Muhittin Birgen, C.H.P'nin ilk hali olan İttihat ve Terakki'nin sol kanadı içinde yer almış bir partizan ayrıca eğitimci...

Muhittin Birgen, C.H.P'nin ilk hali olan İttihat ve Terakki'nin sol kanadı içinde yer almış bir partizan ayrıca eğitimci, yazar, gazeteci, çevirmen, kooperatifçi bir siyaset adamı olarak çok bilinen biri olsa gerek. Ama öyle değil, mevcut kaynaklara bakınca adı geçmiyor, kimse yakın dönem tarihi içinde Muhittin Birgen diye bir otorite tanımıyor. Bunun iki nedeni var: Birincisi, anıların oldukça erken bir dönemde (1936-1937) Son Posta gazetesinde tefrika edildikten sonra kitap olarak basılmaması. İkinci neden ise daha derin, Birgen'in bir karşı ses, bir karşı duruş olması. Ve hatta partizan olduğu halde yeri geldiğinde İttihatçıları bile yerden yere vurması, doğru deyişle "nesnel bir özeleştirmen" olmasından kaynaklanıyor. Ona göre köpeği kim öldürdüyse burnu sürçmeli. Yani herkes sorumluluğunu üstlenmeli. Eğer Zeki Arıkan diye bir arkadaş gazete sayfalarında yitmiş bu önemli belgeyi bulup da ortaya çı-karmasaydı, bir alay resmi palavra daha uzun yıllar kendini gerçek diye yutturmaya devam edecekti.

Muhittin Birgen bir İstanbul kalem efendisi. Bir süre demiryollarında memurluk etmiş. Cumhuriyetten önce Tanin'de, Cumhuriyetten sonra Hakimiyet-i Milliye'de, Yenigün'de ve Son Posta gazetelerinde çalışmış. 1914-1919 arası Osmanlı Meclisi'nde milletvekili. 1920'de bu sıfatla Kuv-vayı Milliye'ye iltica etti. Ankara'da ona Basın-Ya-yın ve İstihbarat müdürlüğü görevi verilmişti. 1921'e kadar bu görevde kaldı. Bu sırada Elmalı Hoca, Mehmet Akif Ersoy gibi Sünni tarikatçıların "SebiPür Reşad" dergisine yardım etmedi diye hakkında uyduruk bir gensoru verildi. Gerçi bu teklif Meclis'te reddedildi ama Sabahattin Birgen küsmüştü bir kere. Artık "asap ve ahlak çürütmeye mahsus bir cehennem" haline gelen, her geçen gün "diktatörlüğe" giden Ankara'da durmasına imkân yoktu. Ailesini toparlayıp Batum üzerinden Tiflis'e gitti. O sıra İttihatçıların önden gelen tüm firarileri Moskova-Bakü-Tiflis üçgeninde buluşmuştu. Hepsinin kulağı Anadolu'daydı. Milli hareketi merak içinde heyecanla takip ediyorlardı. Ankara'dan olumlu bir sinyal gelir gelmez Kuvvayı Milliye'ye geçmek için sabırsızdılar. Ancak Mustafa Kemal ve arkadaşları, onların gelip İttihatçılık güdeceklerinden kuşkuluydular. "Çağrılmayan Yakuplar" Ankara'dan umudu kesince, ister istemez maceraperest oldular. Bunlardan kimileri, Asya Türklerini ayaklandırma sevdasına düşen Enver Paşa'nın peşi sıra gitti, kimileriyse Azerbaycan'ın bağımsızlık savaşına destek olmak üzere Bakü'de toplaştı. Muhittin Birgen, Kazım Karabekir'e yazdığı bir mektupta Ankara'yı niçin terk ettiğini şöyle açıklar:

"...Son defa Ankara'da Basın Yayın Müdürü, ondan evvel gazeteci ve mebustum. Şimdiyse bir serseri! İstanbul'la köprüleri atmış, Ankara'nın havasıyla bir türlü barışamamış, bundan beş ay önce Anadolu'dan çıkarak buralara kadar gelmiş ve nihayet son iki ayı Moskova'da geçirdikten sonra buraya avdet etmiş bir serseri! Ciddi bir iş, muayyen bir hedef ve muayyen bir program beni vazife başına çıkarmadıkça Ankara'ya dönmek fikrinde değilim. Çünkü bugünkü Ankara, asap ve ahlak çürütmeye mahsus bir cehennem halini almıştır."

Gerçekten Muhittin Birgen o kadar karamsardır ki, Ankara'nın giriştiği mücadelenin başarıya ulaşacağından bile şüphelidir:

"Bugünkü zahiri birliğin altında Anadolu'da şimdiye kadar görülmedik çekişmeler, baş döndüren ve göz karartan uçurumlar halinde ayrılıklar hasıl olmaya başlamıştır. Beş aydır gördüm, dinledim ve aradım, vasıl olduğum netice şudur ki, memleketin bu kadar güçlükle verdiği mücadele bir köy dövüşünden başka bir şey değildir. Zaten beni Ankara'dan çıkmaya sevk eden sebep de bu kanaatti."

Talat ve Cemal Paşalar Ermeni intikamcılar tarafından vurulduktan ve Enver Paşa da Kızıl Ordu tarafından imha edildikten sonra başsız kalan firari İttihatçılar, Azerbaycan Müsavat Partisi'ni ele geçirmişti. O sıralar İttihatçılar, Azerbaycan'da çok itibar görüyordu. Çünkü Anadolu'da tam manâsıyla hüsrana uğrayan Ermeniler, intikamlarını Azeri Türklerine yönelttikleri sıra, yine bu İttihatçılar sayesinde örgütlenerek saldırıları püskürtmüşlerdi. Azerilerin İttihatçılara can borcu vardı. Müsavat Partisi en çok taraftara sahipti, bunun yanı sıra solda ve sağda küçük başka partiler de vardı. Müsavat önde gelenleri orduyu , polis teşkilatını ve milis güçlerini İttihatçılara vermişlerdi.

Muhittin Birgen, hatıratının tam bu noktasında Türklerin Azeri halkına attığı korkunç bir kazığı gün ışığına çıkarıyor: Ülkenin güvenlik güçleri ellerine emanet edilen İttihatçılar, Müsavat Partisi'ne inanmıyorlardı. Onlar İngiltere'nin güdümündeki bu partiyi ele geçirerek akılları sıra, Birinci Dünya Savaşı'nda baş düşmanları olan İngiltere'yi cezalandırmaktı. Rusya artık Çarın Rusya'sı değildi. Üstelik Sovyet Rusya Anadolu'ya maddi destek veriyordu. Öyleyse azınlıktaki Azeri Komünist Partisi desteklenmeliydi. Öyle de yaptılar, Müsavat Partisi'ni son anda "İngilizci" diye suçlayarak, "Kızılorduyu Bakü'ye soktular. Yani Azeriler bizim İttihatçı artıkları yüzünden Sovyet'lere katıldılar. Eğer İttihatçı güçlerin yönettiği Azeri asker ve polisleri Kızılorduya teslim olmasaydı, belki de İngiltere'nin (petrol hatırına) desteklediği Müsavat Hükümeti Sovyetlere direnecekti. Bu ihanet Azeri halkının içinde bir ukdedir. Ve bu yüzden vaktiyle "abi" diye taptıkları Türklerden bugün pek hazzetmezler.

Muhittin Birgen'in bundan sonraki macerası arkadaşlarından biraz farklı. Sovyet Azerbaycan'ında ilk iş milliyetçi unsurlar temizlemek olur. Tüm İttihatçılat kaçar. Ancak ona dokunmazlar, çünkü o İttihatçıların ihanetine katılmamıştır. Ona Baku Üniversitesi Pedogoji Ens-titüsü'nde öğretmenlik teklif edilir, kabul eder. Gelgelim bir süre sonra dönemin ruhuna Sov-yetik bir paranoya musallat olur: "Komünist Partisi olmayan yerli-yabancı herkes potansiyel casus" muamelesi görmeye başlar. Ankara hesabına casusluk yaptığı, Türkçülük propagandası içinde olduğu iddialarıyla gizli polisin takibine muhatap olur. Aynı tehditle karşı karşıya olan arkadaşı, sonradan ünlü öykücü olan Memduh Şevket (Esendal) ile yurda döner. O Azerbaycan'ı terk eden "son İttihatçı"dır. Ve belki de İttihat Terakki'nin defterini düren kişi de denebilir onun için.