Kader ve Vesikalı Yârim
Kırk yıl arayla iki melodram

‘Kader’ ve ‘Vesikalı Yârim’ filmlerinin erkek kahramanları babalarının kendilerine kurmuş  olduğu hayata karşı başarısız bir savaş açarlar. Savaşın başarısızlığı aslında baştan bellidir çünkü hedefledikleri kadınlar, sorunlu kadınlardır. Başkalarının kadınları yani anne figürleridir


Bekir ve Uğur...  Halil ve Sabiha… İlk çift “Kader”in ne ayrı ne de birlikte yapabilen kadın ve erkeği. İkinci çift ise “Vesikalı Yarim”in “çok eskiden rastlaşmaları” gereken sevgilileri. “Kader” Zeki Demirkubuz’un 2006 tarihli kült filmi. “Vesikalı Yârim” ise bu yıl içinde kaybettiğimiz büyük usta Lütfi Akad’ın 1968 tarihli filmi. “Vesikalı Yârim” Türkiye sinemasının belki de üzerine en çok yazılan çizilen filmi.  Metis yayınlarından film üzerine “Çok Tuhaf Çok Tanıdık” diye bir kitap bile çıkmıştı ki benzeri bir başka kitap var mıdır, bilmem. “Çok Tuhaf Çok Tanıdık”ı okumadım, ilk fırsatta okuyacağım.

Fakat  akademisyenlerin Zeki Demirkubuz filmlerindeki Yeşilçam melodram geleneğinin izleriyle ilgili epeydir yazdıklarının farkındayım. Dolayısıyla muhtemelen söylediklerim çok yeni şeyler olmayacak. “Vesikalı Yârim” 23. Ankara Film Festivali’nin açılış filmi olarak 15 Mart’ta gösterildi. Filmi, senaristi Safa Önal ve yıldızı Türkan Şoray’la birlikte, aynı sinema salonunda yeniden izleme fırsatını kaçırmadım. “Vesikalı Yârim” zamanının ötesinde bir film. Kimi zaman jump cut denilen, sıçramalı kurgu tekniklerinden yararlanan, kimi zaman bugünün minimalist, yavaş sinemasını andıran bir tempo tutturan çok özgün bir eser. Ama anlatım dili bir yana asıl hikâyesinin büyük bir etkileyiciliği var. Ki bu hikâye ile Zeki Demirkubuz’un 38 yıl sonra yaptığı “Kader” arasında büyük paralellikler olduğu söylenebilir. İki filmi de çekici kılan şeyler aynı: İsyan, kıstırılmışlık, imkânsız aşk…

“Kader”i hatırlayalım. Bekir babasının kendisine kurduğu hayatı yaşar. Babasının kendisine açtığı halı dükkânında müşteri bekler. Utangaç, kendi halinde bir çocuktur. Bir gün başka bir erkeğin yani kabadayı Zagor’un sevgilisi Uğur çıkagelir dükkânına. Uğur fettan mı fettandır. Bekir, Uğur’a vurulur. Şimdi “Vesikalık Yarim”e bakalım. Halil babasının kendisine kurduğu hayatı yaşar. Babasının manav dükkânında müşteri bekler. Utangaçtır, kadın müşterilerin yüzüne bakamaz. Bir gün, başka bir sürü erkeğin sevgilisi yani bir pavyon kadını olan Sabiha’ya rastlar. Sabiha fettan mı fettandır. Halil, Sabiha’ya vurulur.

Halil ve Bekir’in ortak bir yanları daha vardır. İkisi de ailelerinin kendileri için seçtiği başörtülü bir kadınla bir aşamada evlenmiştirler. İkisi de ne karılarına ne de çocuklarına özen gösterirler. Uzun süreli ayrılıklarının ardından evlerine geri döndüklerinde yine de karılarınca hiçbir şey olmamışçasına karşılanırlar. Eşleri onlara yemek ve yatak hazırlar. Özellikle bu sahneler birbirlerini o kadar çok hatırlatır ki! 

Uğur’u tanıdığımızda pavyon şarkıcısı  değildir ama o da nihayetinde Sabiha gibi pavyona düşer. Halil de Bekir de vesikalı sevgililerine hiçbir zaman tam sahip olamazlar. “Kader”de Zagor’un varlığı buna engeldir, “Vesikalı  Yarim”de ise Halil’in evliliği başta olmak üzere, başka nedenler.

Fakat tabii ki şu net olarak söylenebilir: İki filmin de erkek kahramanları babalarının kendilerine kurmuş  olduğu hayata karşı başarısız bir savaş açarlar. Savaşın başarısızlığı aslında baştan bellidir çünkü hedefledikleri kadınlar, sorunlu kadınlardır. Başkalarının kadınları yani anne figürleridir. Bu kadınların fettan niteliği, onları kirletilebilir yani cinsel ilişki kurulabilir hale de getirir. Sabiha ve Uğur hem anne, hem de fahişedirler. Anneye yönelen arzu ve nefreti (anne ulaşılamaz bir cinsel obje, başkasına ait bir kadın olduğu için erkeğin nefretine de maruz kalır)ancak böyle bir kadın tipi bünyesinde barındırır. 

Halil ve Bekir’in babalarına karşı isyanları, kendi bağımsız dünyalarını, kendi bağımsız kadınlarıyla kurmaya yönelik değildir; bu isyan, babalarının kadınını bu anlamda anneyi temsil eden, başka bir ya da birçok erkeğin kadınlarını elde etmeye yöneliktir. Babanın kurduğu dünyadan bağımsızlaşma isteği gibi görülebilecek olan şey aslında o dünyayı sembolik anlamda ele geçirmeye yöneliktir. Gerçek anlamda bağımsızlığa yönelik olmayan bu “isyan” baştan başarısızlığa yazgılıdır. Halil’in de Bakir’in de daima burunlarının sürtülmesi “kader”leridir yani! Kendi karılarıyla da aynı nedenlerle mutlu olamazlar çünkü asıl istedikleri kendilerine ait bir kadın değil, babalarının kadınıdır.

Film sonrasında Safa Önal ve Türkan Şoray’la sohbet etme imkânı buldum. Önal, “Kader”in kendi filminden esinlenmiş olamayacağını düşünüyordu ama bu konuyu burada bırakalım. Türkan Şoray’ın sırf, maddi açıdan zor günler geçiren, büyükşehir belediyesinden hiç yardım alamayan Ankara Film Festivali’ne destek olmak için kalkıp Ankara’ya gelmesi, kendisinin gerçekten de sinemamızın her anlamda sultanı olduğunun yeni bir kanıtıydı.

***

 23. Ankara Film Festivali

Ankara Uluslar arası Film Festivali bu yıl 23. kez izleyicilerle buluştu. Gayet doyurucu bir programı vardı  festivalin. Altman, Antonioni, Bela Tarr ve Chantal Akerman gibi ustaların eski/ yeni filmleri sadece festivali doyurucu bir etkinlik düzeyine çıkarıyordu zaten. Bu yılki ulusal uzun metraj film yarışması seçiciler kurulunda ben de yer aldım. Profesör Sami Şekeroğlu, yazar Osman Şahin (mahpushane arkadaşım), yönetmen Çiğdem Vitrinel ve görüntü yönetmeni Doğan Sarıgüzel jüri arkadaşlarımdı. Böylesine değerli üyeleri olan bir jüride yer almaktan büyük gurur duydum ama bundan öte çok da keyif aldım. Uyumlu bir ekiptik, dolayısıyla karar toplantımız da son derece verimli ve sakin geçti. Elbette ki kararlarımız tartışılır; hatta başka bir gün biz de farklı kararlar alabilirdik. Ama belirli bir an ve mekânda alınan kararlar bunlar ve bizce en doğru olan seçimleri yaptık. Elbette ki ödül almayan eserleri beğenmediğimiz gibi bir sonuç çıkarılmamalı.

“Entelköy Efeköy’e Karşı” en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi senaryo (Yüksel Aksu)ve en iyi umut veren kadın oyuncu (Ayşe Bosse)ödüllerini alarak festivalin birincisi oldu. Aksu’nun filmi hakkında gösterime girdiği zaman yazmıştım. “Entelköy Efeköy’e Karşı” popüler sinemayı Brecht’le buluşturan, daha doğrusu popüler ile sanat sineması arasındaki ayrımları azaltmaya çalışan ve çevreci mesajları olan eğlenceli bir film. Sanırım festivalin bir halk/izleyici ödülü olsaydı, o ödülü de kazanırdı çünkü en coşkuyla karşılanan film oydu.

Festivalin diğer öne çıkan filmleri “Aşk ve Devrim”, “Yangın Var” ve “Canavarlar Sofrası” oldu. “Aşk ve Devrim “ “Mahmut Tali Öngören Özel Ödülü” başta olmak üzere iki ödül daha kazandı: Ayberk Pekcan en iyi yardımcı erkek oyuncu, Gün Koper ise en iyi umut veren yeni erkek oyuncu ödüllerini aldılar. “Aşk ve Devrim” sosyalist bloğun çöktüğü yıllarda, ülkemizdeki öğrenci hareketine samimi ve biraz da karamsar bir bakış getiriyordu. Yönetmen Serkan Acar’ın da söylediği gibi aşk ve devrimden çok aşksız ve devrimsiz kalmayı anlatıyordu.

“Yangın Var” eski yazarımız Koray Çalışkan’ın yapımcılığında Murat Saraçoğlu’nun yönettiği bir popüler sinema örneğiydi. Bu film hakkında da daha önce yazmıştım.  “Yangın Var” popüler bir sinema örneği olmanın yanı sıra, politik olarak da doğru şeyler söyleyen, barışa katkı sağlamaya çabalayan değerli bir çalışmaydı. Filmin başrol oyuncuları Osman Sonant ve Nesrin Cavadzade en iyi erkek ve kadın oyuncu seçilirken, Erkan Erdem de en iyi kurgu ödülünü aldı.

Festivalin belki de en değişik filmi “Canavarlar Sofrası”ydı. SİYAD jürisince en iyi film seçilmesinin yanı sıra ana jüriden de dört ödül aldı. “Canavarlar Sofrası” belirsiz bir zamanda belirsiz bir ülkede geçen bir film. Anonimlik duygusunu artırmak için filmin dili İngilizce olarak seçilmiş. Distopik bir zaman söz konusu olan. Devlet kontrolünün çok arttığı, insan ilişkilerinin son derece sertleştiği, berbat bir dönem bu. Yine de insanlar sosyalleşiyorlar ama dostluk demek çok zor kurdukları ilişkilere. Cesur ve özenli bir çalışma “Canavarlar Sofrası” ama ticari şansı yok.  Ramin Matin umut veren yeni yönetmen, Deniz Eyüboğlu aydın en iyi görüntü yönetmeni, Barış Diri en iyi özgün müzik ve Gizem Erdem en iyi yardımcı kadın ödülleri alarak “Canavarlar Sofrası”nı festivalin öne çıkan filmleri arasına soktular.

Ümit Ünal’ın “Nar”ındaki çalışmasıyla Elif Z. Taşçıoğlu da en iyi sanat yönetmeni ödülünü aldı. “Nar” insan ilişkilerindeki ezen, ezilen, sömüren sömürülen dinamiklerine çarpıcı bir bakış getiren önemli bir çalışmaydı.

 Ankara Film Festivali’nin en önemli sorunu parasızlık gibi gözüküyor. Sponsor eksiği önemli bir handikap. Ayrıca büyükşehir belediyesi de festivale destek olmuyor. Ankara’nın bu en köklü ve en kapsamlı film festivali daha iyi bir bütçeyi hak ediyor. Son bir söz Ankara’nın sinema seyircisine. Filmlerin sonrasında düzenlenen soru cevap bölümlerinde seyircilerin sorduğu sorular çok düzgündü. Ankara seyircisi doğrusu gördüğüm belki de en kültürlü ve en efendi seyirci. Çok daha fazla olanağı olan bir festivali hak ediyorlar.