Kadınları çok düşünüyorlar. Giyinmeyi tercih ettiğimiz kıyafetleri, sarf etme(me)miz gereken sözcükleri, yürüme(me)miz gereken yolları caddeleri, attığımız kahkahayı, kaç çocuk doğuracağımızı, onlarla kaç sene ilgilenirsek daha iyi ya da daha kötü anne olacağımızı, kendimizi ve kadınlık onurumuzu nasıl koruyacağımızı, ne yapmazsak insanların bizi yanlış anlamayacağını. Bunların hepsini tek tek düşünüyorlar

“Klişe”

ALEV KARADUMAN / karadumanalev@gmail.com

Kız çocuklarını severiz. Erkek çocuklarını da severiz. Sağlıklı kız ve erkek çocukları daha da çok severiz. Bu temenni maalesef dünyanın çoğu ailesinde sağlıklı bebeklerini kucaklarına alana kadar geçerli, naif mi naif, güzelliği niyetinde saklı bir önerme olarak türlü türlü şekillerde sarf edilir duruyor.

Kendileri de toplumsal cinsiyetçi rollerin gölgesinde büyümüş ebeveynler, kız çocuklarını kucaklarına aldıktan hemen sonra başlıyor onları ‘sağlıklı’ vücutlarına rağmen ‘sağlıksız’ bir ruh haline mahkum etmeye. Kız çocuğu bir kendine bakıyor, bir orasına bir burasına, bir etrafındaki büyük kadınlara; yanlışın ve ayıbın tam olarak ne ya da neresi olduğunu anlayamadan, evet diyor. Kendimi korumalıyım; bana kendimi korumam ve sakınmam gerektiğini anlatılıyorsa Allah’ın her günü, elbet bir gün biri saldıracak. Saklanayım; bari.

Ama gelin görün ki, “Dünyada kötülük var ve bunlardan korunalım” kadar basit bir denklem değil bu. Erk dünyanın erkek arsızlığı, gevşekliği; şımarık bir çocuk gibi istedikçe istiyor. Küçükken kapayarak oturmak zorunda olduğun bacakların, büyüdükçe kadın olan vücudun uzuvların, erkeklerin sana karşı işleyebilecekleri tüm suçların hafifletici sebebi olup çıkıyor gün be gün.

Çocuk bir kere şımarmış, istedikçe istiyor, durdurabilene aşk olsun. Hayatını yaşayıp kendini gerçekleştirmeye çalıştığın her an derin bir nefes alıp yutkunarak devam ediyorsun. Yeterince yok sayarsam belki bir gün vazgeçerler diye; hiçbir zaman bir erkek çocuğu kadar özgür olamayacağını içine sinmeyerek de olsa kabullenerek, ‘hayatın kanunu’ndaki yasa boşluklarından faydalanarak kendini var ediyorsun; telkin ediyorsun. Halbuki kimse; hiçbir kadın hayatını erk dünyanın boşluklarında sızıntılarında var etmek zorunda değil. Olacak olan oluyor, içinde bir başkaldırıyı büyüte büyüte devam ediyorsun.

Sonra keşfediyorsun ki, her ‘mikro’ grup gibi kadın olarak da saygı görmenin yolu acı çekmek ve bedel ödemekten geçiyor. Çilekeş olman bekleniyor senden. Anneysen hayatından feragat edip çocuklarını bin bir zorlukla büyüterek kazanıyorsun bu saygıyı, ‘genç kızsan’ doğru yerlerde doğru zamanlarda olmaya çalışarak, kimsenin yüzünü öne eğmeyerek, evde annene yardım ederek, okulda derslerine çalışarak bir yerlere gelmen, geldiğin noktada da dürüstlüğün ve çalışkanlığın ve namusunla var olman gerekiyor. Saygı görmek için en çok da yaşlanman gerekiyor, ve hatta mümkünse, yaşayamadan yaşlanman bekleniyor senden.

Ha diyelim ki serde ‘asilik’ var; yaşayıp da yaşlanmayı seçtin. Sevdiğin parktan özlediğin denize bakmak, hayalin için çalışıp uğraşmak, ya da sadece birinin gözlerine daha güzel daha yakından bakabilmek için sevişmek istedin diyelim. O zaman da toplum nezdinde alıp alabileceğin en büyük övgü ‘erkek gibi kadın’ oluyor. Yaptığın her hatanın kadınlığına, ulaştığın her başarının da erkekliğe mal edilmesinin hayal kırıklığını yaşamak bir ömür boyu. Buna da mecbur değiliz.

Senin adına ya da sana doğru hadsizce sorulmuş sorulara, yine başkaları can atıyor cevap vermek için. Hiç utanmadan hem de. “Soru da cevap da, derdiniz de tasanız da size dair. Benim dünyamda yeri olmayan kavramlarla ispatlarla gelmeyin bana!” deyince de aynı pişkinlikle cevap veriyorlar, “Seni düşünüyoruz” diyorlar.

Kadınları çok düşünüyorlar. Giyinmeyi tercih ettiğimiz kıyafetleri, sarf etme(me)miz gereken sözcükleri, yürüme(me)miz gereken yolları caddeleri, attığımız kahkahayı, kaç çocuk doğuracağımızı, onlarla kaç sene ilgilenirsek daha iyi ya da daha kötü anne olacağımızı, kendimizi ve kadınlık onurumuzu nasıl koruyacağımızı, ne yapmazsak insanların bizi yanlış anlamayacağını. Bunların hepsini tek tek düşünüyorlar. Kadınların ne yaptıkları takdirde daha kabul göreceklerini bu kadar düşüneceklerine, bizim onlara saygı duymamız için nasıl olabileceklerini düşünseler oysaki, kendilerini bu kadar alçak konumlara düşürmezler.

Biz, kendimizle ilgili mutlu olduğumuz, iyi hissettiğimiz cesurca bir şey yaptığımıza inandığımız anlarda erkek gibi kadın olurken, onlar onursuz alçak bir şey yaptığında ‘karı gibi erkek’ oluyor. Yani ancak kadınların en iyisi ile erkeklerin en kötüsü denk olabiliyor birbirlerine, bir artı bir iki etmiyor böylece, bir kalıyor geriye sadece, erkeğin ‘bir’i ve tekliği.

Halbuki az önce bahsi geçen ‘kadınların en vasatı’nın dahi hayatı boyunca bir erkeğin verdiğinden daha cesur kararlarla yaşamak zorunda kaldığını bilmeden söylüyorlar bunu. Erkin sorgusuna muhatap olmamak için yaratılmış ikili hayatlarda, üçüncü dördüncü benlikleriyle yaptıkları sonsuz tartışmalardan nasıl sağ salim çıktıklarını bilmeden.

Yeri geliyor, bu yazı bile mesela, erk aklıyla bir anda “dır dır” oluyor ya, en çok da ona bayılıyoruz. Bu yazıyı okuyan çoğu erkek, ama bilinç ama bilinç dışı düzleminde tam da şu anda “Amma da konuştu” diyor. “Ne bitmemiş çileleri, ne söylenmemiş lafları varmış” diyor. “Hep aynı terane” diyerek belki yazının sonunu bile getirmiyor. Buna kulak vermek zorunda da değiliz.

Dünya Kadınlar Günümüz kutlu olsun.