Ekonomik krizin etkisini plazalarda ve ofislerde göstermeye başlamasıyla birlikte, beyaz yakalı işçi örgütlenmeleri de harekete geçti. Zaten hep omuz omuza olan ve zaman zaman ortak işler yapan bu örgütler, bu kez bu dayanışmayı bir adım ileri taşıyarak ‘birleşik bir beyaz yakalı mücadelesi’ örebilmenin zeminini oluşturuyor. ‘Kriz yalnız atlatılmaz’ sloganıyla çeşitli etkinlikler düzenliyor, hangi sektörden olursa […]

Krizden çıkmanın tek yolu var: Yeni dil, yeni yöntem  birleşik mücadele

Ekonomik krizin etkisini plazalarda ve ofislerde göstermeye başlamasıyla birlikte, beyaz yakalı işçi örgütlenmeleri de harekete geçti. Zaten hep omuz omuza olan ve zaman zaman ortak işler yapan bu örgütler, bu kez bu dayanışmayı bir adım ileri taşıyarak ‘birleşik bir beyaz yakalı mücadelesi’ örebilmenin zeminini oluşturuyor. ‘Kriz yalnız atlatılmaz’ sloganıyla çeşitli etkinlikler düzenliyor, hangi sektörden olursa olsun tüm beyaz yakalı işçilere krize karşı bir arada durma, birlikte direnme çağrısı yapıyorlar. Çağrıları karşılık buluyor.

Bu örgütlerden biri de Kaç Bize Gel. 10 yılı aşkın süredir ofis ve plaza işçilerinin örgütlenmesi için çalışan Kaç Bize Gel’den arkeolog Özüm Öztan ve avukat Hikmet Topal ile ekonomik krizi, ofislerde neler yaşandığını, çalışanların nasıl ayakta kalmaya çalıştığını ve beyaz yakalı işçi mücadelesini konuşuyoruz. Öztan ve Topal, krizin mart ayından sonra da daha da derinleşeceğini, beyaz yakalı işçilerin krizden ağır biçimde etkileneceğini ve krizden çıkmanın tek yolunun bir arada durmak olduğunu söylüyor ve ekliyor:

“Bugün yeni bir dil ve yeni metotlarla birleşik bir beyaz yakalı işçi mücadelesi örmek hem zorunluluk hem de tarihsel bir sorumluluk.”

► Ekonomik kriz gittikçe derinleşirken plazalarda, ofislerde neler yaşanıyor?

Hikmet Topal: Krizin en çok etkileyeceği kesimlerden biri beyaz yakalı işçiler, yani plaza ve ofis çalışanları olacak. Krizle birlikte ücretlerin düşmesi ve gelecek ilk büyük işsizlik dalgası bizi vuracak. Öte yandan beyaz yakalı işçilerin yaşam ve tüketim alışkanlıkları, sosyal çevreleri belli ekonomik standartlara göre şekillendiği için, gelirdeki düşmeler ciddi ekonomik ve sosyal krizlere yol açacak.

► Peki, krizin etkileri görülmeye başlandı mı?

Özüm Öztan: Üst düzey yöneticilerden çok fazla işten çıkarmalar olduğunu duyuyoruz. Üst düzey yöneticiler en güvenceli görünen, ‘işçi miyiz değil miyiz’ karmaşasını en çok yaşayan grup. Ama ücretleri yüksek olduğu için, yeni birilerini almak daha az maliyetle olduğundan işten çıkarılmaya başladılar. Yani en üstten başladı işten atmalar. Öte yandan birçok şirket konkordato ilan etti, şubeler kapandı. Pek çok işyerinde asgari ücret dışında bir zam yapılmayacağı, mevcut maaşın korunacağı, bu konuda çalışanların özverili davranmaları gerektiği söylendi.

Rezidanstan mahalleye dönüş başladı

► Çalışanlar krizle nasıl başa çıkmaya çalışıyor, ne gibi önlemler alıyorlar?

ÖÖ: İlk etapta en acil önlemleri almaya, maliyetleri kısmaya çalışıyorlar. Moda-Cihangir gibi yerlerden daha ucuz yerleşim yerlerine, rezidanslardan mahallelere dönüş yaşanmaya başlandı.

HT: İnsanlar eskiden ev, araba için krediye giriyordu, şimdi duruyorlar. Zorunlu harcamalardan kısamıyorlar ama gezmelerden, alışverişten, gece dışarı çıkmaktan vazgeçiyorlar. Evde bira yapmaya, evlerde toplanmaya başladılar. Sosyal hayat eve doğru çekiliyor. İlk dalgayı böyle göğüslüyorlar, ama ne yazık ki bu sadece başlangıç.

Her şey çok sessiz yaşanıyor

► Kriz ve işten atılma korkusu çalışanlar arasındaki ilişkileri nasıl etkiliyor? Dayanışma, bir arada durma ihtiyacı artıyor mu?

HT: Bizim sektörlerde her şey aslında çok sessiz yaşanır. Biri işten çıkarıldığı zaman onun utancı, sessizliği ve şirket kültürü içerisinde bu hiç konuşulmaz, dillendirilmez. İnsanlar çok mutsuz ama işlerini kaybetmek istemiyorlar, çünkü yeni bir iş bulmaları zor. Özellikle 35 yaş üstü bir beyaz yakalı işçinin bu süreçte yeni bir iş bulması neredeyse imkânsız. Çünkü onun yerine bu işi çok daha düşük ücretle yapacak o kadar çok işsiz var ki… Öte yandan beyaz yakalı işçiler için rekabet bir yaşam modeli. Bu henüz kırılabilmiş bir bariyer değil. Ama dayanışmadan, birlikte hareket etmekten başka bir seçenek olmadığını fark etme süreci başladı.

► Beyaz yakalıların kendilerini işçi olarak görmediği sıklıkla dile getirilir. Sözünü ettiğiniz sessizliğin ve yalnızlığın nedeni bu mu?

HT: Bu yıl, Türkiye’de beyaz yakalı mücadelesinin 11’inci yılı. 10’uncu yıla geldiğimizde o aşamayı geçmiştik artık. Beyaz yakalı işçilerin sınıf bilincine sahip olduklarını görmek gerekiyor. İşçi sınıfının parçası olduklarını biliyorlar. Yüksek sesle dile getirmeseler de ekonomik krizle beraber bunu daha fazla hissetmeye başladılar.

ÖÖ: Güvencesizleşme arttıkça; bir de bizim gibi örgütler ve dayanışma ağları yaşadığımız sorunların bireysel olmadığını, aynı sorunların pek çok yerde yaşandığını dile getirdikçe bu durum değişti. Özellikle de güvencesizlik, şu anda beyaz yakalıların en büyük kâbusu. Hakikaten işten atılma süreçleri çok sessiz geçiyor. Ailene bile söyleyemeyeceğin bir utanç hissinden çıkman zor oluyor, ama bunu artık o kadar sık duymaya başladık ki artık birbirimize ‘Ya sen ne yaptın, ben ne yapabilirim acaba’ diye sormaya başladık.

Yani artık mesele beyaz yakalıların kendilerini işçi olarak görüp görmemesi değil. Mesele onun karşısında güvenebileceği, inanabileceği bir alternatifin olmaması.

Bir araya gelmek zorundayız

► Bu alternatifi oluşturabilmek için ne yapmak gerekiyor?

ÖÖ: Biz Kaç Bize Gel olarak şunu söylüyoruz: Birleşik bir beyaz yakalı mücadelesinin inşası bugün artık bir zorunluluk, aynı zamanda tarihsel bir sorumluluk. Biz beyaz yakalı örgütleri, sendikalar, odalar vs. bir araya gelip birleşik bir hat öremezsek; işçilerin güvenini kazanacak bir dil, politik program oluşturamazsak bu işçiler neden örgütlenmiyor, neden bize gelmiyor sorusunu sormamak lazım.

► ‘Kriz Yalnız Atlatılamaz’ sloganıyla yürütülen çalışmalar da bu çabanın ürünü değil mi?

HT: Evet, bu çabanın başlangıç noktası. İki etkinlik yaptık ama biz bir süredir beraberiz. Yaklaşık 4-5 aydır bu ekipler bir araya geliyor ve şunu konuşuyor: Biz nasıl bir araya gelebiliriz; bütün bu yaşananlara karşı yeni bir dil ve metotla insanlara nasıl ulaşabiliriz? Artık şu dönem geçti: Panel düzenle, forum yap, işçiye git… Onların dışarıda kaldığı bir süreçte insanları örgütlememiz çok zor.

ÖÖ: Bizler daha önce de bir araya geliyorduk. Ama bugün acil olarak gerçekten ulaşabileceğimiz insanlarla birlikte ortak iş yaparak, ayrı durduğumuz değil ortaklaştığımız noktalar üzerinden bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Bu bir başlangıç ve bence çok önemli. Tüm gruplar da bunun önemli olduğunu düşünüyor. Son olarak ‘İşsizliğin Hatıra Defteri’ adıyla bir drama etkinliği yaptık. Hep birlikte işsizliği oynadık. Tekil tekil yaşadığımız şeylerin aslında ne kadar ortak olduğunu bir kez daha gördük. Bu başlangıçlar bize başka şeylerin olabileceğine dair hayal kurduruyor. Bu önemli, çünkü hayal kurmayı unuttuk.

***

Mavi yaka-beyaz yaka ayrımı silikleşiyor

► Beyaz yaka-mavi yaka ayrımı silikleşiyor mu? Kriz bu kesimler arasındaki kopukluğun ortadan kalkması, bir dayanışma zemininin oluşması için vesile olabilir mi?

HT: Aslında mavi yakalı-beyaz yakalı arasında çok ayrım kalmadı. Hepsi Twitter kullanıyor, instagram kullanıyor… Dil değişiyor. Metal işçisinin, tekstil işçisinin dili ile plazada çalışan bankacının, reklamcının dili arasındaki uçurum her geçen gün kapanıyor. Birbirlerine yaklaşıyorlar, bunu görmek lazım. Aslında söylediğimiz her şey mavi yaka için de geçerli.

ÖÖ: Dil konusunda çok ayrım kalmamış durumda, güvencesizlik deseniz aynı şeyleri yaşıyoruz. Mücadele deneyimi konusunda mavi yakalı işçiler bizlerden daha deneyimli, onların deneyimlerini bizlere aktarmasına izin verirsek o konuda da ortaklaşmamız çok mümkün. Birbirimizin mücadele deneyimlerini sahiplenerek bu birlikteliği sağlayabiliriz. Önyargıların kırılması elbette bir gün de olmayacak ama bu kesimler gittikçe yakınlaşıyor birbirine. Kriz bizim yıllardır aşamadığımız şeyleri sıçrayarak aşmamızı sağlayacak gibi görünüyor.

***

Çocuğum olduğu için çalışamıyorum

“Ben arkeoloğum, ama çocuğum olduğu için çalışamıyorum. Kreşe ihtiyacım var, onu bırakacak durumda da değilim. Benim yaşadığım sıkıntıyı yaşayan çok sayıda insan var. Daha önce özel bakım için bakıcı tutabiliyordu insanlar, ama maaşlar şimdi ya durmuş ya azalmış durumda ya da tam olarak ödenemiyor. Bakıcı tutmak artık lüks. Tüm bunları düşünmek durumunda olduğum ve devletten hiçbir destek göremediğim için çalışmıyorum.”

***

STK çalışanı: İş yükümüz günden güne artıyor

“Benim çalıştığım vakfın öz kaynağı yok, sadece yapılan projelerle ve bu projelerden artırılan bütçelerle döndürülüyor. Yani kriz öncesinde de hem çalıştığım vakıfta hem de pek çok sivil toplum kurumunda ‘proje varsa çalışan var’ gibi bir durum söz konusuydu. Hal böyle olunca hem projelere dair işler hem de sivil toplum kurumlarındaki idari işler az sayıdaki çalışanlara yıkılıyordu.

Kriz dolayısıyla yeni yılda söz verilen zamlar yapılmadı. Elindeki kısıtlı bütçeyi hâlihazırda kabul etmiş çalışanı kaybetmek istemeyen vakıf yöneticileri, çalışanlara karşı “iyi niyetli” olurken, iş yükü günden güne artırıldı. Bugüne kadar kriz dolayısıyla çalıştığım vakıfta kimse işten çıkarılmadı; ancak yeni çalışan istihdam etmek yerine artan iş yükü hâlihazırda çalışan kişilere “eşit” biçimde bölüştürüldü. Bu süreçte ofis içinde çalışmak ve “yetiştirilmek” üzere ücretsiz çalıştırılan stajyerle iş yükü problemi çözülmek istendi; ancak stajyerlerin sürekli değişmesi sebebiyle bu süreç de sonlandı. Ayrıca kadın olmamızdan kaynaklı ofis içindeki pek çok işin doğrudan benim ve diğer kadın iş arkadaşım tarafından yapılması beklendi. Bu süreçte kadın iş arkadaşımla aramızda dayanışma ve hatta birlikte hareket etme eğilimi bir hayli gelişti; ancak ofis içerisinde örgütleme için yeterli sayımız olmaması sebebiyle ne yazık ki bu durum sendikal bir örgütlenme biçimine dönüşmedi.”

***

İşçi avukat Deniz Aktaş: Avukatlar da artık işsiz kalıyor

“Ülke, tarihinin belki de en ciddi ekonomik krizi ile boğuşuyor, bu durum tabii ki biz avukatları da etkiliyor. Hatta şöyle diyebiliriz, bu durum son 10 – 15 yılda avukatlık mesleğinde yaşanan ve ivmesi gün geçtikçe artan işçileşme süreci ile birlikte değerlendirildiğinde sorunlar katmerleşmiş durumda. Mesela ben 2007 yılında ruhsat aldım, sicilim 35 binlerde. Bu şu demek: Benden önce İstanbul Barosu’nun 90 yıllık tarihinde toplam 35 bin kişi ruhsat almış, şu an sicil nerede ise 70 bine ulaşmış durumda. Yani ben ruhsatı aldıktan sonraki 11 yıllık dönemde benden önceki 90 yıldaki avukat sayısına ulaşılmış.

Bu durum son 10 yılda avukatlık mesleğindeki işgücü enflasyonunu gözler önüne seriyor, bu da başlı başına ücretlerin baskılanmasını ve daha zor şartlar altında yaşamayı beraberinde getiriyor.

Bunun üzerine bir de ekonomik kriz eklenince, bundan 10 sene önce kimsenin tasavvur dahi edemeyeceği ‘avukatlar arasında işsizlik’ yoğun olarak karşımıza çıkıyor. İşsizlik olgusunun birbiri ile bağlantılı iki ayrı sonucu var: İşsiz avukatlar için son derece derin bir hayal kırıklığı ve hatta intiharlar, işçi avukatlar için ise sefalet ücretine razı olma, patron baskısına ses çıkartamama.

Özellikle mesleğin ilk yıllarında genç meslektaşlarımız, birer işçi avukat olarak patron avukatların yanında çalışmaya başladıklarında maruz kaldıkları hak gasplarına çoğu zaman ses çıkartamıyor. Patronlarının ‘Bizler meslektaşız, bugün böyle, ama yarın tecrübe kazandığında hayatın daha farklı olacak’ teranelerine inanıyorlar, belki de inanmak istiyorlar. Bu hal ise, işçi avukatların kendi hakları için de mücadele etmeleri gereğini perdeleyen bir durum yaratıyor.

Buna karşı 2008 yılında başlayan ve halen daha sürmekte olan bir mücadelenin getirisi olarak işçi avukatların haklarını düzenleyen bir yönetmelik Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarafından düzenlendi, eksikli de olsa bu bir ilk adım olarak önemliydi. Ancak patron avukatlar, bu yönetmeliğe karşı Danıstay’da iptal davaları açtılar; yani işçiye ‘Sen işçi değilsin biz meslektaşız’ diye maval okuyan patron avukatlar, kendi sınıf çıkarları söz konusu olunca meslektaş edebiyatını derhal rafa kaldırabildiler.

Gerek avukatlık mesleğinde yukarıda bahsettiğim dönüşüm nedeni ile, gerekse de kriz nedeni ile yaşanan yoksullaşmaya karşı işçi avukatların öncelikle haklarını tanımlı hale getirecek bir mevzuat düzenlemesi için mücadele etmeleri, yukarıda bahsettiğim yönetmeliğe sahip çıkmaları gerekiyor. Avukatlık mesleği de diğer tüm meslekler gibi sınıf mücadelesinin son derece sert yaşandığı bir alan ve sınıf mücadelesinin genel kuralları bu alanda da tezahür ediyor. Örgütlenip mücadele etmedikçe hak gasplarının artarak süreceği tartışmasız bir gerçek.”