Körfez ülkeleri, kendi çelişkilerini İhraç ederek bölgede neo-liberal devlet biçiminin yerleşmesine karşı direniyorlar. Özellikle Türkiye üzerinden temsil edilen bu çelişkileri erteleme itkisi, Türk Dış Politikası'nı şekİllendiren temel etmen olarak görünüyor

Körfez etkisi

GÖKSU UĞURLU*

“Teşbihte hata olmaz” derler. Küçük bir çocuksunuz. Okulunuzda ne kadar it-kopuk varsa hepsini ağabeyinizden aldığınız paralarla besliyor, başka bir çocuğu dövdürüyorsunuz. Çocuğun ağabeyi geliyor, “Bu çocuğu size yedirmem!” diyor, iti-kopuğu dövmeye başlıyor. Gidip bir de utanmadan çocuğun ağabeyinin kafasına bir tane patlatıyorsunuz. O sinirle tepinirken siz hemen, para aldığınız değil de, ondan daha büyük ve kuvvetli ağabeyinizin arkasına saklanıyorsunuz. Ona aslında ne kadar haklı olduğunuzu anlatıyorsunuz. Çocuğu dövmenizin çok geçerli nedenleri olduğunu, hatta ağabeyinin de kafasına yediği şaplağı hak ettiğini iddia ediyorsunuz. Fütursuzca para saçan küçük ağabeyinize ve size zerrece itimadı olmasa da büyük ağabey “kardeştir” diyerek sizi savunuyor. Ama diğer çocuğu da gönlünüzce dövmenize artık izin vermeyeceğini, sadece kendisinin belirlediği koşullarda dayak atılabileceğini söylüyor, vs… Sonra küçük ağabeyinize gidip “Nasıl da yaptım ama?” diye böbürlenerek biraz daha harçlık alıyorsunuz.

Hikaye böyle ama bu teşbihte hatalar var! Büyük hatalar. Ancak onları sonraya bırakalım.

Rus Dış Politikası, Suriye’de Esad rejimini terk edecek gibi görünmüyor. Paris saldırıları sonrasında Batılı ülkelerin de Esad’ın kalışını -nasıl ve hangi biçimlerde olacağının ucu açık olan- birtakım revizyonlardan geçirerek kabulleneceği neredeyse kesinleşti. Rus uçaklarının IŞİD dışındaki “muhalifleri”, “ılımlı cihatçıları” da bombalamasına kimse ses çıkarmayacak gibi duruyor. Orada, Rus saldırıları karşısında inim inim inileyen cihatçıları her ne olursa olsun korumaya ant içmiş, aslan parçası Türkiye hariç tabii. Fakat aslan parçasının kuyruğu sıkıştığında önce NATO’dan ortalığı yumuşatması için medet umması ile ardından Cumhurbaşkanı’nın soluğu Katar’da alıp kendileriyle aramızın ne kadar iyi olduğunu yine ve yeniden belirtmesi düşünülürse, insan aslanın hangi parçasından bahsedildiğini merak ediyor.

Birkaç soru ile hikayeyi açmayı deneyelim. Erdoğan’ın soluğu Katar’da alması, uzunca süredir gözlemlenen bir olgunun yeni bir örneğini bize veriyor olabilir mi? Güncel görünümünde “Türk Dış Politikası”nın milli menfaat ile ilişkisini arayıp da bulamayanlar, bu ve önceki ziyaretlerde bir şeyler bulabilirler mi?

Dış Politika Üretimi

Türk Dış Politikası’nın -iç politikada da olduğu gibi- nasıl biçimlendiği irdelenirken “ulusal çıkar/milli menfaat” kavramlarının herhangi bir anlam ifade etmediği gittikçe daha net hale geliyor. Bahsi geçen çıkarların üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip olmayanların, yani geniş bir tanımlamayla işçi sınıfının talep, özlem ve ihtiyaçları ile bir ilgisinin bulunmaması yeni bir durum değil, malumumuz. Bununla birlikte, artık toplumun genel çıkarı olarak sunulan ve sermaye birikiminin sürekliliğinin sağlanması için gerekli politika talepleriyle mevcut politikaların ilişkisi zayıflıyor. Türkiye’de mevcut biçimi ve kurumsallaşmasıyla devletin bütün sermayelere “eşit” mesafede olması, rekabetin koşullarını yaratıp kollaması –bir başka ifade ile siyasi olan ile iktisadi olanın biçimsel ayrışması- gerekirken belirli bir “sermaye” grubunun taleplerine daha fazla yer veriyor olması bazı kapitalistleri endişelendiriyor.

Anılan endişe, Türk Dış Politikası’nın oluşmasında ağırlıklı etkisi bulunan Körfez (Körfez İşbirliği Konseyi üye ülkeleri) “sermaye”sinin etkisinden kaynaklanıyor. Bu etki, yalnızca “sermaye”nin ülkeye giren miktarı üzerinden anlaşılamayacak birtakım unsurları da içeriyor. Mesela, 2013 yılında Körfez ülkelerinden gelen doğrudan yabancı yatırım 880 milyon dolar ile AB’nin toplam 6,4 milyar dolarlık yatırımının çok altında. Miktar elbette önemli; fakat etki anlamlandırılırken ülkeye girme biçimi, değerlenme koşulları, eyleme tarzı ve hedefleri bakımından niceliğe ek olarak niteliksel olgular da göz önünde bulundurulmalı.

Türkiye’de devletin mevcut biçimi Batı merkezli, kolektif emperyalist taleplerin neticesinde ortaya çıkan politikaların ürünüdür. Bu politikalar yalnızca dışarıdan giren taleplerle değil, aynı zamanda taleplerin taşıyıcısı durumundaki içerideki sınıf fraksiyonları aracılığıyla da devlet dediğimiz alana giriş yapmıştır. Buna rağmen halihazırda “uluslararasılaşmış” biçim, içeriğin hangi sermaye tarafından doldurulacağını önsel olarak belirlemez. Batı merkezli sermaye kadar ve onunla birlikte -Körfez’inki gibi- bu sermayenin talepleriyle çelişen etkilere de açıktır. Hemen bir uyarıda bulunalım: Körfez etkisi, Batı merkezli ve onların ortağı konumundaki sınıf fraksiyonlarının temsilini engellemez. Devletin politika çıktılarının çelişkisi de büyük oranda bu olgudan kaynaklanır. Aynı anda birden çok ve iç-dış sermayenin taleplerini içerecek politikalar üretmek gittikçe zorlaşır. Hele bir de kendi iktidarınızı bunlardan birine –bir bakıma- borçluysanız ama diğerini de toptan görmezden gelemiyorsanız iyice içinden çıkılmaz bir hale düşersiniz. Körfez ülkelerine olan ziyaretlerinizin sıklığı gittikçe artar.

Bugün neler oluyor?

Peki, gündeme baktığımızda somut olarak Türk Dış Politikası’nın yürütücüleri neden böyle hamlelere ihtiyaç duyuyor? ABD ile Rusya yönetimleri Esad’ın kalması gerektiği noktasında anlaşırsa ve Esad kalırsa ne olur? Suriye’de köprünün altından çok sular aktı. Irak benzeri bir federatif yapının hem de bir bölümünde Esad’ın başta olduğu bir federatif yapının Suriye’de kurulması güçlü bir ihtimal olarak ortada duruyor. Rusya’yı arkasına almış Esad ve ABD’den destek gören Kürtler var iken, Türkiye ve Körfez’in desteklediği “ılımlı cihatçıların” olası bir yapıda yer bulması da çok zor gözüküyor. Sonuçta, kimsenin Türk hükümetinin önerdiği “güvenli bölge” önerilerini dinlediği yok.

Vurguladığımız gibi Körfez ülkeleri, kendi çelişkilerini ihraç ederek bölgede neo-liberal devlet biçiminin yerleşmesine karşı direniyorlar. Özellikle Türkiye üzerinden temsil edilen bu çelişkileri erteleme itkisi, Türk Dış Politikası’nı şekillendiren temel etmen olarak görünüyor. Bu bağlamda, Suriye’de İslami bir yönetim olursa siyasi-iktisadi biçimsel ayrımının yerleşmemesi olasıdır. Bununla birlikte de hem Körfez, hem de Türkiye’nin yeni oluşacak devlet içindeki etkisi artacaktır.

Diğer yandan Esad rejimi kalırsa, büyük ihtimalle Batılı ülkeler buradaki yapıyı neo-liberal devlet biçimine çevirmekte –artık- zorlanmayacaklardır. Ardından dikkatler bölgede sivil toplumun “terörizme karşı” güçlendirilmesine çevrilecek ve sonucunda siyasi iktidarların sivil toplumun özgür bağrında yeşeren serbest piyasaya dokunma, iktisadi kararları doğrudan verebilme iradeleri ellerinden alınacaktır. Bu bağlamda belirtmeliyiz ki, Körfez ile kolektif emperyalizm çelişkisi mutlak değildir ama yapısaldır. Körfez ülkelerinde hakim devlet biçiminin kolektif emperyal taleplerle uyuşmazlığı bulunuyor. Uyuşmazlık çözülmeden bölgede savaş ve yıkımın duracağını söylemek ise fazlasıyla iyimserlik olur.

Yazının başına geri dönecek olursak… Teşbih neden hatalı?

korfez-etkisi-95866-1.Devletler birer organizma değildir. Çelişmez, kendilerinde doğal olarak içerilmiş çıkarları olan; kerameti kendinden menkul güçleri/iktidarları bulunan varlıklar değillerdir. Birer çocuk veya bir “Nuri ağabey” gibi çelişkisiz, maksadı kesin yönelimleri yoktur. Devletler temsil ettikleri ve sınıfsal etki doğuran taleplerin gerçekleşmesi neticesinde çıktı üretirler. Bizim çıkar olarak gördüklerimiz de bu “çıktı”lar, sonuçlardır. Uluslararası İlişkiler literatürünün çoğunluğu ve günümüzde yapılan birçok analiz “organizma devlet”, “ulusal/milli çıkar” varsayımının ötesine geçemez. Nedenler sonuçlarda zaten içerilir ve bazen gelenek ile tarihe de atıf yapılarak desteklenir. Ulusal çıkar kavramsallaştırmasından kaçan analizler ise genellikle düşünsel kalıplara, din, mezhep, kültür gibi alanlara kayarak aynı yöntemsel yaklaşımı farklı araçlarla işletirler. Dini çatışma ve ortaklıkların kendi tarihleri vardır ve etkinlikleri yadsınamaz. Örneğin, Türkiye’nin dış politika çıktılarında Körfez’in etkisi “sermaye”nin doğrudan veya içerideki sınıf fraksiyonları ile ortaklaşma aracılığıyla devlete giren taleplerde gözlemlenebilir. Sünni İslam bu ilişkinin dolayımlanmasında etkindir ve ayrıca incelenmeye muhtaçtır. Fakat bunları nedenler olarak görmek bizi farklı noktalara sürükler. Belirli politikaların nedenlerini düşünce ve gelenek gibi yerlerden türettiğinizde, görünenin arkasındaki maddi ilişkileri, gerçekliği kaçırırsınız. Gerçek nedenleri kaçırmak ise ona yapılacak müdahalelerin niteliğini doğrudan belirler ve gerçekliği dönüştürmek yerine ona uyum sağlamaya zorlanabilirsiniz. Doğru müdahalelerde bulunabilmek için doğru yerde duruyor olmanız şarttır.

**Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi