin Ertuğrul öncesi tiyatromuzun da simge isimlerindendi. İsmail Dümbüllü’nün de ustası olan Kel Hasan’ın kavuğunu ve takkesini herkes duymuştur.

Kel Hasan’ın kayıp mezarı bulundu
Kel Hasan’ın çerçeve büyüklüğündeki mezarı Karacaahmet’te bulundu. (Fotoğraf: Arşiv)

Tekin DENİZ

Türk Tiyatrosu öldü, diyenleri duyunca, yahu dedim şu rahmetlinin cenazesine gidip iki dua edelim, sevaptır. Nihayetinde o kadar emeği var üzerimizde. Ne var ki ortada ne bir ölü bulabildim ne de mezar. Hani dedim hiç değilse imam efendinin “Nasıl bilirdiniz?” sorusunu gönül rahatlığıyla “İyi bilirdik” diye cevaplayanlara ulaşayım ama o da yok.

Bir Türk Tiyatrosu olması için bir Türk Tiyatrosu tarihi olması gerekmez mi? Oyunları, afişleri, salonları, eleştiri yazıları, fotoğrafları, program dergileri, hatıraları ve daha nicesiyle? Neresinden tutsak derme çatma sesler yükseliyor. Çoğu zaman iki kuşaklık bir aktarıma bile rastlamak çok zor oluyor. Kimsenin kimseden haberinin olmadığı, herkesin dilinin döndüğünce, herhangi bir yetkinlik gözetilmeden icraya giriştiği bir sanatın elbette yatacak doğru düzgün bir yeri olmaz. Ölürsün, başucuna gelip bir dua okuyanın dahi olmaz.

Sinema ve tiyatro tarihimizin en ünlü aktrislerinden birinin kabrini çocukları Zincirlikuyu’daki yerinden alıp başka bir yere taşıdılar. Zira Zincirlikuyu’daki mezar yeri iyi para ediyordu. Sattılar. Şu memlekette tüm ömrünü sanata vakfetmiş bir aktrisin ölüsü bile huzur bulamıyorsa kime neyi anlatıyoruz ki biz? Bu işleri takip eden, gerektiğinde hemen müdahil olup çözümler üretecek bir kurumumuz neden yok? Dahası bu kadrolarda neden ilgili alanda ehil kişiler yok?

Mezar taşında “Türk Tiyatrosu’nun Kurucusu” yazan Burhaneddin Tepsi’nin kabrini de tesadüfen bulduk. Bulduk dedimse, ayağımıza takılan, yarısı toprak altında kalmış bir mermeri merak edip sildiğimizde, üzerinde yazılanları okuduğumuzda ortaya çıktı bu acı gerçek. Muhsin Ertuğrul’un da hocası olan Burhaneddin Tepsi’ye edilen bu vefasızlığı da bilmem nereye koymalı?

Sorun bir değil ki anlat anlat bitmez. Neresinden tutsak elimizde kalacak. Ne diyorduk? Kel Hasan’ın kayıp kabri diyorduk. Kel Kasan kimdir? Eh işte bu da ne kadar biliniyor emin değilim. Kel Hasan merhum, meşhur Komiki Şehir Naşit’in ustası olmakla beraber, Muhsin Ertuğrul öncesi tiyatromuzun da simge isimlerindendi. Aynı zamanda İsmail Dümbüllü’nün de ustası olan Kel Hasan’ın dilden dile dolaşan kavuğunu ve takkesini az çok herkes duymuştur. Kel Hasan merhum ile ilgili ne yazık ki etraflıca yapılmış bir çalışma olmadığı gibi hayatıyla ilgili de dişe dokunur bilgiler pek az. Çoğunlukla tevatürden ibaret bilgiler çıkıyor karşımıza. Vaziyet böyle olunca düştük yollara. Sorduk soruşturduk, arşiv belgelerini karıştırdık, Kel Hasan’ın kabri ile ilgili bir ipucu elde etmeye çalıştık. Çeşitli kaynaklarda merhumun kabrinin Karacahmet’te olduğu yazsa da belirgin bir mezar taşı olmadığından ve kitabede ne yazdığını bilmediğimizden işimiz zordu.

Velhasılıkelâm bir gün bir sahafın raflarını karıştırırken bir kitabın içinde İsmail Dümbüllü ile yapılmış bir söyleşi buldum. Ne yazık ki bu söyleşinin yapıldığı dergiyi bilmiyoruz çünkü bu sadece iki yapraklık olan dergi sayfası oraya emaneten konulmuş şekilde duruyordu. İşin güzel yanı, Kel Hasan’ın kabrini ararken İsmail Dümbüllü elimden tutmuştu. Olacak iş mi yani! Gökte ararken yerde buldum dedikleri bir tesadüf oldu! Dümbüllü bu söyleşide ustası Kel Hasan’ın kabrinin tam olarak yerini tarif etmekle kalmıyor, mezar taşında ne yazdığını da bize aktarıyordu. Bu neden mühimdi? Neden olacak, bu memlekette milyonlarca Hasan var. Mezar taşında gördüğümüz hangi Hasan bizim meşhur Kel Hasan’dır bilebilmemiz için söz konusu bilgi oldukça mühimdi. Şahsen Karacaahmet Türbesi dolaylarında birkaç gün dolanıp bakındım, fakat istediğim sonucu elde edemedim. Zira Dümbüllü, ustası Kel Hasan’ın varlıklı olduğunu ve güzel bir taş yaptırdığını söylüyordu. Ben de büyükçe bir taş aradım hep. İşin içinden çıkamayınca Üsküdar’ın en iyi kent tarihçilerinden, arkadaşım Sinan Yılmaz’a haber ettim. Sinan Yılmaz birkaç gün sonra telefon edip: “Tekin, galiba bulduk” dedi. Haberi alır almaz uçarak gittim. Sahiden de tastamam Dümbüllü’nün tarif ettiği mezardı bu. Yazılanlar da birebir aynıydı. Fakat hiç de beklediğim gibi gösterişli bir mezar taşı değildi bu. Küçük, ortalama bir çerçeve büyüklüğündeydi. Üzerinde de eski yazıyla şu satırlar vardı:

HÜVELBAKİ

Topkapı Sarayı Hümayunu Hastalar Ağası Mehmet Efendi’nin Küçük Mahdumu Şehri Hasan Hasan Efendi Ruhuna Fatiha. 18 Mart 1340

Haberi tiyatro camiasının değer verdiğim bazı isimleriyle paylaştım. Çok heyecanlanmıştık. Nihayetinde Orta Oyunu, Tulûat, Karagöz gibi değerler her anıldığında herkes canla başla “Evet canım, bunlar çok önemli değerlerimiz” der dururlar. Fakat ne oldu biliyor musunuz? Türk Tiyatrosu’nun bu âbide isminin kabrine gelip bir dua okuyan, iki damla su döken bile olmadı. Bu vaziyeti gören Kel Hasan hâl diliyle ayağa kalkıp şöyle dedi sanki o an:

“Tekin evlâdım, ben bilmiyor muyum öldükten en fazla 40 gün sonra unutulacağımı. Ne diye hatırlatıyorsun ki bana bu devranın vefasızlığını?…”

Haklısın Kel Hasan ustam haklısın. Bir ayıp ettik, sizin toprağınızın sükûnunu bozduk. Siz orada Abdi Efendi, Naşit, Kavuklu Ali, Küçük İsmail, Peruz, Şamram ve İsmail Dümbüllü ile öte âlemleri güldürmeye, neşe saçmaya devam edin. Yattığınız yer nûr olsun. Ellerinizden öperim.