Kentlerimizi nasıl yeniden kuracağız?

Tayfun KAHRAMAN, Dr. Öğr. Üyesi

Silivri Cezaevi’nden yazdı. (Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47).

Büyük Kahramanmaraş Depremleri üzerinden iki ay geçti ve bugün en fazla sorulan soru çöken kentlerimizi nasıl yeniden kuracağımız. Soru sadece yapılacak yeni binalara ilişkin değil, daha önemli olarak yaşamın nasıl yeniden filizleneceği ile ilgili. İktidarın alelacele döktüğü betonların çare olmadığının herkes farkında. Bu sorunun sadece yeni binalar yaparak çözülemeyeceğini biliyoruz. Yıkılan tarihi kentlerimizin, yaşam alanlarının hafızasının nasıl geri kazanılacağı; ekonomik, sosyal ve demografik yapının nasıl canlandırılacağı soruları asıl gündemimiz olmalı.

Deprem bölgesinde yaşayanlar, dökülen beton miktarını değil, günlük hayatlarının ne zaman ve nasıl normalleşeceğini soruyorlar. Çünkü meseleye daha gerçekçi yaklaşarak iktidarın plansız programsız inşaat seferberliği ile bir normalleşme sağlanamayacağının farkındalar. Kent dışında, orman ve mera alanlarında, adeta hiçliğin ortasında yapılacak konutların bir şehir oluşturmayacağını, kent kültürünü ve hafızasını geri kazanılmasını, insanların eski yaşamlarına dönmelerini sağlamayacağını biliyorlar.

***

Depremzedelerin kentlerini ve yaşamlarını yeniden kurmak için ihtiyaç duydukları akla, bilime, katılımcı planlamaya dayalı bir yol haritası. Elbette deprem ile yıkılan kentlerimizde yaşamı yeniden kurmak uzun bir zaman alacak. Bu nedenle kentlerimizin daha sağlıklı ve güvenli olarak yeniden kurulması sürecinde bilim ve planlama disiplinlerinin ışığında hazırlanacak yol haritası hazırlanırken eşzamanlı olarak geçici barınma alanlarını oluşturmalı, öncelikle mağdur olanların sağlıklı ve yaşanabilir geçici barınma mekanlarına kavuşmalarını sağlamalıyız. Kentlerimizin yeniden ayağa kaldırılma sürecinde geçici barınma alanlarında prefabrik yapılar ile insanca yaşama koşullarını sağlayarak kalıcı çözümler sağlanıncaya kadar konforlu ve güvenli yaşam alanları kurmalıyız. Bu yeniden kurma sürecinde ilk olarak yapılan hatalara bakarak dersler çıkarmalı ve bir daha tekrarlanmamasını teminat altına almalıyız. Bu da yasa ve yönetmeliklerde yapılacak değişiklikler, denetim ve kontrol mekanizmalarını yeniden kurgulanması ve cezai yaptırımların kararlılıkla uygulanması ile işe başlamayı gerektirir.

Kararlı bir tavır sergilemeden, herkesin yaptığının yanına kar kaldığı bir sistem ile devam etmek yeni felaketler getirecektir. Yalnızca inşaat yapmaya dayalı yapılı çevre oluşturma alışkanlıklarını terk ederek; bilime ve tekniğe dayanarak, zemin çalışmalarından mimari detaylara kadar bir program içerisinde ve planlı bir biçimde yaşam alanları üretmeliyiz. Bunun için bugün iktidarın başlattığı kısa zamanda bina yapma telaşını bırakarak akla ve bilime kulak vermeliyiz. Kamusal görevlerimizi ne kadar hızlı ve çok sayıda bina yaptığımız gibi niteliksel çıktılar ile değil, ne kadar dayanıklı, sağlıklı ve güvenli yaşam alanları ürettiğimiz gibi niceliksel sonuçlar ile değerlendirebiliriz. Bu nedenle içinde yaşadığımız iklim krizi dolayısıyla ekolojik ve ekonomik açıdan yaşamsal önem arz eden boş kırsal alanlarda yeni yapılaşma ısrarını bırakarak, mevcut yerleşim alanlarında detaylı zemin incelemelerini içeren mikro bölgeleme çalışmaları ve diğer afet risk analizlerini yaparak, ekonomik ve sosyal verileri de göz önüne alarak imar planlarını yenilemeli ya da revize etmeliyiz. Buradaki önceliğimiz kentlerimizi dayanıklı ve sağlıklı yaşam alanları haline getirmek üzere afet öncelikli bir dönüşümü sağlamak olacaktır. Bugüne kadar kentsel dönüşüm faaliyetlerinin bütünüyle insafına terk edildiği müteahhitlik sistemini yetkin uzmanlığa dayanan, yasal ve teknik bir çerçeve ile kontrol altına almalı; mühendislik ve mimarlık hizmetleri ile yapı denetimde kamu ve yerel yönetimlerin sorumluluklarını arttırarak, meslek odalarının denetim yetkilerini genişletmeliyiz.

Belki de en önemlisi, umursamazca her yeri betonlaştıran inşaat yapma alışkanlıklarına son vererek; en temel hakkımız olan yaşam hakkını, sağlıklı ve güvenli konuta erişim hakkını savunmalı, bu talebimizde ısrarcı olmalıyız. Ayrıca inşaat yapma telaşı ile unutulan kentlerimizin ekonomik ve sosyal yaşamlarının nasıl canlandırılacağı sorusu da karşımızda duruyor. Büyük zarar gören kentlerde yıkılan iş yerleri ve kaybedilen, göç eden nüfus ile ekonomi de enkaz altında kaldı. Tüm ekonomik faaliyetleri durma noktasında olan, sanayi, ticaret ve tarım sektörlerinde yaşanan maddi kayıplar ve işgücü kaybı acil müdahale edilmesi gereken başka bir sorun olarak ortada.

***

Gelir kaybı nedeniyle göç eden iş gücü yanında, tüm birikimini kaybeden esnaf, küçük ve orta boy sanayi işletmeleri de kent hayatına yeniden katılmayı bekliyor. Kentlerimizin yeniden canlanması için faaliyete geçmesi şart olan bu sektörlerin öncelikle kamu kaynakları ile teşvik edilmeleri gerekir. Diğer taraftan ekonomik canlanmanın yanı sıra bölgede normalleşmenin sağlanması için bir diğer başlık da sosyal hayatın yeniden başlaması. Özellikle temel kamu hizmetleri etkin bir şekilde sunulmalı, bölgede yaşayanların eğitim, sağlık, kültürel ve sosyal faaliyetler gibi temel hizmetlere erişimlerinin sağlanması normalleşme sürecine katkı sunacaktır. Kamusal hizmetlere erişim sorunu devam ettikçe bölgenin demografik yapısında yaşanan sorunların artması kaçınılmazdır. Bu nedenle yapılması gereken öncelikli işlerden biri de geçici yapılarda da olsa temel insan hakları olan bu hizmetlerin etkin ve yeterli kalitede sunulması, hizmetlere erişimin kolaylaştırılmasıdır. Deprem bölgesinde ekonomik sorunlar nedeniyle de kendini güvende hissetmeyen ve kamunun kol kanat germesini bekleyen insanlarımızın belki de en önemli beklentileri tüm Türkiye’nin yanlarında olduğumuzu bilmek olacaktır. Deprem felaketi ile yıkılan kentlerimizi yeniden ayağa kaldırırken unutmamamız gereken bir gerçek var. Yalnızca inşaat yaparak bu kentlerde hayatın yeniden filizlenmesini sağlayamayız. Elbette yapılı çevrenin dayanıklı, güvenli ve sağlıklı bir hale getirilmesi; insanlarımızın kalıcı konutlarında korkmadan yaşamaları önemli. Fakat bunun yanında kentlerimizi yeniden kurarken onların ayrılmaz parçaları olan ekonomik ve sosyal canlılığı da yeniden sağlamalıyız. Benzer bir felaketin yeniden yaşanmayacağı bir yapılı çevre kurarken, en temel insan hakkı olan yaşam hakkını gözeterek, her vatandaşımızın güvenli, sağlıklı mekanlarda insanca yaşamasını bu sağlamak için ortak aklı ve bilimi egemen kılmalıyız. Bu çabamız ise ancak beton dökmeyi çözüm olarak sunan otoriter iktidar karşısında demokrasi, adalet ve özgürlük ortak değerleri çevresinde çoğulcu bir temelde kurulacak katılımcı yönetim sistemi ile mümkün olacaktır.