Kriz, kritik: Koronavirüsle imtihanımız
Koronavirüsün yarattığı bu yeni durumun bir kriz anına; yani bir yol ayrımına ve sonrasında keskin bir dönüşümü haber veren belirleyici bir ana denk gelip gelmediğini önümüzdeki dönemde göreceğiz. Ancak sağlık sistemindeki bu kâr ve piyasa mantığının insanlığın ne denli zararına olduğu, kolektif belleğimizde kuşku bırakmayacak bir biçimde “kalıcı” olarak yer alacaktır.
Koronavirüsün yarattığı tehdit ile izole bir yaşama doğru kaymış durumdayız. Evlere, özel yaşamlarımıza doğru daha öncesinde olmadığı kadar zorunlu bir dönüş yaptık. Kendimizi yalıtarak koruma altına almak niyetindeyiz. Bu anlamda, bireyselliğimizin ve aile üzerinden gelişen çıkar birliğinin daha da güçlendiği bir duygu durumuna doğru da sürükleniyoruz. Marketlere koşup talancı bir tutumla evlere mal stoklamak bunu gösteriyor.
Kulağımız görsel-yazılı basında ve sosyal medyada şu soruların yanıtlarını arıyoruz:
“Gerçek ölüm rakamları nedir”, “Hastalık bize ne kadar yaklaştı”, “Ekonomi ne kadar zarar gördü”, “Alınan önlemler yeterli mi?”
Aslında bilmek istediğimiz, bize henüz çok fazla yaklaşmamış olduğu, risk altında olmadığımız, tehlikenin hâlâ konfor bölgemizin dışında kaldığı.
Bir kriz durumunda, tepkilerimiz hiç de farklı olmuyor. Temel alışkanlıklarımız ve bakış açımız bireycilik merkezinde şekillendiği için mesela, yoksul kesim başta olmak üzere dezavantajlıların karşılaşacakları daha büyük riskler hakkında düşünmek, galiba çok az insanın duyarlılık sınırları içinde yer alıyor.
Yaşadığımızı bir “kriz” durumu olarak görebiliriz pekâlâ. Görece olarak insanın kontrolünün dışında gelişen felâketin yarattığı bir risk, küresel salgının yarattığı bir kriz durumu olarak.
Kriz kavramının kökeni eski Yunanca bir sözcük olan “krisis”e dayanıyor. Kavram, önce Latinceye geçiyor, sonra da diğer Batı dillerine. Yaklaşık 2 bin yıllık serüveninde hukuktan siyasete, tıptan astrolojiye, psikolojiden ekonomiye geniş bir alanda, belli bir durumu anlatmak için kullanıyor. Son 200 yılık tarihinde olumsuz bir anlam ediniyor; genellikle bir çöküşle ya da felaketle eş anlamlı bir içerik kazanıyor.
Yunancadaki en eski anlamına baktığımızda “krisis”, “ayrıştırmak” ve “ayırmak” anlamına geliyor ve hukuk pratiği içinde kendine yer ediniyor. Ayırma kadar, “yargılama”, “karar verme”, “seçme”, “mahkeme” gibi kavramları da içeriyor.
YAŞAMLA ÖLÜM ARASINDAKİ ÇİZGİ
Tıptaki kullanımı da Hipokrat[Y1] ’ın zamanına kadar uzanıyor ve “belirleyici” bir anı ifade edecek şekilde kullanılıyor. Bu belirleyici an, hastalığın öyle bir evresidir ki hasta tam anlamıyla bir ayrım noktasında; yaşamla ölüm arasındadır. İkisi arasında ince bir çizgi vardır. İşte bu evre “kriz” olarak adlandırılır.
“Kriz” ve “kritik” sözcükleri aynı kelimeden, “krinein”den türerler. Eski Yunancada, “krinein”, “ayırmak”, “yargılamak”, “karara varmak” ve “değerlendirmek” anlamlarını içerir. “Krinein”den gelerek “kritikos”tan evirilen “kritik”, yargıda bulunabilmeyi ifade eder; yani ayırabilmeyi, ayırt edebilmeyi. Hukuktaki anlamı, doğru ve yanlış olan arasında bir ayrım yapabilme, doğru olanı ayırt edebilmedir; adil olabilme böyle bir yargılama gücüne bağlıdır. Estetikte ise güzeli ayırt edebilmeyi içeren bir yargılama gücüdür söz konusu olan. Edebiyat eleştirisinin (kritiği) kökeninde de böyle bir yargılama gücü vardır.
Hastalıkla ilgili kullanıma geri dönecek ve iki kelimeyi ilişkilendirecek olursak; kriz anında, yani yaşam ile ölüm arasındaki o belirleyici anda, doktorun durumu değerlendirmesi ve hangi tedavinin etkili olacağına karar vermesi beklenir. Hastanın yaşadığı bu dönem bir “kriz”e denk düştüğü gibi, günleri de “kritik günlerdir” ve doktorun “kritiği” bu anlamda önem kazanır.
Dolayısıyla bu iki kelime, “kriz” ve “kritik”, belli bir durumun birbiriyle ilişkili iki sürecini anlatmak için kullanılabilir. Birincisi, bir ayrım noktasına, belirleyici bir dönüşüm anına işaret eder. İkincisi ise böyle bir zamanda, yani kriz anında büyük önem kazanan insanın kritik etme yetisini, yani ayırt etme ve yargılama gücünü ifade eder.
Koronavirüsün yarattığı yeni durumun bir kriz anına, yani bir yol ayrımına ve sonrasında keskin bir dönüşümü haber veren belirleyici bir ana denk gelip gelmediğini önümüzdeki dönemde göreceğiz. Analojiye başvuracak olursak içinde bulunduğumuz sistemin, kapitalizmin, bir kriz anında olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu anlamda, kriz kelimesinin en eski anlamıyla örtüşen bir ayrım noktasında mı insanlık? Koronavirüs ayrım noktasını derinleştiren bir kelebek etkisi yaratabilir mi? Eğer öyleyse, kritik etme ya da bir yargılama anında olduğumuzdan da söz edebiliriz. Yani bir karar anından, var olan durumu belli bir sonuca doğru çekmek için edimde bulunma, müdahale etme anından.
DAYANIŞMA ÖRNEKLERİ ÖNE ÇIKARTILMALI
Pozitif bilimlerde ne kadar gelişmiş olursak olalım, insani sınırlarımızı kökten aşmada yetersiz kaldığımızı görebiliyoruz. Belki etkili bir aşı bulabileceğiz; ama bencillik ve çıkarcılık gibi duygularımızın üstesinden gelmemiz ne kadar mümkün olabilir?
Üstelik böyle durumlarda önemli olan başka bir şey, nasıl tepki verdiğimize dair bir bilinç geliştirmek. Bizi insan yapan ve insani duruma yaklaştıran temel özelliğimiz bu. Böyle bir bilinç kendi başına oluşmuyor. İnsanlık tarihinin en eski dönemlerinden beri tekrarlanan felaketler ve bunlara insanlığın verdiği belli tepkiler var. Kolektif bilinçaltımız bunun sayısız örnekleri ile dolu.
Bu geniş hazineyi ne ölçüde bilinç düzeyine çıkartıp kendimize kılavuzluk edecek derslere dönüştürüyoruz?
Zengin ve geniş tarihsel belleğimizi kazıp ortaklaşmacı, dayanışmacı örnekleri öne çıkartabiliriz mesela. Kritik edebilme ya da yargılama gücümüz ancak bu tür deneyimlerin bilgisi ile işlerlik kazanabilir.
Bugüne ait deneyim ise bize kamusal varlıkların ne denli önemli olduğunu, sağlık sisteminde kamuculuğunun vazgeçilmezliğini bir kez daha göstermiyor mu? Devletlerin özel girişime yönelik desteklemelerine son vermeleri mümkün değil; 2008 ekonomik krizinde olduğu gibi sayısız şirket kurtarma operasyonu söz konusu olabilecektir. Virüsün ölümcül etkilerini en aza indirmek içinse İspanya örneğinde olduğu gibi hükümet, özel sağlık kurumlarını kamulaştırmaya gidebilir. Bu tür politikaların kısa dönemde “kalıcı” bir nitelik almasını beklemek naif bir tutum olur. Muhtemelen sadece güncel durumun üstesinden gelmek için alınan önlemler şeklinde kalacaklardır. Ancak, sağlık sistemindeki bu kâr ve piyasa mantığının, insanlığın ne denli zararına olduğu, kolektif belleğimizde kuşku bırakmayacak bir biçimde “kalıcı” olarak yer alacaktır. İçinden geçtiğimiz bu kriz dönemini ne kadar kritik edebilirsek; bu belirleyici anda yol ayrımlarını görüp insanlık için doğru olanı seçebilmek için yargılama gücümüzü ne kadar seferber edersek o kadar kazançlı çıkacağız.