Kissinger’ı savunanlar da en az kendisi kadar alçaktı. “Onun yaptıklarının yerine , daha ahlaki temellere dayanan bir dış politika izlenseydi daha fazla ölüme yol açardı“ diyenler de vardır.

Kissinger: Amerikan savaş makinesinin ürünü

Mustafa Kemal Erdemol - Yazar, Gazeteci

ABD’nin 20. yüzyılın ikinci yarısındaki dış politikasını şekillendiren kişi diye söz ederler ondan. Gerçekten de Henry Kissinger, gerek Richard Nixon gerekse Gerald Ford dönemlerinde yaptığı dışişleri bakanlığından yıllar sonra bile ABD dış politikasında belirleyici oldu. 

Laos’ta, Vietnam’da, Kamboçya’da, Doğu Timor’da, Bengal’de milyonlarca insanın ölümünden sorumlu büyük bir savaç suçlusu olan bu adama 1973’de Nobel Barış Ödülü’nün verilmesi, uluslararası diplomasinin can yakan şakalarından biridir. 100 yaşına kadar yaşaması da doğanın ona gösterdiği haddinden fazla gereksiz cömertlik yüzündendir elbette. Uzun yaşamı ölümüne yol açtığı milyonlarca insanın kısa sürmüş ömürlerinin toplamıdır adeta.  

Çin’le ABD arasındaki gerginliği azaltıcı girişimleri yüzünden onu neredeyse “barış yanlısı” sanacak sersemlerin dışında yakın tarihe tanık olanlar ya da bilenler Henry Kissinger’in neler yaptığını çok iyi hatırlar. 1970’lerde Soğuk Savaş dönemindeki dünyada yaşananların çoğunda kilit bir rol oynamıştır. İzleri bugün bile görülebilir. Yaptıklarının tamamen reelpolitikle, pragmatizmle ilgili olduğunu söyleyerek onu “aklamaya” çalışan savunucularına göre ABD’nin çıkarlarını desteklemeyi, ülkesinin dünyanın geri kalanındaki etkisini artırmayı başararak, sonunda ABD’nin Soğuk Savaşı kazanmasını, dünyanın tek süper gücü olarak kalmasını sağladı. Hiç de azımsanmayacak muhaliflerine göre ise Machiavelli ile Mephisto arasında biriydi. Tuhaftır, kararlarından etkilenen ülkelerde büyük bir hasara, acıya yol açmasına rağmen eylemlerinden asla sorumlu tutulmadı. 

Aksine 1973’de Nobel Barış Ödülü’nü ona verdiler. Oysa Latin Amerika’daki solcu yönetimlerin tüm kıtaya yayılacağına ilişkin duyduğu korkuyla, kendi halkını katleden askerî diktatörlükleri açıkça desteklemiş biriydi. 1970 yılında Şili’de demokratik yollarla seçilmiş Salvador Allende hükümetini istikrarsızlaştırmak, sonunda da düşürmek için CIA ile işbirliği yapmaktan çekinmemişti. “Ne yaptığına aldırmayın, bizim için Pinochet rejimi, Allende’ninkinden iyidir“ deyişi de tarihe yazıldı. Tüm bunlara rağmen Nobel Barış Ödülü kendisine verildiğinde ödül komitesinin iki dürüst üyesi istifa etmişti. Ödüle layık görülen kişi bir “savaş suçlusuydu“ çünkü. 

ABD’nin 1970 yılında Kamboçya’yı gizlice bombalaması Kuzey Vietnam’dan güneydeki komünist gerillaları desteklemek için gelen ikmal hatlarını yok etme gerekçesine dayandırılmıştı. Ancak milyonlarca insanın ölümüne yol açan gelişmeler de bu operasyonla başlamıştı. Sorumlusu Kissinger’dır. 1969’dan 1973’e kadar, ABD bu tarafsız ülkeye yarım milyon ton bomba attı. Daha sonra yayınlanan bir Pentagon raporuna göre Kissinger 1969-1970 yılları arasında gerçekleşen "3.875 Kamboçya bombardımanının her birini şahsen onayladı". Çeşitli tahminlere göre bombardıman sonucunda 150 bin ile yarım milyon arasında Kamboçyalı sivil hayatını kaybetti. Ona “savaş suçlusu“ denmesine yol açan olaylardan biri budur. Sadece biri ama. 

Tarihin en kanlı olaylarından biri de kuşkusuz, 1971’de Pakistan’ın o zamanlar Doğu Pakistan olarak bilinen bugünkü Bangladeş’te en az 500 bin kişiyi öldürmesiydi. Batı Pakistan olarak bilinen ülke, Sovyetler Birliği’ne karşı ABD ile müttefikti. Aynı zamanda Çin’le diplomatik ilişkilere açılan bir kapı olarak değerlendiriliyordu. Bu nedenle Kissinger, (Batı) Pakistan’ın, Doğu Pakistan’a saldırısına göz yumdu, hatta yasadışı silah satışına onay vererek destek oldu.  

ABD siyasetinde o kadar etkiliydi ki, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra, dönemin başkanı George W. Bush onu bir soruşturma komitesinin başına seçti. Gücü sevdiği, en olmadık yerde ettiği bir laftan da anlaşılabilir. Çapkınlığıyla bilinen Kissinger “güç en iyi afrodizyaktır“ derdi örneğin. Kişisel yaşamında kendisine zevk yaşatan gücünün başkasları için acı verici olduğuna aldırmamıştır. O kadar ama o kadar pervasız, hatta ruhsuzdu ki, 2002’de ABC televizyonuyla yaptığı bir mülakatta yapıp ettiklerinden pişmanlık duyup duymadığı sorusuna şu yanıtı vermişti: "Buna verecek büyük bir cevabım yok. Bu benim hobim. Bu benim mesleğim. Yaptığım tavsiyeler (bazı operasyon kararlarını kastediyor) o sırada yapabileceklerimin en iyisiydi." 

Kissinger’ı savunanlar da en az kendisi kadar alçaktı. “Onun yaptıklarının yerine , daha ahlaki temellere dayanan bir dış politika izlenseydi daha fazla ölüme yol açardı“ diyenler de vardır. Robert D. Kaplan adlı dış politika uzmanı yazar bunlardandır örneğin.  

Onun için yapılan “Amerikan savaş makinesinin doğal bir ürünüydü“ tanımı, asıl sorumlunun bu vahşi makine olduğunu hatırlatmış oluşu kadar Kissinger’in buna adapte olduğunu vurgulaması açısından da çok yerinde bir tanımdır. Çünkü Kissinger’in yaptıklarını ABD’nin resmî politikasından ayrı düşünmek ciddi bir yanılgı olur. Bir suçlu olarak Kissinger’i ortaya çıkaran o resmî politikadır elbette. 

Kissinger, Vietnam Savaşı ile Sovyet Birliği’ne yaklaşımlarında fazla idealist ya da ahlakçı olduklarına inandığı bürokratlara hiç güvenmedi. Bu nedenle görev süresinin başlarında "bürokrasiyi evcilleştirmek", "dış politikaya daha merkezî, daha gizli bir yaklaşım" geliştirmek amacıyla Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi’ni istediği biçime büründürdü görevi boyunca. En kirli işlerini Dışişleri Bakanlığı diplomatlarının, Kongre’nin, gazetecilerin ya da halkın gözlerinden uzakta, gizlice yapmayı tercih etti hep. Karanlık yanına uygun işlerdi hepsi. 

Yüzyılımızın en kanlı katillerinden biri olduğuna kuşku yok. Machiavelli ile Mephisto arasında biri olmaktan çok zebani ile şeytan arasında bir yerdeydi. 

Kirliydi.