Bir başka olur bahar yağmurları. Zaman zaman bulutlardan sıyrılıp kendini gösterdiğinde güneş, hemen ısınıverir...

Bir başka olur bahar yağmurları. Zaman zaman bulutlardan sıyrılıp kendini gösterdiğinde güneş, hemen ısınıverir toprak. Isınmaya meyilli, üzerinde bin bir ot ve çiçeğin barındığı toprak, sık sık bahar yağmuru ile kucaklaşır bu mevsim.
Hiçbir koku bakir değildir dediklerine bakmayın yağmurdan sonraki toprak kokusu kokuların en bakiridir.
Bu kokudan azade bir başka koku daha vardır ki onu her mevsim içinize çekme olanağı bulabilirsiniz. O kokuyu duyduğunda şöyle burnunu hafifçe havaya kaldırmayan birini görmedim desem yeridir. Pek çoğunuz tahmin ettiniz. Hatta kimileri gazeteyi bir kenara bırakıp cezveyi ateşe sürdü bile. Tahmin edemeyenler için söyleyeyim, kahve kokusu….
Bir kere burnumuzda tüttü işte artık içmeden olmaz. Peki şöyle bol köpüklü, nefis kokan bir kahve nerede içilir derseniz, bende yanıtı hazır; Sırçınar’da. Zaten uzun zamandır Sırçınar’a uğramamıştım. Doğrusu o hoş sohbetleri ve elbetteki Şiktan’ın  közde köpüklediği kahvesini özlemiştim.
Günün bu erken saatinde kahvede bir sessizlik hâkim. Kahvenin müdavimleri günlük gazetelere kafalarını gömmüşler. Kimi gözlüklerinin üzerinden sessizce okurken kimi burnunu iyice gazeteye yapıştırmış mırıldanmakta. Ben de sessizliği bozmayacak şekilde alçak perdeden bir “günaydın” çekerek camın kenarına konuşlandım. Kahvenin hasreti gözlerime sinmiş olacak ki Şiktan,” yüzünü gören cennetlik, çoktandır görünmüyordun” gibi birkaç beylik lafın üzerine yenisini bina etmeden hemen ocağa seyirtti.
Bende adet üzere gazeteyi açtım. Fakat biliyordum ki bu sessizlik uzun sürmeyecek. Nitekim çok geçmeden Cenap hoca dayanamadı yanıma geldi.
-“ Eee anlat bakalım epeydir görünmüyordun. Vahap’ın memleketine gitmişsin, ne var ne yok ortalarda? İşler nasıl? Partide neler oluyor?...”
Şiktan’ın masaya bıraktığı köpüklü kahvenin kokusu soru yağmurunu sona erdirdi. Hemen fırsat bilip bu sefer ben sordum;-“ Kahve içer misin Cenap Hoca?” Derin bir nefes alıp,” yok, az önce içtim, sen bir höpürdet de sonra anlat bakalım, kulağım sende.”
Seçim kritiklerini, gezilen, görülen yerlerdeki izlenimleri ve de partideki gelişmeleri anlattıktan sonra kısa bir sessizlik çöktü masaya. Ben anlatırken masaya yanaşan ve sessizce dinleyen kahvenin müdavimleri arkası arkasına yorum yapmaya başladılar hemen. Hepsinin kendine göre eleştirileri vardı.
Hoşaf Sami bizim parti dostlarından. Oldum olası ikircikli davranışlara tahammülü yoktur.” Bizim zamanımızda bir aktrist vardı, ZSa ZSa Gabor. Gençler bilmez ama biz yaştakiler iyi bilir. Kadın koca değiştirmekle ünlüydü aynı zamanda. Varlıklı, güçlü yeni bir eş bulmadan eskisini bırakmazdı. Anlaşamadığı eşiyle birlikte iken yeni ilişkin girişimlerde bulunurdu. Kimse de bunu yadırgamaz, onun kişiliğine özgün bir tavır olarak kabul ederdi. Ama solcuyum diyen koca koca insanların bir taraftan yeni parti pazarlıkları içindeyken diğer taraftan anlaşamadıklarını söyledikleri parti içinde yapı bozucu roller almalarını anlamak mümkün değil” Sami nefes almak için durur durmaz
Kasap Hüseyin lafı ağzından aldı ve en sondan 1 Mayıs’tan başladı.-“Hep, ‘Yalnız Alan’ derdim Taksim için. Onca kalabalığına rağmen bir türlü kavuşamadığı emekçisinden dolayı hep yalnızdı. Şimdi kurtuldu işte yalnızlığından.Yıllar sonra ne yalan söyleyeyim gözlerim yaşardı o meydanda.”
“Banim de “dedi Vahap. “Giremedim, almadılar ama olsun arkadaşlar girdiler ya o da yeter.”
Cenap Hoca gözlüğünü hırsla masaya bırakırken kaşlarını çatmıştı bile;” Lafı ekşitmeyin şimdi. Konferansı kısa kesin, sadede gelin. İşte Vahap kendisi burada, dışarıda kalanlardan. Medya ve kamuoyu nezdinde marjinal ilan edildi. Ne zaman marjinal oldun len Vahap? “ Vahap şaşırmış; böyle bir soru beklemiyordu. Çabuk toparlandı; ” Ne marjinali Cenap Hoca git işine allahaşkına.” Cenap hoca gülerek;” Seni marjinal kılan ben değilim ki Vahap. Aynı kahvenin insanı Hüseyin’i makul, seni marjinal kılan sadece medya mı? Emeğin, ‘makul’ lafzı içine hapsedilmesine neden olan sadece devlet mi ? Uzlaşmacıların hiç mi rolü yok bunda.” Sonra bana döndü ,” dışarıda kalanlarla içeride olanlar arasında yeni bir tartışma yaratacaktır bu. Aslında Erdoğan bir taraftan 1 Mayıs’ı tatil ederken, diğer taraftan da yarattığı bu ortamla emek hareketini bir kez daha parçaladı. Derenin taşıyla derenin kuşunu vurdu anlayacağın.” Burunsuz, çayları tazelerken olmayan burnunu sohbete sokarak;” yalnızca Erdoğan mı Cenap Hoca? TÜRK-İŞ’in yaptığı ne?” Cenap Hoca; “ Onun yaptığı günün deyimiyle makul bir tavır ama makul olmayan TÜRK-İŞ’in emek hareketini parçalayan tavrı ortada iken, onunla birlikte Taksim’e çıkan kendini sosyalist olarak tanımlayan milletvekiline ne demeli?”
Kasap Hüseyin hemen atıldı;” Haklısın Cenap Hoca bir yandan emek hareketini parçalayan güçleri meşrulaştıracaksın diğer yandan solu birleştirme iddiasında olacaksın, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demezler mi?”
Derken her kafadan bir ses çıkıp kahvenin içi uğuldamaya başladı. Uğultuyu birdenbire çakan şimşek ve güçlü bir gök gürültüsü kesti. Konuşmaları sessizce ama dikkatle dinleyen Hacı; “ Yazla kış ayrılıyor. Sıcaklar yakındır. Ama siz solculara bahar bile çok uzak” dedi ve arkasından atılan şeker, çay tabağı vb nesnelerle tanışmadan caminin yolunu tuttu. Cenap Hoca arkasından bağırıyordu;” Sen öyle san Hacı. Senin sistemin sallanırken hava sol kokuyor sol , şu kahve kokusundan bile yoğun ve güzel hem de .”