Komplo teorileri ve topyekûn paranoya
En son olarak da Covid-19 aşılarının aslında Bill Gates tarafından yönlendirilen bir çipleme çalışması olduğu dolaşıma sokuldu. Tüm bu akıldışı inanışlar yazılıp, çizilip, telaffuz edilirken neyse ki bilim ve teknoloji kendi etik sınırlarında üretmeye devam ediyor. Aslında en büyük sorun burada; komplo teorileri sınırlı sayıda insandan alıcı buluyor ama bu karşıt görüşlerin bedelini çok daha fazla insan ödüyor.
Nesli Zağlı
İnsan zihni gerçekten gördüğüne inanmaya mı eğilimlidir yoksa kurguladığına mı? Bunun cevabı çağa, toplumsal arka plana, psikodinamik altyapıya ve ihtiyaçlara göre değişir. Salt gerçekliği arayıp bulmanın badireli olduğu durumlarda ustaca veya acemice yapılmış kurgular devreye girer. Bu kurgular aslında tekinsiz teorilerdir ve ürperticidirler. Komplo teorileri kaynağı belirsiz bir tehdit ya da saldırıya işaret eden ve gerçekliğe ulaşmayı arzulamayanları korku üzerinden hapseden kurgulardır. Komplo teorileri antik çağa kadar uzanır ve hiçbir toplum ve kültür bu teorilerden azade olamamıştır. Hatta Neron’un Roma’yı yakmasından başlayarak, aya ayak basmaya kadar her türlü tarihi olayın ardında gizli komplo teorisyenleri yer almıştır. Kimliği belirsiz bu kişiler, çağlar boyu insan zihnini bulandıran yüzlerce yıllık komplolarının etkisini öngörebilirler miydi acaba? Komplo teorisyenleri macera sever ama attıkları taşın ne kadar su sıçratacağını bilmeyen nahif adamlar mı? Yoksa komplo teorileri belli çıkar çevrelerinin hain amaçlarına hizmet eden daha sistematik senaryolar mı? Bence çağlardan beri süregelen komplolara bakıldığında her iki türlüsünü görmek de mümkün. İstemsizce çığ gibi büyüyerek nam salmış başıbozuk senaryolar ve kitlesel olarak bir grubu birilerine düşman etmeye çalışan sistematik yalanlar. Kaynakları ve rotaları belli olmasına karşın hedef aynı: Komplo teorilerine inanmaya hazır, daha az eğitimli, daha içe dönük ve daha kuşkucu bir kitle.
Gerçekten de komplo teorilerine inanlar ve inanmayanlar arasında bir “cehalet” farkı var ama bu bulgu tutarlı değil. Belli ki eğitimden bağımsız olarak insanların komplolara bir yatkınlığı var. Komplo teorilerine inanmanın zihinsel bazı kolaylıklarına dikkat çekiliyor. Bir siyasi, kültürel veya tıbbi olay, her yönüyle anlaşılmak için fazla karmaşık olduğunda komplo alternatifi hep daha konforlu gelir. Konforlu gelmesinin nedeni de “biz’in” ve “ötekinin” tanımlanmış olması ve komplonun ağırlığıyla safların sıklaşmasıdır. Siyonistler, komünistler, CIA, FBI veya karteller tanımlanmış “günah keçisidir” ve onları dışarıda tuttuğunuzda hayat daha güvenlidir. Bu anlamda bakıldığında bireysel veya kolektif anlamda “kendilik imajı” güçlenir. Tekinsiz bir senaryodan nasıl olur da olumlu bir duygudurum beslenir o da beynin gizemidir. Beynin biz ve ötekiler şeklinde ayrımcılığı faydacı bir kısa yoldur. Ruh sağlığı uzmanları ayrımcılığın ve örneğin ırkçılığın bir “hastalık” olmadığını söyleyip duruyorlar. Gerçekten de ayrımcılığa reaksiyon verirken ruhsal bozukluğu olanları damgalamak ne kadar tehlikeliyse, komplo teorisyenlerini ve komploya inananları da “paranoid” olarak algılamak o kadar risklidir. Paranoyanın oluşmasındaki dinamik süreçlerle, komplo teorilerinin psikolojik altyapısı benzer mekanizmalar gösterse de bu bilişsel süreçlere hastalık demek yine de damgalayıcıdır.
Komplo teorileri Amerika’da da, Orta Doğu’da da, bizde de en hararetli dönemlerini yaşıyor. Önce koronavirüsünün insan eliyle yapılıp, yayıldığına dair komplolar esip gürledi. Defalarca yapılan çalışmalarda virüsün hayvandan geçerek yayıldığı gösterilmiş olsa da bu sabitlenmiş zihinlere uğrayamadı. Sonrasında 5G teknolojisinin virüsü yarattığı düşüncesi bir salgın gibi yayıldı. En eğitimli saygıdeğer arkadaşlarımızdan maske karşıtları oluştu ve bir gücün bizi maskeler yoluyla öldürmeye çalıştığından emin olundu. En son olarak da Covid-19 aşılarının aslında Bill Gates tarafından yönlendirilen bir çipleme çalışması olduğu dolaşıma sokuldu. Tüm bu akıldışı inanışlar yazılıp, çizilip, telaffuz edilirken neyse ki bilim ve teknoloji kendi etik sınırlarında üretmeye devam ediyor. Aslında en büyük sorun burada; komplo teorileri sınırlı sayıda insandan alıcı buluyor ama bu karşıt görüşlerin bedelini çok daha fazla insan ödüyor. Aşının yararlılığından bağımsız olarak komplonun kitleler üzerindeki etkisi büyük kuşkular ve paranoyalar yaratıyor. Bu noktada da halk sağlığına tehdit oluşturan bir algı operasyonu oluşuyor.
Kitleleri etkisi altına alan komploları aslında bizim bireysel ve toplumsal dinamiklerimiz besliyor. İçe dönük, mahremiyetin elzem olduğu, kırılgan ve kuşkucu yapımız bizi gerçekliğin kendisini göğüslemekten alıkoyuyor. Özellikle paranoid kimliği bilinen bir liderin peşinden giden kitleler, bu komplo teorilerini alkışlamak üzere talep eder hale geliyor. Biri çıksın, bizim yerimize düşmanı ilan etsin ve ona çemkirsin istiyorlar. Sanırım bizim hayatımızın içindeki böyle bir figür hepimizin kolayca aklına geliyor. Sahte kendilikler oluşturarak toplum içinde var olan kimseler için gerçeğe her türlü alternatif kabul edilebilir geliyor. Çünkü komplo teorilerine inanan insanların acaba bu tıbbi, politik, toplumsal gerçek nedir diye sorup peşine düşecek bir ego gücü yok. Onun yerine regrese olup, büyük ötekine ve onun önlerine serdiğine tamah ediyorlar. Anneyle yaşanan cennette baba nasıl bir ötekiyse, komplolar da kötücül senaryodaki tüm kötüleri bir balona hapsedip uçuruyor. Bizim semalarımızda uçup duran palavraları balon gibi patlatıp söndürmek ise her “baba” yiğidin harcı değil.
Son yıllarda komplo teorilerinin çok yaygınlaştığı ve özellikle de pandemiden sonra doruğa çıktığı her yerde söyleniyor. Bu biraz ürkütücü çünkü bu komploların karşısında durduğu şey insan sağlığı. Herkesin her krizde en bilimsel ve güvenilir bilginin peşine düşemeyeceği aşikâr. Üstelik bilimin kendi içinde bile bazı komplo teorilerinin sızması olası. Bu noktada güçlü bir sağduyu noktasında durabilmek hem sosyopolitik iklimle, hem de bireysel dinamiklerle ilişkili. Erke ve onun eril paranoid söylemine hep bir temkinle yaklaşmak gerekli. Rasyonel zihin, dengeli bir duygudurum ve çelişkiyle baş edebilme kapasitesi komplo teorilerine karşı panzehir etkisi yapıyor. Bunu sadece bireysel değil, kolektif düzlemde de örgütleyebilmek önemli. Gücü, siyasi, ekonomik ve sosyal güç sahiplerini putlaştırmadan sorgulayabilmek gerekiyor. O zaman onların tanımlayıp önümüze sunacakları yapay şer odaklarına da temkinli yaklaşırdık. Zihnin paranoya döngüsü fare kapanı gibidir, başka niyetle girip içinden çıkamadığınız. Komplo teorileri de bunu yapıyor; havalı bir üst akıl gibi görünüp büyük resme heves ettiriyor. Hemen sonrasında ise sizi karanlık, rutubetli bir kapana hapsediyor. Bugünün komplo teorilerinden bir kısmı gerçek çıkarsa da şaşırmamak gerek. Gerçek sorun içerikten çok yayılma ve içine hapsetme hızında. Sonuç olarak narsisistik ihtiyaçları yoğun, paranoid erk sahiplerininki başta olmak üzere komplo teorilerine bir adım geriden bakmakta yarar var.