Yayın dünyası krizde, ama krizde olan sadece yayınevlerinin sahipleri mi? Bu kriz gecesini, gündüzünü harcayarak bu yayın dünyasını var edenlere hiç mi dokunmuyor? Dokunuyorsa, neden ilk gözden çıkarılanlar bu dünyayı var edenler oluyor?

Kitabın ardına bakmak

Y. EMRE CEREN

“Yayın dünyası ciddi bir krizin içinde.” Artık işitile işitilen eskiyen bu sözü neredeyse her büyüklükte yayınevi söylüyor. Sözün arkasında elbette gerçeklik var. Kurdan kaynaklı kriz kâğıt, basım, dağıtım masraflarını üçe beşe katlıyor. Kâğıt bulunamaması veya stokçuluğu işin masrafını daha da yükseltiyor. Hal böyleyken zaten kitap satılmaması veya okunmamasıyla meşhur memlekette kitap fiyatları üç haneli fiyatlara ulaşıyor, hatta bazen aşıyor. Bu açıdan bakılınca yayınevi sahipleri haklı, kitap satılmıyor, yayınevi kâr elde edemiyor. Bu alana bakmakla mükellef bakanlığın da birkaç çevre çeper yayınevi ve birkaç proje dışında yayın dünyasını umursamadığı herkesin malumu. Ancak nispeten para kazanan ve kâr elde edebilen yayınevi sahiplerinin dışında işin bir de öteki boyutu var: Emekçileri. Yazı boyunca bu emekçilerin ahvalini basitçe aktarmaya dikkat edeceğim. 

Yakın zamanda bazı yayınevi sahiplerinin Twitter’da paylaştıkları gündem oldu. Çevirmensiz çeviriler, eserin işçiliği için tedavülde olmayan ücretler (vuruş başı 0,0023 kuruş) verilmesi tartışıldı. Çevirmensiz çeviri örneğinde yayınevi sahibi sözüm ona “teknolojiye ayak uyduruyoruz,” “yeni şeyler deniyoruz” gibi bahanelerle kendisini savundu, ama herkesin dikkat kesildiği nokta kitabın çevirmen ücretinin aradan çıkarılmasıydı. Paylaşılan 5-10 sayfalık metin üzerinden çeviriyi inceleyen duayen çevirmen ve editörler, bu kadar az bir kısımda dahi onlarca hata buldu. İşin içinde çevirmen olmayınca haliyle hataya boğulmuştu metin. Aradan sadece çevirmen ücreti değil emeği de çıkarılmıştı. Yani yayınevi “bir masraftan”, “bir külfetten” kurtulmuştu. Oysa telif aldığını varsayarsak stopajı, vergisi vs aradan çıkınca bir adet kitaptan çevirmenin eline geçeni zaten madeni paralarla ölçebiliyorduk. Bu dahi fazla gelmiş olmalı ki “gereksiz masraflar” kısılırken ilk gözden çıkarılan çevirmen olmuş. Öteki örnekte ise iş etiği ihlali var. 0,23 kuruş olarak sözleşilmesine ve ispatlanmasına rağmen iş tesliminde “0,0023 kuruş dedik” gibi abuk bir çıkış söz konusu. İnsanın emeğiyle dalga geçilmesi de cabası. Hoş bir mutabakatta 0,0023 kuruşu nasıl telaffuz edebilir yayınevi sorumlusu, onu da pek anlayamadım. Yani örnekte de gözden çıkarılan ilk “gereksiz masraf” işin editörü oluyor.  

***

Bunlar sadece ayyuka çıkmış örnekler. İşi iyi yapan, kaidelere uyan irili ufaklı yayıncılar var. Çevirmenler Meslek Birliği sözleşmelerine riayet eden hatta zaman zaman bundan daha iyisini önerenler de var. Ama genele bakıldığında en az birkaç yabancı dil ve kaynak dil bilmek, uzmanlaştığı alana başından sonuna kadar hâkim olmak, güncel ve geçmiş yayınları takip etmek zorunda olan çevirmen ve editörlerin emeğinin hiçe sayıldığını söylemek hiç de abese kaçmaz. Cem Alpan gibi bu işin duayenlerinden birinin “Birçok yayınevinde maaşlar asgari ücret civarında kaldı. …Birçok yabancı dil editörü meslek değiştiriyor. Senelerce bu alanda dirsek çürütmüşler geçinmek için yayın dünyasını terk ediyor” demesi zaten bu yayınevi emekçilerinin nasıl bir çıkmazda olduğunu gösteriyor. Yani okuduğumuz kitabı okunur kılan üç-dört kişiden birisi olan “yayınevi” editörü, yayınevi membaı İstanbul’da hayatta kalamıyor. Hele ki bu işi sigortasız ve sabit gelirsiz, tabiri caizse üç kuruşa yapan freelance editör hayatta hiç kalamıyor. Bu freelance editörlere verilen ücretlerse inanılmaz düşük. Mesela ismi lazım değil bir yayınevinin 600 sayfalık, hatalı çevirilerle, intihallerle dolu bir kitabın editörlüğüne 2 bin 800 lira verdiğine şahit oldum. Kaldı ki onlarca şeyden sorumlu editörün tek görevi hatalı çeviriyi yakalamak da değil. Editörün bu ücrete itiraz hakkı zaten yok. Tuhaf ölçümler, türlü bahanelerle tabiri caizse üç kuruşa razı ediliyorlar. 

*** 

Çevirmen için ise durum daha da kötü. Herhangi mesaili işte çalışmayan veya sabit gelir yaratmayan birinin çevirmenlik yapması neredeyse imkânsız. İşin çevirmen boyutu genelde ne okurca ne de entelektüel çevrelerce pek görülmez. Çevirmen yokmuş gibi davranılır. Oysa ülkemizde yayımlanan neredeyse 10 kitabın 7’si çeviri eser. Yani pek çoğumuzun elinden geçen, sevdiğimiz, beğendiğimiz kitapları dilimize kazandıran çevirmenin emeği neredeyse görülmüyor, hatta zaman zaman ödenmiyor. İşin öteki boyutuna gelince çevirmenlik kitap telif ücretleri dalga geçer vaziyette. Çoğu yayınevinde brüt yüzde 3’ten başlıyor, Çevirmenler Meslek Birliği ise yüzde 7’den başlamasını öneriyor. “Büyük yayınevleri” bir “tık” daha fazlasını önerebiliyor. Girişte dediğim gibi bazı yayınevleri Çevirmenler Meslek Birliği sözleşmesine riayet ediyor veya daha iyisini öneriyor. Ama yayınevlerinin genelinde çevirmenin emeği ne kadar düşürülürse o kadar iyi gibi bir zihniyet hâkim. Ülkenin bazı en eski yayınevlerinin “kitap telifi için yüzde falan veremeyiz, 3-5 bin bir şeyde anlaşırız” veya “Ortağım mısın yüzde vereceğiz bir de” dediğine şahit oldum. Hatta “boş ver yüzde anlaşmasını falan, al şu parayı uğraşmayalım” gibi mafyatik tipler de camiada bolca var. Bahsi geçen kitaplarsa en az 6-12 ay sürecek işler ve önerilen bu 3-5 bin bu en az 6-12 aylık emeğin karşılığı. Yani çevirmenin nasıl yaşadığı, geçindiği kimsenin pek umurunda değil. 

Oldu ki çevirmen yayıneviyle belirli bir yüzdeyle anlaştı. Bunun ödemesini alması da çoğunlukla kolay değil. “Çeviri çıktıktan 3 ay, 4 ay sonra veririz” diyenler var. Hatta ismi lazım değil “6 ay sonra veririz” diyenler bile türedi artık. Ve bu ödemeleri yaparken stopaj ile yüzde 18 vergi düşümü, çevirmene verilen çevirmen kopyalarının basılan kitap âdetinden düşürülmesi gibi utanç verici şeyler de çokça görülüyor. Yani zaten sigortasız haldeki, hiçbir güvencesi bulunmayan çevirmenlerin 3-5 ay sonra gelecek paradan dolayı sürekli borca mecbur bırakılması da söz konusu. Elbette bu rezillikleri emekçisine reva görmeyen yayınevleri de var.  

Ezcümle editörler, çevirmenler, redaktörler ve tasarımcıların giderek yok olan maaşları, telifleri ve ücretleri düzeltilmedikçe yayıncılık dünyasından başka meslek dünyalarına göçler artacak. Nitelikli ama geçinemeyen emekçiler canlarının derdiyle bu romantik meslek aşkından vazgeçerek başlarını daha az ağrıtacak ve geçinebilecekleri alanlara gidecek. Yani bu göç sürdükçe Türk yayıncılığını ve okurlarını önümüzdeki yıllarda aşırı niteliksiz, kötü ve hatalarla dolu eserler bekleyecek. Bu durum yaşanınca da bunun suçlusu az kitap okuyan yurdum insanı mı, üç kuruş parayla geçinemeyen yayınevi emekçileri mi, yoksa kâğıt, matbaa, dağıtım vb masraflarıyla boğuşamayan yayınevleri mi olacak?