Çok fazla bir şey ifade etmese de biliyorum artık; burada, Paris’te yaklaşık 2.260 km uzaklıktaymışım İstanbul’dan. Bir yerden sonra

Çok fazla bir şey ifade etmese de biliyorum artık; burada, Paris’te yaklaşık 2.260 km uzaklıktaymışım İstanbul’dan. Bir yerden sonra üç bin, sekiz bin fark etmiyor. Hayret ediyorum bazen; yolculuklarda nasıl da sıyrılabılıyoruz her şeyden. Kendimizden bile. Korkmuyor değilim aslında kendimden. Düşünebileceklerimin varacakları yerlerden, o yerlerde kaybolmaktan, yolumu bulmaya çalışırken çekeceğim ıstıraplardan. Ama duymamazlığa geliyorum içimden geçen cümleleri. Kalabalığın içinde çok az duyuluyorlar zaten. Bir boşluk bulup başıma bela olacaklar biliyorum ama bilmemezliğe geliyorum. Bütün sorular, cevapların getirdiği hüzünler bir hastalık gibi bu vakitlerde bir boşluğunu bulup ilerleyebilir içimde. Sevgiyle uzaklık bir araya geldiler mi tonlarca ağırlık çöküyor insanın kalbine. Ne kötü ille de bir ayrılık gerekiyor bazen sevgilerin değerlerini gerçekten hissetmemiz için.
Dün güneşin altında Galata’dan Çukurcuma’ya yürüyordum. Çektiğim fotoğrafların neredeyse hiçbirini tam anlamıyla beğenmiyordum. İstanbul’la konuşacak yüzüm yoktu. Her döndüğümde daha da güzelleşiyor. Çirkinliği bile güzel gözüktü sanki bu sefer. Ya da ben öyle gördüm onu. Onu öyle güzel görünce de duygusal konuşmalar yapıp, ne onu ne beni gereksiz gözyaşlarına sürüklemek istemedim. Ama yine de “Başka bir şehre götürsem bütün sevdiklerimi orasını da böyle derinden sevebilir miyim? Şimdi karşımda dikilen bu gri binalarin üzerinden geçen yağmur bulutları bana güneşi daha da özletmeyecek mi? Güneşi özlediğim için mi istemeyeceğim yağmurun yağmasını?” diye kendime sormadan da edemedim. Dün bütün bunları düşünürken bugün güneş buluta, sıcak hava dalgaları rüzgârlara dönüştü. Dün beğenmediğim fotoğraflar bugün güzel gözüktüler gözüme.
Şimdi, Paris’te düşünceler beni evde yalnız yakalamasın diye kendimi sokaklara vurdum. Olsun. Bütün gün yürüsem akşam eve gelip oturuncaya kadar hissetmem yorulduğumu. Şimdilik evimin burası olduğuna alıştırmam için kendimi, saatlerce yürüyorum... Aynı yollardan, aynı sokaklardan geçiyorum bazen. Ezbere biliyorum kesişme noktalarını. Parislilerin bu ay terk ettikleri şehirlerinin dar sokaklarına giriyorum en çok da. En çok onları seviyorum. Köprülerinden geçiyorum. Altımdan sular, zamanlar geçiyor. Fotoğraflar çekiyorum. Siyah beyaz olanlar en güzelleri. Bir banka oturup gösterişli binaların camlarından içeriye bakıyorum. O güzel evlerde oturanların nasıl insanlar olduklarını görmek istiyorum. Bu mesafeden onlara bir hikâye yazarım kafamda diye bekliyorum. Kimse gözükmüyor. Sıkılıp gidiyorum. Nereye olursa. Sağa dönmüşüm sola gitmişim önemi yok. Herkes bir yerlerden bir yerlere gidiyor. Ben ortasındayım her  şeyin. Gidecek bir yerim yok. Çayım da sigaram da tat vermiyor.