Kimi BirGün yazarları yağmuru bekleyen sarnıçlar gibi tatili beklerken, son çeyrek yüzyılın en uzun tatilini bitirdim işte....

Kimi BirGün yazarları yağmuru bekleyen sarnıçlar gibi tatili beklerken, son çeyrek yüzyılın en uzun tatilini bitirdim işte.

Lezzetli bir dinlenceydi. İçtik o lezzetli şerbeti. Hiçbir lezzet tümüyle senin değildir derler. Lezzetin bir kısmını İstanbul’u bekleyenlere bıraktık.

Tatil bitti. Yaz bitti. Evi bahçedeki mandalina ağacına emanet edip çektik kapıyı ardımızdan. Yitmiş ahlatlara teslim ettiğimiz Ankara’ya geri döndük.

Döndük de ne oldu?

Zamanı içinde saklayan ceviz, cevize öykünen kiraz mı karşıladı bizi? Yok, hayır….

Çingene bohçası hayat.

Rus gemileri Poti’de, Boğazlardan geçen ‘insani yardım gemileri’ Batum’da.

Artık hiçbir faşist çırpınırdı Karadeniz türküsü söylemiyor.

Pekin’de havai fişekler, İstanbul ve İzmir’de bombalar patlıyor.

Suya, elektriğe, doğalgaza, ota, boka zam geliyor. Çarşı-pazar yangın yeri, bir de üstüne ağustos sıcağı. Çarmıhına âşık İsalar eriyor sokaklarda.

Tuz Gölü küme düşüyor yüzde 85’i yok olmuş son yüzyılda. Göller, akarsular kururken, olmayan suda arsenik….

“Derelerimiz sazansız, minarelerimiz ezansız, ülkemiz nükleer santralsız kalmasın” diyor Enerji Bakanı.

Eğer ebekuşağı ömürlü

Olmasaydı yalan,

Hoş olmaz mıydı

Çevrecinin daniskası bir Başbakan?

Böyle bir Enerji Bakanı’na çevreci bir Başbakan yakışmaz mıydı?

Yakışanı, yakışmayanı, tüm bu yaşananları,kulvar değiştirenleri, daldan düşenleri, gazetemize küfredenleri, ve de dinlence varsılı gözlerimi gören koca nenem, “Kendimi kabuksuz salyangoz gibi hissediyorum oğul” diyor ve ileniyor;

“Kelaynaklar yesin hepinizi.”

•••

Fukuyama ‘tarihin sonu’ derken (bu günün pek çok sağlı-sollu liberali gibi..); “İşçi sınıfı diye bir bütün kalmadığı için, sınıfla sermaye arasında bir uzlaşmaz çelişki-gerilim de kalmamıştır. Artık herkes aynı gemide” söylemiyle küresel kapitalizmi mutlaklaştırıyor, doğal kılıyor. Tuzla Tersanelerinde inşa edilmeyen bu küresel gemide ulus-devlet sönümlendirilir, kamu mal ve hizmet üretimi özelleştirilirken, sermaye özel sektör olarak yerini alıyor. İşçi-emekçi,esnaf,köylü kesimi ise Sivil Toplum Kuruluşları ( STK ) olarak geniş bir torbaya sokuluyor. Neoliberal uygulamalarla yok edilen sosyal devlet yerini sayısı hızla çoğalan STK taşeronlarına bırakıyor. Tarikat orijinli yardım kuruluşları gıdadan eğitime her alana kol atıyor. Parlamentoda daha çok kadın olsun isteyen kadın kuruluşları parlamentoya giren kadınların neoliberal yıkım politikalarını sorgulamıyor. Derin devlet çeteleri STK örgütlenmesiyle milyonları alanlara sürüklüyor.

2000 yılında bir panelde konuşan Hrant Dink ise bakın ne diyor; “ Siyasetçilerin sık sık tekrarladıkları bir söz vardır. ”Her şey devletten beklenmemeli, halk katkıda bulunmalı” diye. Doğrusu ben bir sivil toplum örgütünün devlete destek için değil onu denetlemek için kurulması gerektiğine inanıyorum. Devletin oluş nedeni zaten bizim ona destek olmamızı istediği hizmetlerin bilfiil yerine getirilmesi değil mi? Dolayısıyla biz bu hizmeti yerine getirecek olan devleti denetlemek için bir STÖ oluştururuz. Ama eğer ona destek olacaksak ve bu desteği verirken de aynı zamanda vergimizi vermeye devam edeceksek, ‘biraz devletçi bir STÖ olmaz mıyız?’ diye bir soru aklıma takılıyor.”

Hrant Dink kendince uçuk bir öneriyle sözlerini tamamlıyor. ”Bu denetimin adına belki ‘Halkın Denetim Meclisi’ diyebiliriz. Kısaltırsanız HADEME diye bir şey çıkar değil mi? Bu kelime ‘hizmetkâr’ demektir, biliyorsunuz. Zannederim bu hepimize çok yakışır.”

Geçen hafta giriş yaptığımız bu STK-DKÖ konusuna devam etmek istiyorum. Haftaya konuyu biraz daha dallandırıp, budaklandıralım.

Bu arada BirGün’e ve BirGün üzerinden devrimci, demokrat herkese çirkin saldırı sürüyor, üzülerek izliyorum. Başta Hrant Dink olmak üzere gazeteyi yaratan ve yaşatmaya çalışan herkese, Hrant’ın deyimiyle hademelere -büyük haksızlık ediliyor. Bu haksızlığı reva görenlere Murathan Mungan’dan bir dörtlük;

Aydaki kurt adam,

bir başka yaşam nasıl geçerdi aklından?

olanaklar kendini başkalarına saklarken

kim korkar hainin dargınlığından?