Şöyle bir e-posta alıyorum dün: “Pazar sabahı 10.00’da, YTÜ Beşiktaş Kampusu’nda 2. Kentsel Dönüşüm Zirvesi’ni protesto etmek amacıyla TMMOB Öğrenci Komisyonları olarak bir basın açıklaması yapacağız. Siz basın emekçisi arkadaşlarımızı da davet ediyoruz...”


Beni çıldırtan ne yok ki memlekette?! Önemlilerinden biri de bu siyasal erkin kentsel dönüşüm zırvalamaları... “Kentsel Dönüşüm, 6306 sayılı Afet Riskli Yapıların Yenilenmesi Hakkında Kanundur... Türkiye’nin neresinde olursanız olun (mezra, köy, kasaba, ilçe, şehir) eski, ekonomik ömrünü tamamlamış, yıkıldı-yıkılacak durumdaki evinizi bu kanun ile devletin sağlamış olduğu yapım kredisi, kira yardımı, belediye harç-vergi avantajlarını da kullanarak yeniden yapabilirsiniz” gibi bir açıklaması da var... Ama ben başkalarına bakacağım tabii...


Cihan Uzunçarşılı Baysal’ın “Depremi Araçsallaştırarak Kentsel Dönüşüme Meşruiyet İnşa Etmek” yazısına biraz: “Kentsel dönüşüm, Batı’da, kentsel yenileme/canlandırma, soylulaştırma vb çeşitli isimler altında, 19. yüzyıldan bu yana uygulanmakta... Teorisyenleri kavramın içine mekândan öte, ekonomik ve sosyal dönüşüm boyutlarını da kattıklarından, kentsel dönüşüm kentsel sorunların tasfiyesine ve çöküntüye uğrayan bir bölgenin ekonomik, fiziksel, sosyal ve çevresel koşullarına kalıcı çözüm sağlamaya yönelik kapsamlı bir vizyon ve eylem olarak da tanımlanmakta. Ancak, bu projelerin amaçları, içerikleri, yararlanıcıları ve projelerden etkilenen sınıflar yakinen incelendiğinde, gelişmelerin seyrinin yukarıda sayılan olumlu hedeflerin epey gerisinde kaldıkları, alt gelir grupları açısından, barınma hakkı başta olmak üzere bir dizi önemli hak ihlaline yol açtıkları söylenebilir... Kentsel politikaların neoliberal ekonomi politikaları doğrultusunda oluşturulduğu bu yeni düzende, insan odaklı kent yönetimi, yerini rant odaklı kentsel girişimciliğe terk ettiğinden, mekânsal ve toplumsal olarak ayrışan, adaletsiz bir kentsel düzen ortaya çıkmıştır... Ülkemizdeki kentsel dönüşüm uygulamalarını incelediğimizde de kentsel dönüşümün ekonomik-sosyal boyutlar içermeyen, katılımcılıktan uzak, mülksüzleştirici, yoksullaştırıcı ve yoksunlaştırıcı bir mekân müdahalesi olarak sermayeye kaynak aktarma işlevi sağladığını görebiliriz... Alt gelir gruplarına ucuz konut sağlamak üzere kurulan TOKİ, ardındaki inanılmaz güçlü yasalar sayesinde, her türlü devlet denetiminden azade ve her türlü vergi ve harçtan muaf, devlet arazilerini ardı ardına özelleştiren ve sermayeye rant aktaran bir kuruma dönüşmüştür... Arazinin böyle arsızca metalaştığı ve ekonominin inşaat sektörü üzerinden döndüğü bir düzende, kentleri ve yaşam alanlarımızı betonlaştırarak depreme karşı da önlem alınamaz. Naomi Klein, Şok Doktrini adlı çalışmasında, dünyanın çeşitli bölgelerindeki felaketleri ve sermaye gruplarının felaketler ertesindeki operasyonlarını inceleyerek, Felaket Kapitalizmi kavramını ortaya atmıştır...”

TMMOB tarafından oluşturulan “Kentsel Dönüşümün Temel İlkeleri” de okunmaya, incelenmeye değer...

Konular fırıldak gibi dönerken beynimde, bir de kafaya taktığım diğer “ağaçlarımız nerede?”yle yürüyorum yolda. Her yer inşaat bizim ana caddede. Bir şantiyede, yetkili gibi duran adama yaklaşıyorum. “Hayırlı olsun” diye bir giriş yapıyorum önce. “Eyvallah!” diyor. “Bizim buralarda inşaattan geçilmiyor!” diyorum. “İyi, güzel işte...” diyor. “İyi de kimler oturacak acaba bu pahallı evlerde? Zenginimiz o kadar çok ha?!” diyorum sırıtarak. “Bak adamım, parayı bastıran düdüğü çalar!” diyor, benim biraz alaysı konuşmamın getirdiği rahatlıkla. “Siz zenginlere ev yapacaksınız diye ağaçları neden kesiyorsunuz? Onca ağaç gitti!” diye çıkışıyorum birden. Beklemediği bu saldırı karşısında adam sinirleniyor: “Kardeşim, bir şikâyetin varsa git şikâyet et...” “Ettim de. Çalmadığım kapı kalmadı!” diyorum. “E, ne oldu?” diyor. “Hiçbir şey...” Gördün mü bak, bizde her şey yasalara uygundur, kimseden korkumuz yok!” diyor adamım; verdiği yanıttan belli, sırtı sağlam... Ağaç mağaç vız geliyor ona, “Sen kentsel dönüşüm diye bir şey duymadın mı ha?” diyor. “Burdaki yüz yıllık ağaçları kesmeniz suç” diyorum, “suç!” Adam bağırıyor: “Sana ne lan!” Bana ne ha... Ama adamım beni çözmüş: Sıradan bir vatandaş, hakkı hukuku olmayan...