Seyfi Teoman daha ilk filmiyle ne yaptığını çok iyi bilen, kendi üslubu olan dürüst bir sinemacı olarak seyircinin karşısına çıkıyor…

Seyfi Teoman’ın ‘Tatil Kitabı’ adlı ilk filmi İstanbul Film Festivali’nde hem ana jüri hem de FIPRESCI jürisince en film seçildikten sonra, uluslararası festivallerde de birçok ödül aldı. Baştan söyleyelim, Tatil Kitabı çok iyi bir film ve bu başarı sürpriz değil. Teoman daha ilk filmiyle ne yaptığını çok iyi bilen, kendi üslubu olan dürüst bir sinemacı olarak seyircinin karşısına çıkıyor. Film Silifke’de, okulların yaz tatili süresinde geçiyor. Filmde bir baş kahraman yok. İki erkek çocuklu bir aile, ve bu ailenin erkeğinin yani babanın erkek kardeşi filmin ortak baş kahramanları. Aslında dramatik, hem de kahramanların hayatının seyrini değiştiren türden birçok olay yaşanıyor bu yaz tatili süresince ama bu dramatik anlar hep perdenin dışında yaşanıyor. Örneğin babayı beyin kanaması geçirirken, ya da büyük oğluyla kavga ederken görmüyoruz. Yönetmen, dramatik anların duygusallığından çok bu anların kahramanların hayatındaki etkileri üzerinde yoğunlaşıyor. Bu tercih, kimilerini filmden uzaklaştırabilir, "ne biçim film, hiçbir şey olmuyor” dedirtebilir. Ama kimsenin filmin bir şey anlatmadığını söylemeye hakkı yok, çünkü film bir yaşam tarzının kendisini nasıl ürettiğini, muhafazakarlığın, konformizmin, ataerkilliğin küçük bir kasabada maddi çıkarlar ve sıkışmışlıklar üzerinden nasıl iktidarını sürdürdüğünü çok iyi anlatıyor. Hem aile, hem de devletin okul, askeriye gibi çeşitli aygıtları filmin oklarından nasibini alıyor.

 

BELİRLENMİŞ YAŞAMLAR

Film 9-10 yaşlarındaki Ali’nin bir okul gezisindeki görüntüleriyle başlıyor. Kasabanın kalesine yapılan bu gezi, çocuklar için belli ki tarih öğrenme açısından hiçbir şey ifade etmiyor. Ya koşuşturuyorlar ya da Ali gibi sıkıntıyla etrafa bakıyorlar. Sonra Ali’nin limon üreticisi babası Mustafa’yla tanışıyoruz. Mustafa ırgat kadınları pikabıyla toplayıp tarlaya çalışmaya götürüyor. Ali’nin son ders günü öğretmenin ‘Tatil Kitabı’ adlı MEB’in bir kitabını dağıtmasıyla son buluyor ama Ali’nin kitabına okul kabadayısı bir çocuk el koyuyor. Birer birer diğer kahramanlarla da tanışıyoruz. Ali’nin amcası kasap Hasan, askeri lise mezunu abisi Veysel, annesi ev kadını Güler’le tanışıyoruz. Ali’nin babası Mustafa düzenin her anlamda temsilcisi. Oğullarını baskıyla kendi istediği yolda yürümeye zorluyor. Küçük Ali’yi önce işyerinde oturtuyor, sonra da sokakta ciklet satmaya gönderiyor. Maksat, küçükten para kazanmayı öğrensin, ilerde büyüyünce kendisi gibi ‘başarılı’ bir tüccar olsun. Abi Veysel ise askeri akademi okumak yerine, sivile geçmek istiyor. Onun da ufku çok geniş değil, sivilde yapmayı istediği şey işletme okumak. Aslında düzenin çok uzağına düşecek bir perspektifi yok ama yine de askeri disiplinden, önceden belirlenmiş bir gelecekten kurtulmak istiyor. Onu sıkıştıran şey, ayrıldığı durumda devlete ödenmesi gereken tazminat. Bu parayı bulamadığında, elini kolunu bağlı hissediyor.

Hasan ise kasaba hayatından kurtulmak için bir süre direnmiş, Ankara’da üniversitede okumuş ama bitirmemiş, evlenmiş ama sürdürememiş, sonunda babadan kalma kasap dükkanına dönmüş. Görünüşte iyi kalpli, yardımsever biri. Ama bütün isyanının arkasında abisiyle girdiği rekabette geride kalması yatıyor. Abisi elemine olunca, Hasan yeni patriyark olarak onun tahtına gönül rahatlığıyla oturuveriyor.

 

HER ŞEY PARAYA DAİR

Anne Güler ise tipik ezik ve mutsuz ev kadını. Kocasıyla oğulları arasında denge bulmaya çalışırken, bir yandan da muhtemel aldatılmışlığının acısını sonuna kadar yaşıyor.

Baba Mustafa’nın karakterinin en çarpıcı göstergesini ölüm döşeğinde, ameliyat edilmeden hemen önce oğluna söyledikleri oluşturuyor. Mustafa Ali’ye kriz geçirdiği sırada arabasında para olduğunu ve bu parayı çalınmadan almaları gerektiğini söylüyor. Son söyledikleri karısına ya da çocuğuna yönelik sevgi sözcükleri değil, paraya dair oluyor. Bu paranın aranışı sırasında jandarmanın sınıfsal tavrına da net bir biçimde şahit oluyoruz. Saygın bir mesleği olan doktor sorgulanmazken, iki ırgat ve bir ambulans şoförü şüpheli görülerek devlet şiddetine maruz kalmak üzere gözaltına alınıyor. Bu sahnede Hasan’ın sessizce bu şiddete onay vermesi filmin en başarılı sahnelerinden biri.

 

KASABA HAYATI

‘Tatil Kitabı’nın en başarılı yanlarından biri belki de başlıcası da, kasaba hayatının ritmini, akışını ve sıkıntısını duyumsatmada görülüyor. Dükkanın önündeki taburenin önünde oturan esnaf, okey oynayan ve şehirli kadınlara gıptayla bakan gençler… Bu kasabalarda sosyal ve kültürel yaşam yerlerde sürünüyor. Lou Reed ve John Cale’in bir şarkılarında söyledikleri gibi “küçük kasabada iyi tek bir şey vardır, orayı terk etmek istediğini bilmek”. Ama terk etmek kolay değil. Maddi zorlukları ve tuzakları aşmak için Hasan’ın dediği gibi gerçekten istemek gerekiyor (tabii o isteği yaratacak çekim güçleri de olmalı). Yoksa filmde olduğu gibi güçlü ana akıntı herkesi aktığı yönde sürüklemeye devam ediyor. ‘Tatil Kitabı’ sessizce öfkeli ve hatta muhafazakarlık ve konformizm karşıtlığıyla slogan atmadan politik bir film. Başta Taner Birsel olmak üzere, Ayten Tökün, Osman İnan, Tayfun Günay ve Harun Özüağ da gayet iyi oyunculuklar sergiliyorlar. Hoşgeldin Seyfi Teoman ve filmin yapım şirketi olan Bulut Film. Yeni filmlerinizi heyecanla bekliyoruz. Tabii Kültür Bakanlığı’ndan da bugüne kadar bu ekipten esirgediği yardımları, desteği artık vermesini istiyoruz.

 

Tatil Kitabı

Yönetmen: Seyfi Teoman Oyuncular: Taner Birsel, Ayten Tökün, Harun Özüağ Türü: Dram, Aile Yapım Yılı: 2008 Süre: 92 dk.

 

***

Düzenin kıstırdıkları

Çıkış Yok haftanın diğer filmi ‘Tatil Kitabı’ gibi çıkışsızlığı anlatıyor. Film doğrusu, kusurlarına ve kimi zaman inandırıcılığını yitirmesine rağmen hoş bir sürpriz oldu bizim için. Filmin iki baş kahramanının hikâyesini paralel biçimde izliyoruz. Bir yanda iyi  ve sevecen hemşire Brandi (Mena Suvari), diğer tarafta şirketi ‘küçüldüğü’ için işsiz kalmış Tom (Stephen Rea) var. İki kahraman da hayatlarında Amerikan yaşamının sloganlarından olan ‘seçme özgürlüğüyle’ defaeten karşılaşıyorlar gün boyunca.

Tom önce parasını ödeyemediği için kovulduğu otel odasında eşyalarını bırakmak ya da hapse girmek, sonra iş ve işçi bulma kurumunda daha önce doldurmuş olduğu formu yeniden doldurmak ya da iş bulmaktan vazgeçmek ve en sonunda da kaldığı parkı terk etmek ya da karakola gitmek arasında ‘özgür’ seçimlerini yapmak zorunda kalıyor. Brandi ise bir önceki hafta sonu da nöbete kaldığı halde yeniden hafta sonunda da çalışmak ya da başhemşire olma düşünden vazgeçmek arasında seçimini tabii ki yine özgürce yapıyor. Bütün bu metaforik sıkışmışlıklar, fiili sıkışmışlığa dönüşüveriyor berbat bir kazayla. Brandi kafasını dağıtmak için gittiği klüpten dönerken kendine yatacak bir yer arayan Tom’a çarpıyor. Tom kafası arabanın içinde, belden aşağısı dışarda olmak üzere sıkışıp kalıyor arabaya. Kariyerinde beklediği sıçramayı,bu kaza yüzünden yapamayacağını düşünen Brandi korkunç bir şey yapıyor ve Tom’u hastaneye götürmek yerine garajına kilitliyor. Film, karşımıza başka sıkışmış kahramanlar daha çıkarıyor: Polisten korkan göçmenler, uyuşturucu satıcıları da trajik olaylarda rollerini alıyorlar.

Film, bazen mesajını fazla tekrarlıyor ve finale doğru inandırıcılığını kısmen yitiriyor. Örneğin üzerine benzin dökülmüş bir adam başkasını tehdit etmek için kibrit yakar mı? Ama yine de özellikle ilk yarısında oldukça gerilimli ve tedirgin edici, sorgulatıcı bir ton tutturuyor film ve bu haliyle de son aylarda gördüğümüz filmler arasından rahatça sivriliyor.

 

Çıkış Yok

Orijinal Adı: Stuck Yönetmen: Stuart Gordon Oyuncular: Mena Suvari, Bunthivy Nou, Wayne Robson Türü: Korku, Gerilim Yapım Yılı: 2007 Süre: 94 dk.