Kırılgan Hayatlar: Korona günlerinde Suriyeli mülteciler

Ayça Tekin-Koru - Prof. Dr., TED Üniversitesi ve TEDÜTAM

Sadece birkaç ay içinde dünya genelinde yaklaşık neredeyse 100 bin kişinin hayatını kaybetmesine neden olan COVID-19 krizinin zamanlaması Türkiye açısından daha kötü olamazdı. Her daim gergin ülke gündemi yetmezmiş gibi, bir yanda 2018'deki ekonomik durgunluğun olumsuz etkilerini hala derinden hisseden insanımız, diğer yanda büyük bir kaygıyla 2020 yılının ilk aylarında Suriye’de gerçekleşen askeri operasyonları izliyor ve yitirdiği evlatlarına yanıyordu. Öte yandan, hükümetin sınırları mültecilere açma kararının Türkiye ve Avrupa Birliği arasında ciddi oranda sürtüşmeye neden olduğu günlerden geçiyordu ülke.

İşte bu karmakarışık ortamda, 10 Mart 2020 tarihinde, Sağlık Bakanı Türkiye'deki ilk COVID-19 vakasını resmi olarak açıkladı. O günden itibaren hızla artan vaka sayısı 9 Nisan itibarıyla 42 binin ve vefatlar ise 900’ün üzerine çıktı. Resmi olarak açıklanan vaka sayımız, maalesef, yüzüncü vakadan itibaren ülkelerarası günlük vaka sayısı karşılaştırmalarında oldukça üst sıralarda yer alıyor (Şekil 1). Bu görüntüyü yapılan test sayısı, vaka raporlamadaki şeffaflık, alınan tedbirlerin etkililiği gibi pek çok faktör etkiler. Bu resimde işaret etmek istediğim nokta, Türkiye’deki hızlı yayılım.

Şekil 1. COVID-19 Vaka Sayısının Karşılaştırmalı Görünümü

100. Vaka Sonrası Günlük Seyir

kirilgan-hayatlar-suriyeli-multeciler-715260-1.

Not: 100’den küçük vakası ve 9 Nisan 2020 itibarıyla 10,000’den az vakası olan ülkeler dahil edilmemiştir.
Veri Kaynağı: Johns Hopkins University CSSE

Türkiye’de, bu yazının bitirildiği 10 Nisan günü itibarı ile düzinelerce yerleşim yerinde giriş ve çıkış kısıtlamaları, yaygın uçuş yasakları ve Türk havalimanlarına gelen tüm yolcular için zorunlu karantinalar mevcut. 65 yaş üzeri tüm nüfus ve 20 yaş altı çalışmayan nüfus için sokağa çıkma yasağı da dahil olmak üzere pek çok koruma önlemi alınmış durumda.

Savaş zamanları hariç, hiç görülmemiş bir durumla karşı karşıyayız. Okullar kapalı. İş yerleri birer birer kapanıyor. İnsanlar evlerine hapsoldu. Uluslararası ticaret ve seyahat askıya alındı. Günler, düğünler, maçlar, sınavlar iptal edildi. Beyaz yakalı evden çalışıyor, mavi yakalı işinden oldu.

Öte yandan hükümet, 18 Mart'ta Türkiye'deki COVID-19 salgınının etkilerini hafifletmek için "Ekonomik İstikrar Kalkanı Programı" adı verilen 100 milyar TL'lik mali paketi duyurdu. Ne miktar olarak ne de kapsayıcılık açısından yeterli olan bu programı destelemek üzere Türkiye'nin önde gelen düzenleyici kurumları, ekonomide beklenen olağanüstü gerilemeyi hafifletmek için bir dizi para ve sermaye piyasası önlemi aldılar. Onlar da yetmedi, halka yardım için halktan para toplama kampanyaları başlatıldı.

Suriyeli mülteci cephesinde sağır edici bir sessizlik hakim.

COVID-19 salgınından hemen önce, Suriyeli mülteci sorunu ulusal gündemin liste başıydı. Amma velakin, dünyadaki diğer tüm ülkelere göre daha fazla kayıtlı Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’de, son haftalarda hem hükümetin kurtarma paketlerinde hem de ana akım medyada mülteciler konusunda çıt yok.

Aklıma iki neden geliyor. Birincisi, Türkiye, halihazırda mültecilere kamusal sağlık hizmetlerine ücretsiz erişim izni vermiş ve mültecilerin yoğun olduğu illerdeki yeni sağlık tesisleriyle kapasitesini güçlendirmiş bir ülke. Dolayısıyla, mültecileri ayrıca değerlendirme gereği henüz hissedilmemiş olabilir.

İkinci olarak, meseleyi su yüzüne çıkarma konusunda siyasi ve sosyal kaygılar olabilir. Hastalığın yayılımına ilişkin önlemler büyük oranda başarısız olursa, Türkiye'nin sağlık sisteminin bu yüke dayanamama riski bulunuyor. Böyle bir senaryoda, bireyler sağlık hizmeti için rekabet ederken, mültecilere eşit muamele kararı mevcut hükümet için taşıması zor bir siyasi yükümlülük haline gelebilir. Bu olası senaryoda, toplumsal riskler de söz konusu. Böyle bir durumda artan yabancı düşmanlığının çok vahim sonuçları olabilir. Başka bir deyişle, mülteciler konusundaki sessizlik, ilgili tarafların siyasi ve sosyal risk yönetiminin bir parçası olabilir.

Eğer bu iki neden doğruysa, Suriyeli mültecilerin mevcut durumu ve buna bağlı riskler göz önüne alınınca, ilki duyarsız, ikincisi ise ihtiyatsız olurdu bu nedenlerin.

Mültecilerin kırılgan hayatları ve mevcut durumda olası riskler

Çatışmaların başladığı 2011 yılından bu yana yaklaşık 5.5 milyon Suriyeli, ülkelerinden göç etti. Türkiye Göç İdaresi Genel Müdürlüğü verilerine göre, 26 Mart 2020 itibarıyla, Türkiye’de "geçici koruma altında" 3.6 milyon kayıtlı Suriyeli var. Mülteciler büyük çoğunlukla genç bireyler; 2.5 milyonu 30 yaşın altında (Şekil 2). Geçtiğimiz dokuz yılda Türkiye’de doğan bebek sayısı 450 bin civarında.

Bu 3.6 milyon kişinin 64 bini Güneydoğu illerindeki mülteci kamplarında, kalanı ise Türkiye'nin 81 ilinde yaşamlarını sürdürüyor. İstanbul, Şanlıurfa, Gaziantep ve Hatay illerinin her biri yarım milyonar Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor. Sınır illerinde mülteci nüfus yoğunluğu İstanbul'a göre çok daha yüksek. Örneğin Şanlıurfa, Gaziantep, Hatay ve Kilis'te geçici koruma altındaki Suriyeli mültecilerin oranı sırasıyla %21, %22, %27 ve %78 (Şekil 3).

Hal böyleyken, mültecilerin kırılgan hayatları ile ilgili coğrafi olarak heterojen riskler ortaya çıkıyor.

Birincisi, mülteciler süreklilik arz eden işlerde çalışma fırsatından yoksunlar. Hem toplumsal damgalanma hem de mevcut mültecilerin yetersiz eğitimi/tecrübesi nedenler arasında. Dolayısıyla kayıt dışılık yaygın. Birçok Suriyeli erkek, ailesinin geçimini sağlamak için düşük ücretli, güvencesiz veya tehlikeli işlerde çalışmayı kabul etmek durumunda. Suriyeli kadınların işgücüne katılımı ise trajik derecede düşük, sadece %9. Mültecilerin %45'i yoksulluk sınırının altında, %14'ü ise aşırı yoksulluk sınırının altında. 5 yaşından küçük çocukların yaklaşık %25'i yetersiz besleniyor.

İkincisi, çok iyi bilindiği gibi, salgın hastalıkların yoksul bölgelerde yayılma hızı yüksektir. Temiz su veya kanalizasyon erişimi sınırlı mülteci kamplarında sık sık el yıkamak veya sosyal mesafe kurmak çok zor olabilir. Sadece kamplarda değil, İstanbul ya da Şanlıurfa gibi büyük şehirlerde de mülteci aileler temiz suya erişim, atık tahliyesi ve hijyen koşullarının olmadığı meskenlerde yaşamak mecburiyetinde olabilirler. Dünya Doktorları 2019 Raporuna göre, Türkiye'de, her 5 mülteciden 1'inin temiz içme suyuna, her 3 mülteciden 1'inin ise hijyen maddelerine erişimi yok.

COVID-19’un yayılımına ilişkin sınır illerine has riskler mevcut. Mülteci kampları, bu illerde bulunuyor. Kaldı ki, kamplarda barınamayan mülteciler, Güneydoğu illerinin nüfusunun büyük bir kısmını oluşturuyor (Şekil 3). Az önce anlatmaya çalıştığım kırılgan yaşam koşulları göz önüne alınırsa, bu illerdeki mülteci nüfus içinde ortaya çıkan bir salgının bir kere başladıktan sonra durdurulmasının çok zor olacağı açık. Bu durumda, sadece mültecilerin kendileri değil, aynı zamanda bu illerde yaşayan nüfusun geri kalanı da COVID-19 salgınına karşı büyük oranda savunmasız hale gelebilir.

Son olarak, mültecilerin sağlık hizmetlerine erişimi sanıldığı kadar sorunsuz değil. Şöyle ki, COVID-19 krizinden önce bile, Suriyeli mültecilerin önemli sağlık ihtiyaçları mevcut; savaş travması ve kötü yaşam koşulları nedeniyle sağlık risklerine karşı kırılganlıkları yüksek. Kronik hastalıklar, fiziksel yaralanmalar ve ciddi psiko-sosyal sorunlar yaygın. Ayrıca, yaş dağılımı (Şekil 2) nedeniyle anne ve çocuk sağlığı ihtiyaçları da ortalamanın üzerinde. Ancak, bu şartlar altında bile, Dünya Doktorları 2019 anketinin sonuçları, kentsel alanlarda mültecilerin %23'ünün, kırsalda ise %58’inin sağlık hizmetine erişimi olmadığı sonucuna varıyor. Sebepler arasında dil engelleri, yasal statü sorunları, en yakın sağlık kuruluşuna ulaşım maliyetleri, hizmet kapsamının yetersizliği veya mevcut hizmetler hakkında bilgi açığı yer alıyor.

Şekil 2. Geçici Koruma Altındaki Suriyeli Mültecilerin Yaş Dağılımı

(26 Mart 2020 itibarıyla)

kirilgan-hayatlar-suriyeli-multeciler-715261-1.

Veri Kaynağı: Göç İdaresi Genel Müdürlüğü

Şekil 3. Geçici Koruma Altındaki Suriyeli Mültecilerin Nüfus Yoğunluğu (%) (26 Mart 2020 itibarıyla)

kirilgan-hayatlar-suriyeli-multeciler-715262-1.
Veri Kaynağı: Göç İdaresi Genel Müdürlüğü

Bunlara ilaveten bir başka risk de bilgi-iletişim teknolojilerine erişimi çok kısıtlı olan mülteci nüfusun, hastalığın vahim sonuçları hakkında bilgi sahibi olma olasılığının düşüklüğü. Bilgi sahibi olmayan bir bireyin de kendini veya çevresini koruması beklenemez.

Mültecilere ilişkin tüm bu risklerin kısır salgın döngülerine yol açma olasılığı mevcut. Dolayısıyla, COVID-19 krizinde Suriyeli mültecileri unutmak ne Türkiye ne de uluslararası toplum için bir seçenek; zira bir zincir ancak en zayıf halkası kadar güçlü.

Dayanışmaya En Çok İhtiyaç Duyulan An

Türkiye'de COVID-19 kriz yönetiminin önümüzdeki kritik gün ve haftalarında, mülteciler konusunda politika yapıcıların önünde çok sayıda görev var: COVID-19 ile ilgili temel sağlık bilgileri, dil engeli aşılarak bu amaçla oluşturulacak ekipler ile mültecilere ulaşmak zorunda. Yetersiz beslenen ve halihazırda kırılgan Suriyeli çocuklara yardım eli uzatılmalı. Hükümetin ve uluslararası yardım kuruluşlarının koşulsuz nakit transferleri aşırı yoksulluk ve kötü yaşam koşullarını hafifletmek için devam etmeli. Sağlık hizmetine erişimde eşit muamele hakkı hiçbir koşulda terk edilmemeli. Bunlar sadece ilk anda akla gelen en temel önlemler. Tüm bunların başarısının en temel ön koşulu dayanışma.

Kemal Derviş’in son yazısında dediği gibi "COVID-19 krizi, insan dayanışmasının eşi görülmemiş bir sınavını temsil ediyor." Türkiye halkı ve uluslararası toplum, Suriyeli mülteciler konusunda bu sınavdan muaf değiller; bunu artık hatırlamak lazım.

İktidar partisinden muhalefetine, merkezi yönetiminden mahallisine Türkiye coğrafyasının siyasi manzarasının farklı katmanlarında yer alan tüm liderler, vatandaşlar ile mülteciler arasında çok ustaca bir dayanışma söylemi ve ortamı oluşturmak zorundalar. Geçtiğimiz yirmi yılda toplumumuzda ortaya çıkan derin ahlaki, ekonomik ve siyasi fay hatlarını göz önüne aldığımızda, bunu söylemek yapmasından kolay, ama imkansız değil. Zira, zor zamanlarda apartmanındaki komşusuna, evine temizliğe gelen kadınına, mahallesinde kepenk indiren terzisine, alışveriş ettiği markette işinden olan çırağa, yan dükkanında tezgah bozan kundura ustasına, fabrikasındaki işçiye şefkat gösteren, hatırladığında, Suriyeli mülteci aileye de yardım elini uzatacaktır.

Uluslararası düzeyde, dayanışma sınavını geçmek daha zor. Ağır insani maliyetleriyle, sınır kapamalarıyla ve derin ekonomik krizleriyle korona günlerinde, ulusal talebin yüksek olduğu kaynakları paylaşarak başka bir ülkeye yardım etmek diğer ülke siyasetçileri için öncelikler listesinin sonlarında yer alacaktır. Fakat, yine imkansız değil. Mültecilerin kırılgan hayatlarının COVID-19 krizi çerçevesinde salgın sarmallarına neden olma riskinin farkında olmak bile bir umut ışığıdır burada.

Dayanışmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde bu zorlu sınavı topyekun geçmek dileğiyle sağlıkla kalın.