Doğan Kitap’tan çıkan ‘Neydi O Gelecek Bayramlar’, dokunaklı hikâyesi ve güçlü temaların ustaca işlenmesiyle yazarın en sevilen eserleri arasına girmeye aday.

Kızmak için bile kimsen olmadığında

HANDE ÇİĞDEMOĞLU

“Her şey telaşla hareket ediyordu, zaman ileriye akıyordu. Zeynep, öylece duruyordu.”

İnsan hayatı boyunca pek çok şeyin peşinden tutkuyla koşuyor. Bazen kendi arzusuyla bazen de koşullar öyle gerektirdiği için. Kimileri hedeflediği amaca, kimileri adandıkları ülkünün peşine sıklaştırıyor adımlarını. Pek çoğu ise bir arayışın tam ortasında savruluyor. Özgürlük, başarı, varoluş mücadelesi… Faklı kişiliklerle ve farklı koşullarda gerçekleşen bunca farklı koşuşturmanın hepsinde aranan ortak bir duygu var aslında: Güven duygusu.

Maslow’un piramidinde fiziksel ihtiyaçlardan hemen sonra gelen güvenlik ihtiyacı, dış faktörlerden gelen tehlikelerden korunma olarak tanımlansa da duygularla ve ilişkilerle ilgili pek çok beklentiyi de kapsıyor. Ve galiba insanın kendini güvende hissetme ihtiyacını, maddi hiçbir güç tam olarak karşılayamıyor.

Hatta bu öylesine köklü bir gereklilik ki, insan çoğu zaman ‘güvende yaşamak’ için çırpındığını bile fark edemiyor. Aynı şekilde, güvensizliğin nasıl bir hastalığa evrildiğini de fark etmiyoruz. Hayatın her alanında müthiş bir güvensizlik ve bunun getirdiği mutsuzluk yansımaları var. “Bu hayatta babana bile güvenmeyeceksin” deyişinin kabul gördüğü bir toplumda yaşıyoruz, öyle ya! “Kazık yememek”, “alnına enayi yazdırmamak”, “sırtından bıçaklanmamak”… Kendini korumakla güvenmek arasındaki ince çizgi iyiden iyiye belirsizleşti. Ailede, işyerinde, arkadaşlıklarda, bütün ilişkilerde “güvenememek”, gittikçe daha belirleyici bir hal alıyor.

ARAMAK MI, ÜRETMEK Mİ?

Peki, karşısındakine güvenmek, kişinin kiminle karşılaştığına mı daha çok bağlıdır, yoksa kendi kişilik özelliğine mi? Güvenilir insan olmak yönünde özellikler geliştirmek, güvenilir insanlar aramak, daha bilinçli durumlarda böyle ilişkiler üretmek; belki de her bir kişinin hayat serüveni, bir yönüyle bu çabaya karşılık geliyor. Zafer Köse son romanı ‘Neydi O Gelecek Bayramlar’da, Zeynep’in hayatına böyle bir açıdan bakıyor.

Zeynep tedavisi mümkün olmayan hastalığını öğrendiğinde bazı kararlar verir. Doğup büyüdüğü Gemlik’e, uzun zamandır pek az görüştüğü ailesinin yanına gidecek, durumunu kimseye söylemeden kendi belirlediği tarihe kadar birkaç hafta daha burada yaşayacaktır. Aslında Zeynep hayatındaki eksik karenin varlığını hayatının son döneminde fark etmiştir. Bu dönemi de asıl ihtiyacı olan şeyle, yani güvende hissederek yaşamak istemektedir. Otuz yıl önceki aile bağlarına, o zamanki hayatına, özlediği insani değerlere, o zamanki sahici ilişkilere, saflığa dönmek istemesinin sebebi budur. En azından böyle umuyordur. Ve yaşamını sonlandırması için, zamanında kasabanın idealist genci olan Deli Metin’i bulacaktır.

Deli Metin ile tekrar bir araya gelmesi, sadece ondan isteyeceği bu özel görev için değil, eskiden beri bildiği Şirinler Projesi’ni takip etmek için de önemlidir. Zeynep böylece insanca yaşama inanan ve bunun için çabalayanların varlığından haberdar olacak, umut ve mücadelenin her dönemde devam ettiğini görecektir.

Zeynep insan ilişkilerinin hayattaki en önemli değer olduğunu düşünmektedir ve kalan günlerinde iyi bir ailesi olduğunu kendine ispat etmek istiyordur. Aslında kasabadan ayrılırken ailesine karşı yaşadığı o hızlı güven kaybının sebebi travmatik olaylar değildir. Bir türlü ailenin “biz”inin içine girememiş, kendini ne bulunduğu bölgeye, ne onlara ait hissetmiştir. Öğrenci olarak gittiği İstanbul’a yerleştikten sonra yürüttüğü ticaret işleri sayesinde, bu güvende olma ihtiyacını, ekonomik başarıları sayesinde karşılamıştır. Daha doğrusu öyle karşıladığını sanmıştır. Ama ömrünün son günlerine geldiğini fark edince elde ettiği o başarıların da anlamsızlığını görür. Belki de en doğrusu köklerinin beslendiği ilişkiler içinde kalarak hayat mücadelesine devam etmekti. Birdenbire bir zamanlar kopup uzaklaşmayı tercih ettiği o eski kasabasına ve ailesine dönme isteği duyar.

İÇTEN AMA MESAFELİ BİR ANLATIM

Peki, bu mümkün müydü? Geçen yıllardan sonra yeniden eskisi gibi yaşanabilir miydi? En önemlisi, o geçmiş günlerin duygusu sahiden Zeynep’in hatırladığı gibi miydi? E, sonuçta o eski günlerin bir kısmını yüz yaşındaki Laz Teyze’nin karışmaya başlayan belleğinden, bir kısmını da Zeynep’in sonradan yazdığı günlüğünden okuyoruz. O günlüğüne yazdıklarıyla Zeynep yoksa kendini mi kandırıyordu?

Hem tanıdık hem şaşırtıcı gelişmelerle ilerliyor roman. Zeynep’in dışında Laz Teyze, Fidan, Deli Metin gibi güçlü karakterlerle karşılaşıyoruz. Özellikle Deli Metin ve hayatı boyunca çabaladığı projesi romanda bağımsız bir bölüm olacak kadar güçlü bir toplumsal ütopyayı anlatıyor. “Başka türlü yaşamanın mümkün olduğuna inanan insanların bir araya geldiği yer” olarak adlandırılan yaşam alanı projesinin aslında bir fikrin, bir hayat görüşünün böyle kuvvetli bir hikâye biçiminde dile gelmesi hayranlık verici.

“Öyle şaşırtıcı ki hayat, olduğu gibi anlatırsam inanılmaz bulursunuz” diyor Zeynep’in yeğeni, Fidan. Bu cümle romanın anlatım biçimine damga vuruyor. Her türlü olay sakin ve olağan bir dille anlatılıyor. Alabildiğine dokunaklı bir hikâyeyi, Zeynep’in kendi yazdığı günlüklerinden ve yeğeni Fidan’ın onun anılarından oluşan notlarından, hiç de dramatikleştirilmemiş biçimde okuyoruz. Böylece en şiddetli duyguların bile alabildiğine olağan, yalın, hatta bazen mizahi bir dille anlatılması romanın üslubunu oluşturuyor.

Anlatıcının dediği gibi; birazcık dışarıdan bakınca mazeretlerin örtemediği gerçeklikler apaçık haliyle gözümüze batıyor. Doğan Kitap’tan çıkan ‘Neydi O Gelecek Bayramlar’, dokunaklı hikâyesi ve güçlü temaların ustaca işlenmesiyle yazarın en sevilen eserleri arasına girmeye aday.