Melih Pekdemir birkaç gün önce yazdı: "Özgürlükçü solun AKP'yi şirin filan görmeyi bir yana bırakıp yoksul Müslümanlarla, Müslümanlık dışı ve seküler bir ilişki kurabilmesi şart...

Geçen çarşamba Milliyette okuduğumuz "şehirlerarası otobüslerde 'namaz molası' talepleri arttı" haberi yerine, yakın bir gelecekte, "namaz molaları iyice yaygınlaştı" ve de Türkiye Otobüsçüler Federasyonu Başkanı Mustafa Yıldırım'ın öngördüğü gibi "namaz molası tartışmasında siniri bozulan şoför kazaya sebebiyet verdi" türünden haberler okuyacağımıza hiç şüphem yok. Umarım, son seçimlerde Bağımsız Sol aday çıkmamış olsaydı, AKP'yi destekleyeceğini deklare edenler de yavaş yavaş durumun vehametini görmeye başlamışlardır.

Melih Pekdemir birkaç gün önce yazdı: "Özgürlükçü solun AKP'yi şirin filan görmeyi bir yana bırakıp yoksul Müslümanlarla, Müslümanlık dışı ve seküler bir ilişki kurabilmesi şart; çünkü AKP ancak sınıf mücadelesiyle köşeye sıkıştırılabilir. Bugün AKP iktidarına, bunun için de ılımlı İslam adıyla yaşanılan 'geçiş süreci'ne itiraz etmeden bu memlekette sol ayağa kalkamaz."'Tamamen katılıyorum.

• • •

Sınıf mücadelesinin önemli bir ekseni ideolojik mücadeledir. Hâkim sınıfların sözcülüğüne, esas olarak onların mutluluğuna soyunmuş AKP'nin metinleri, ettiği laflar ve de en önemlisi icraatı mercek altına alınmalı, her türlü mistifikasyon, göz boyayıcı laflar deşifre edilmelidir. Tam bir ibret vesikası, toz pembe gözlük örneği 60. dönem hükümet programı önümüzde duruyor. Hem de hangi sınıfın sözcüsü olduğunu saklamaksızın.

Hükümet programındaki şu cümleye bakın: "Ulusal ve uluslararası yatırımcıların Türkiye'yi bir yatırım yeri olarak tercih etmesinde; yatırımların, ekonomik büyümenin ve böylece istihdamın artmasında önemli bir rol oynayan AB hedefi, ekonomimizin geleceğini güçlü bir çerçeveye oturtmaktadır." Açalım:1) Kapitalistler Türkiye'yi tercih etmektedirler.

2) Yatırımlar artınca ekonomik büyüme, büyüme gerçekleşince de istihdam artar.

3) Bunların gerçekleşmesini büyük ölçüde AB hedefi sağlamıştır.

4) Ekonominin geleceği güçlü bir çerçeveye oturtulmuştur.

Yukardakilerin tamamına karşı olmamız gerekir, çünkü hepsinin dayandığı varsayımlar, siyasi tercihler solculuğun, sosyalistliğin zıttı-dır. Sermayedarların yatırım tercihi özgürlüğü, emekçilerin hayatlarının ipotek altına alınmış olması demektir. Bugün burayı, yarın Zam-bia'yı tercih edebilir sermaye. Kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Yeter ki, yeterince kârlılık sağlanmış olsun. AKP, programında, açıkça, bırakın uluslararası sermayeyi, ulusal sermayeyi bile Türkiye'de yatırım yapmaya zorlayacak güçten aciz olduğunu deklare etmektedir. Faiz oranlarının yüksek tutulmasından, memleketin bir vergisizlik cenneti haline dönüştürülmesine kadar bir sürü akrobasi ile sermayenin aşırı kârlılığı, yani emeğin aşırı sömürüsü garanti altına alınmıştır. Çoğunluğun kaderi tamamen küreselleşmenin mantığına ve dinamiklerine bırakılmıştır. Bir de ipsiz sapsız bir parmak bal çalma: küreselleşmenin kod adı "AB hedefi" ile, o soyut ekonomi umacısının güçlü çerçeveye oturtulması. Ne demekse?

İktisatla biraz haşır neşir olanlar, ne yatırım artmasının otomatik olarak büyüme, ne de büyümenin otomatik olarak istihdam artması demek olmadığını bilir (konuyla ilgilenenlere İletişim Yayınları'ndan çıkan Korkut Boratav'a Armağan-İktisat Üzerine Yazılar-I'deki yazımızı öneririz). Gerçekçi olalım; aslında Merrill Lynch eğitimli bir komisyoncu olan bu hükümetin ekonomi prensinden reel ekonominin belirleyenleri üzerine anlamlı bir şeyler beklemek safdilliktir. Komisyoncuların esas derdi, bilgisayar ekranlarındaki indi-bindileri izleyerek, başkalarının paralarını sağdan sola kaydırmaktır. Ekonominin yönetimi fon menajerlerine terk edilmiştir; kalitesizliğe alışmamız gerekiyor. Sonumuz hayırlı olsun.