Önderoğlu, “Öyküdeki karakterlerin kendi iç hesaplaşmalarının, kendileriyle yüzleşmelerinin okurda da bir şeyleri tetiklemesi ve ona yansıması çok önemli” diyor

Kendimizle yüzleşmeden başkalarına yakın olamayız

KADİR İNCESU

Bir söyleşimizde, “Yazmayı bir varoluş biçimi olarak görüyorum” diyen Neslihan Önderoğlu, Can Yayınları tarafından yayımlanan yeni öykü kitabı ‘Yakınlık Korkusu’nda kahramanlarının ‘var olma’ mücadelesini anlatıyor.

► Yakınlık ne zaman korku olmaya başlar?
Yakınlık bir tehdit olarak algılanmaya başlandığı zaman korku olmaya başlar bence. Peki, nasıl olur da yakınlık bir tehdit olarak algılanır? Asıl sorun burada. Bir başkasına yakınlaşmanın sizi tehdit edebilmesi için mutlaka ondan saklamak istediğiniz bir şeyler vardır, kendinizi açmak, bütünüyle ele vermek istemezsiniz. İçinde yaşadığınız bir düzen, rutinleriniz, size biçilen rol kalıpları bütün bunlar sizin güvenlik alanınız. Hal böyle olunca o konforlu alanın dışına çıkmak rahatsız edici olabilir. İnsanın başka birine yakın olabilmesi için önce kendisine karşı dürüst olması gerekir.

► ’Hoşça Kal Lili’de dikkat çektiğiniz anlamak, anlayamamak daha doğrusu anlamaya çalışmamak günümüzün en önemli sorunudur diyebilir miyiz?
‘Hoşça Kal Lili’ isimli öyküde hayatının son demini yazlık evlerinin bulunduğu kasabada geçirmek isteyen hasta karısı Lili’nin öldükten sonra gömülebileceği bir yer arayışı var öykü kahramanının. Ancak bir sorun çıkıyor karşısına: Lili Müslüman olmadığı için kasabadaki mezarlığa gömülmesine izin vermiyorlar. Bir yandan çok sevdiği bir insanı yitirmenin acısını yaşarken öbür yandan onu nereye gömebileceğinin kaygısını taşıyor yaşlı adam. Burada hem çaresizlik hem de dışlanmışlık devreye giriyor. Yani adamın imamla konuşmalarına dikkat ederseniz, insanın gömülebileceği bir ağaç altını bile ondan esirgemek, sistemin insan karşısına çıkardığı -en iyimser tanımla- anlayışsızlık ve empati yoksunluğudur.

► Öykü karakterlerinizin yaptıklarından çok yapamadıklarını öne çıkarmanızın nedeni nedir?
Sadece öykü ve romanda değil, gerçek hayatta da bizi biz yapan şeyler yaptıklarımız kadar yapamadıklarımızdır da. Biz hayatta başardığımız, yapabildiğimiz şeyler kadar hayal edip yapmaya asla cesaret edemediğimiz içimizdeki ukdelerin veya yapmaya kalkışıp da bir türlü beceremediğimiz başarısızlıkların da bir toplamıyız. Benim öykülerimde de kahramanlar ya bir tercih olarak edilgenliği seçtikleri için yapmadıkları veya yapmayı çok istedikleri halde muktedir olmadıkları için bir türlü gerçekleştiremedikleri şeylerle de varlar.

► Öykülerinizde pek dikkat çekmeyen karakterlerin de bir anda öne çıkabilmesini öykücülüğünüzün önemli özelliklerinden biri olarak yorumlayabilir miyiz?
Evet böyle bir şey var galiba. Öykünün kurgusu içinde bazen birisi ortaya çıkıyor, çok geçmişte kalmış bir arkadaş, pek az görüşülen bir kardeş ya da öykünün ana karakterleri ile aynı mekânda yolları kesişen bir yabancı. Bu kişiler öyle bir şey söylüyor veya yapıyorlar ki bazen ana karakterin kendini sorgulamasına bazen de görmek istemediklerini görmesine neden oluyorlar. Bunun en belirgin örneği ‘Ulla’ isimli öyküde var. Ulla aslında öyküdeki karavan tatiline çıkmış genç karı kocanın kaldıkları kampın işletmecisinin İskandinav asıllı karısı. Ama anlatıcı kadınla öyle bir karşılaşma anları oluyor ki bir kırılma noktası gibi öykü başka bir şekle bürünüyor. Hatta öyle ki Ulla ismini öykünün kendisine veriyor.

► En önemli özelliklerinizden birinin de öykü bittikten sonra da okurda yarattığınız ‘merak’ duygusudur diyebilir miyiz?
Ben açık uçlu metinleri seviyorum. Romanda da böyle, öyküde de. Özellikle öykü okurundan fazlasıyla katılım talep eden bir tür. Bu nedenle bazı şeyleri okurun hayal gücüne bırakmak en iyisi. Ama bizim kültürümüzde o kadar çok kesin sonlara, keskin bitişlere alıştırılmışız ki genellikle söyleşilerde “ondan sonra ne oldu?” diye sorarlar. Ben de her seferinde aynı yanıtı veririm: “Siz nasıl düşündüyseniz öyle oldu.” Kurgu içinde tek bir ‘son’dan söz edebilmek kurgunun mantığına bizzat aykırı diye düşünüyorum. Her son başka bir başlangıç değil midir? Çünkü hayat tek bir yere açılmayan çok bileşenli bir denklem.

► Yarattıkları sınırın dışına çıkamayanlar, çıkmaya çalışır gibi yapanlar. Dikkat çekmek istediğiniz o ‘an’ı anlatır mısınız?
O an bir kırılma anı aslında. Yukarıda da bahsettik az çok. Normal hayat sürüp giderken beklenmedik bir şey olur ya da hiç beklemediğiniz biri hayatınıza çok kısa bir süre dahil olup size o debelenip durduğunuz tekdüzeliğin içinde bir pencere açar ve dışarı çıkıp kendi hayatınıza dışardan bakma fırsatı sunar. Hepimizin hayatında böyle kırılma anları olmuştur. Burada yeterince cesareti olup da o pencerenin dışına çıkan çok az insan vardır. Çünkü insanların çoğu bilir ki bir kez dışarı çıkıp baktığımızda o eski hayata yeniden kaldığımız yerden devam etmek zordur. Bu nedenle insanlar görmezden gelir. Mevcut durumun sürmesi, statükonun devamı kolay olandır. Bundandır ki insanların çoğu hayatlarından yakındıkları halde onu değiştirmek için bir şey yapmazlar. Yarattıkları sınırın dışına çıkmak ister görünüp bir türlü çıkamazlar. Aksi ise yeni başlangıçlara ve sancılara gebedir. Ve kesinlikle değiştirip dönüştürür.

► Öykülerin okurdaki karşılığı da önemli. Yüzleşmekten çok yüzleşememek daha mı baskın çıkıyor?
Baskın demeyelim de daha olası diyelim. Öyküdeki karakterlerin kendi iç hesaplaşmalarının, kendileriyle yüzleşmelerinin okurda da bir şeyleri tetiklemesi ve ona yansıması çok önemli. Aslında böyle bir amacım olmasa da ister istemez her defasında okur kendi vicdanı ve aklı ile baş başa kalacak ve bir tür empati yapacaktır. Vakti zamanında bir okur “öyküleriniz beni rahatsız ediyor” demişti. Ben de “Ne mutlu bana” diye cevap vermiştim.

► “Sıradan şeylerin içine yerleşmiş büyülü anlarda” yanılgı ile gerçeklik arasındaki ince çizgide gidip gelen kahramanlarınıza müdahale ediyor musunuz?
Asla. Kahramanlar yola çıktıktan sonra başlarına buyruk hareket etmeyi severler. Bazen bir öykü veya romana başladığınızda belli bir karakter için düşündüğünüz bir şey bir bakarsınız ki bambaşka bir şeye dönüşüvermiş. Ben yazar olarak dışarda kalmayı tercih ederim. Zaten eğer herhangi bir müdahalede bulunursam o zaman okur orada hemen yazarın sesini duymaya başlar.

► 1.90’lık stoperler arasından 1.70’lik boyuyla kafa golü atan, bir anlamda beklenmeyeni yapan futbolcular gibi kahramanlarınız…
Futboldan pek anlamam ama benzetmeniz çok güzel. Öyküyü ilginç kılan da bu ‘beklenmedik’ olma hali değil midir zaten?