Kıyı yada kenar sözcüğü  kimi olumlu kimi olumsuz çağrımlar içerir. Örneğin deniz kıyısı  dendiğinde genellikle olumlu, iç açıcı görüntüler canlanır kişinin zihninde. Oysa uçurumun kıyısı dediğinizde...

Kıyı yada kenar sözcüğü  kimi olumlu kimi olumsuz çağrımlar içerir. Örneğin deniz kıyısı  dendiğinde genellikle olumlu, iç açıcı görüntüler canlanır kişinin zihninde. Oysa uçurumun kıyısı dediğinizde çağrışım olumsuzdur. Korku, heyecan, tedirginlik çağrıştırır uçurum kıyısı. Peki kentin kıyısı dediğimizde ne gibi bir görüntü canlanır zihnimizde. Kentin kıyılarında, varoşlarda oturanlar için çağrışım somuttur, kendi evi, mahallesidir. Şimdilerde kent çeperlerinde yerleşen, etrafı çevrili, yüzme havuzlu, girişi kontrollü ve korumaları olan sitelerde oturanlar içinde aynı şey söz konudur. Ancak genel algı varoş algısıdır kent kıyısı denince. İzlediğimiz ABD orijinli filmlerde Harlem adı kalmıştır örneğin aklımızda. Harlem denince, yoksulluk, şiddet, uyuşturucu, fuhuş, kapkaç, hırsızlık yazılmıştır aklımızın derinliklerine. Çocukluğumun Bursa’sında Kamberler Mahallesi böyle bir imaja sahipti örneğin. Bu günlerde televizyon dizilerinde “Arka Sokaklar” ismiyle zikredilen yerlerdir bu yerleşim yerleri. Böyle algılana gelmiştir toplum hafızasında. İşin ilginç yanı bu zihinsel oluşum bu bölge insanının da  ortak algısıdır. Bu toplumsal algı oluşumu kimin, kimlerin, neyin, hangi gücün  eseridir? Yanıt şüphesiz kapitalizm ve burjuva sınıfı olacaktır.
Nasıl sorusuna yanıt ise başlı başına bir dosya konusudur. Ancak yinede birkaç  ana başlıkla bu dar köşede konuya değinelim, değmeye çalışalım. Elbette kapitalizmin geldiği evre, sanayileşme olgusu ve kırdan kente göçler bir ana başlıktır. Bir başka başlıksa kapitalizmin  kıyı olgusunu yaratması ile bu olgu içinde kalanlar ve kıyısında yaşayanlara öğretilmiş olandır. Öğretilmiş olan diyorum zira kapitalizm çeşitli araçlarla bunu başarma yolunda epey yol almıştır. Baştan beri var olan fakat son zamanlarda yoğunlaşan, dini referanslarla beslenen yardımların kabullenmişlik ve yabancılaşma üzerindeki önemli rolü yadsınamaz. Özellikle görsel kitle iletişim araçları ile bu yabancılaşma ve kabullenmenin pekiştirilmesi... Kapitalizmin ev ile iş arasında - uzun ulaşım saatlerinin de buna eklendiği - zaman aralığına sıkıştırdığı emekçiler, geçmişte olduğu gibi komşu ziyaretleri, özel günlerdeki buluşmalar ve benzeri alışkanlıklarını televizyon dizilerinin cazibesi ve kolaycılığına terk etmişlerdir. Şimdilerde gerçekleştirilen kentsel dönüşüm çalışmaları da bu değişimi hızlandırmakta kent yoksullarını biraz daha birbirinden koparmaktadır. Kapitalizm görsel iletişim araçları yoluyla ( özellikle televizyonla) zenginlerin ilgi alanlarını ( finans, magazin, moda vb programlar) yaygın ilgi alanı olarak sunarak, Diziler aracılığıyla  yoksulların doğal dertlerini ( aşk acısı, ayrılıklar, aile kapışmaları, vb) sermaye sahipleri ile ortaklaştırıp farklılığı örtmeye çalışarak, işçi sınıfı ve yoksulların yapısal ekonomik ilgilerini önemsiz göstererek zihinleri bulanıklaştırmaktadır. Zamanla kent kıyılarındaki yoksullar – merkeze doğru yerleşen emekçilerle birlikte – kendine yabancılaşmakta, mevcut durumu ve durumunu kabullenmektedirler. Zenginleri kendi gibi görmekte, ‘hayırsever’ tanımı yardım eden kişiyi ve eylemi yücelttiği için yardım edene minnet beslemektedir Daha da ötesi “ Her mihnet kabulüm / Yeter ki gün eksilmesin penceremden” dizelerindeki “ gün” yerine hayırseveri koyup minnet duyguları ile her mihneti kabul eder hale getirilmektedirler.
Bu yabancılaşmayı görüp mevcut bulanıklığı deşifre etmek isteyen ilerici, demokrat, devrimci unsurlar ise kapitalizmin en ağır saldırılarına maruz kalmakta ve bir yandan bu saldırıları bertaraf etmeye çalışırken diğer yandan da emekçiler/yoksullar ile kopartılan bağlarını yeniden kurma, geliştirme mücadelesi vermektedirler.
Kapitalizm içine düştüğü  çıkmazdan kurtulmak için bir yandan vergileri emekçi/ yoksul ve hatta küçük burjuva kesimin üzerine yayarak kaynak yaratmaya çalışmakta. Son zamanlarda yoğunlaşan zamlar aslında kendi içinde de bir çelişkiyi barındırdığı aşikâr. Bunun az çok farkında olan iktidar giderek köşeye sıkışmakta ve sıkıştıkça saldırganlaşmakta. Kendi içinde bile kendinden bağımsız seslere tahammülü olmayan ve kafa koparmak tehditleri savuran bir anlayışın harçları protesto eden gençlere, yüzde birler seviyesindeki maaş artışına karşı  çıkan emeklilere saldırması sıradan vaka haline gelmiş olup önümüzdeki günlerde, özellikle eylül ayı ile birlikte ( okulların açılması, klasik hale gelen ramazan vurgunculuğu , kış  hazırlıkları vs) gerçek hayata daha fazla yansıyacak olan zamlardan canı yananlar ile karşı karşıya gelmek istemeyen AKP için tek çıkış yolu gündemi değiştirmek olacaktır. Bu oyunu bozmak ve mevcut fotoğrafı netleştirmek ise önümüzdeki en önemli görevlerdendir.