Nicky Wire konserden önce Castro ile yapılan konuşmada Comandante’yi konserin gürültülü olacağı konusunda uyarır. Castro ise “Savaştan daha gürültülü olamaz ya” diye cevap verir.

Küba, Rock'n Roll ve Manic Street Preachers

Ali Murat Akdemir

Fidel Castro muhtemelen tutkulu bir rock müzik dinleyicisi değildi. Aslında bakarsanız Castro’nun rock müziğe karşı yaklaşımı devrimin ilk yıllarında pek dostça olmamıştı. Öyle ki Fidel, 1964 yılında, Amerikan kapitalizminin ve tüketim kültürünün propaganda aracı olarak gördüğü The Beatles’ı ülkesinde yasaklatacak kadar ileri gidebiliyordu. Elbette Castro da Beatles’ın İngiliz grubu olduğunun farkındaydı. Yeni Küba, kişi ve tüketim odaklı rock‘n roll kültürünü Amerikan kültürünün bir parçası olarak görüyordu. 1960’ların Küba’sı Domuzlar Körfezi Çıkarması, Mongoose Operasyonu ve Füze Krizi gibi ABD kaynaklı birçok saldırının hedefiydi. Dolayısıyla ABD ve Amerikan kültürüne karşı bir korku söz konusuydu.

Seneler ilerledikçe bu korku azaldı. Hatta yerini sempatiye bıraktı. Castro, John Lennon için “aynı hayalleri paylaşıyorduk” dedi ve 8 Aralık 2000 tarihinde Lennon’ın heykelinin bulunduğu John Lennon parkının açılışında yer aldı. Aynı açılışta 1969 yılında, televizyonda Beatles şarkısı yayınladığı için işinden olan Küba’nın John Lennon’ı, Silvio Rodriguez ise All You Need is Love’ı söyledi. 2000’li yılların başında Küba rock müziği ve rock kültürünü anlasa da ABD’nin Küba’ya ve komünizme bakışı değişmemişti. Ülke hâlâ ambargo altındaydı. Ambargo sadece siyasi değil aynı zamanda kültüreldi. Müzik de bu ambargodan nasibini alıyordu. 1979’dan bu yana ülkeye batılı bir müzisyen ya da grup gelmemişti, ta ki 17 Şubat 2001 tarihine kadar. Yani Galler’in üç asi çocuğu Sean, Nicky ve James’in grubu Manic Street Preachers’ın Küba’da çaldığı tarihe dek.

Blackwood’un madenleri

1986 yılında, Galler’in Blackwood kasabasında Sean Moore, küçük kuzeni James Dean Bradfield, Nicky Wire ve Flicker adlı dört genç Betty Blue adlı bir grup kurar. 1988’e gelindiğinde Flicker gruptan ayrılır. Yerine grubun tur şoförü Richard James Edwards geçer. Bu sırada grup, adını Manic Street Preachers olarak değiştirir. Aynı zamanda okul arkadaşı olan Moore, Bradfield, Wire ve Edwards’ın ortak tutkuları punk rock’tır. The Clash ve Sex Pistols hayranı bu dört genç, 1990 yılında idollerinin izinden giderek 4 şarkılık bir punk EP’si yayımlar. Ticari anlamda pek başarılı olmayan bu EP’den 2 sene sonra yani 1992 yılında, punk ve hard rock ağırlıklı Generation Terrorists adlı ilk stüdyo albümünü yayınlayan Manics, glam stilleri, sloganlı t-shirtleri ve politik tavrıyla ilgi çekmeye başlar. Generation Terrorists’i birer yıl arayla çıkan Gold Against the Soul ve The Holy Bible albümleri takip eder. Holy Bible sonrası Richey James ruhsal sorunları sebebiyle kliniğe yatar. Richey’nin asıl alametifarikası söz yazarlığı olduğu için Manics, canlı performansta bir eksiklik hissetmez. Öte yandan Holy Bible ile Manics’in politik sesinin çok daha yüksek çıktığını fark ederiz. Kimi müzik yazarları, Manics’in Atlantik’in öteki ucunda pek de popüler olmamasını bu politik sese bağlar. Örneğin ifwhiteamericatoldthetruthforonedayit’sworldwouldfallapart adlı şarkı, adından da anlaşılacağı üzeri Birleşik Devletler’in siyasi ikiyüzlülüğünü eleştirir. Manics, ABD’yi karşısına almasına rağmen 1995 başında ilk büyük ABD turnesinin hazırlığını yapmaktadır. Ancak 1 Şubat 1995 günü Richey Edwards bir anda ortadan kaybolur. Edwards’tan günümüze kadar da bir haber alınmaz. Grubu dağıtmayı bile düşündükleri trajik 3 ayın sonunda bir araya gelen James, Nicky ve Sean Richey o olmadan yola devam etmeye karar verir. Grubun solisti ve gitaristi James Bradfield’a göre işçi sınıfının öfkesini konu alan A Design For Life adlı şarkıyı tekrar bir araya geldikten sonra üretmeleri Manics’i dağılmaktan kurtaran ve devam etmek için cesaretlendiren gelişme olmuştur. Manics, A Design For Life’ın da yer aldığı 4. stüdyo albümü Everything Must Go’yu bu zorlu sürecin sonunda Mayıs 1996’da yayımlar. Müzikal anlamda Brit Pop sahnesine geçiş yapmış gibi görünseler de şarkıların ele aldığı konular Brit Pop dünyasından uzaktadır. A Design For Life dışında; çektiği fotoğraf trajik bir şekilde intiharına sebep olan Kevin Carter’ın şarkısı Kevin Carter, Willem de Kooning’in alzheimera yakalandıktan sonra resme devam etmeye çalışmasını konu alan Interiors, Amerikan kültürüne Britanyalı gözüyle baktığımız Elvis Impersonator, barbarlığa düşündüğümüzden çok daha yakın olduğumuzu söyleyen Small Black Flowers That Grow in the Sky (aynı zamanda Richey ile ilişkilendirilebilir) Sylvia Plath’in bire bir cümlesi The Girl Who Wanted to be God ve adı fazlasıyla anlamlı Enola/Alone ile Everything Must Go albümü hiç kuşkusuz ki 90’lı yılların en etkileyici albümlerinden biridir. Müzikal başarısını ticari başarısıyla birleştiren Everything Must Go’dan sonra iki sene bekleyen grup, 1998 yılında This is My Truth Tell me Yours albümünü yayımlar. İspanyol İç Savaşı’nın cumhuriyetçi kanadının ünlü sözü “eğer tavşanları vurabiliyorsam faşistleri de vurabilirim” sözlerini barındıran ve grubun ticari anlamda en başarılı şarkısı If You Tolerate This Your Children Will be Next’in de olduğu albümün yayımladığı sıralar grubun Küba’ya olan ilgisi de artar. Konserlerde bass kabinlerinin üstüne Küba bayrağı çekmeye başladıkları bu dönem, grubun politik sesini zirveye çıkartır.

Küba’da konser yapma fikri

1999 yılının sonuna doğru Elian Gonzalez adlı Kübalı bir çocuk annesi ile ABD’ye kaçarken botlarının batması sonucu Miami sahiline doğru sürüklenir. Şans eseri hayata tutunan Elian annesini kaybeder ve Miami’deki akrabalarının yanına yerleştirilir. Bu sırada Elian’ın babası oğlunu Küba’ya getirmek ister. Bu durum ABD ve Küba arasında bir krize dönüşür. Manics de bu olayı anlatan Baby Elian adlı bir şarkı yapar. Zaten hali hazırda Küba ve Küba kültürüne ilgili olan grup için Küba’da konser yapma fikri bu şarkıyla iyice pekişir. Grubun bas gitaristi Nicky Wire “bu albümde Küba ile alakalı şarkılarımız var. Orada bir konser yapıp tarihe geçmek istedik” diye bu durumu özetler. Yine Wire; ‘Amerikanlaşma karşısında duran son sembol Küba’dır’ diyerek Küba’ya olan sempatisini belirtir. Öte yandan grubun vokali James Bradfield’a göre Küba ‘dünyadaki her şeyin Amerikanlaşması gerekmediğinin’ kanıtıdır.

Konserin önemi ‘Savaştan daha gürültülü olamaz ya’

Küba’ya önyargıyla yaklaşılan pek çok konu var. Hiç kuşkusuz Küba’nın rock müziğe ve rock kültürüne karşı 1960’larda aldığı tavır sonrası gelişen ‘Küba ve rock ‘n roll düşmanlığı’ düşüncesi bu önyargılardan biri olarak gösterilebilir. Ancak batılı, Britanyalı bir grubun Küba’da konser yapıyor olması bu algının da artık ortadan kaybolması demekti. Üstelik konsere Fidel Castro da katıldı. Karl Marx Tiyatrosunda gerçekleşen konsere çevirmeni ve kültür bakanı Abel Pietro ile gelen Fidel, konserden önce grupla bir araya gelir. Castro, konserin sonuna kadar kalamayacağını ancak grubu yemeğe davet etmek istediğini söyler. Castro’yu karşısında görünce şaşıran Manics ise bu tanışmayı “hayatlarındaki en büyük onur” olarak adlandırır. Nicky Wire konserden önce Castro ile yapılan konuşmada Comandante’yi konserin gürültülü olacağı konusunda uyarır. Castro ise “savaştan daha gürültülü olamaz ya” diye cevap verir. Baby Elian şarkısında ayağa kalkıp grubu alkışlayan Castro’nun konsere gelmesini ‘gerçek devrim’ diye adlandıran lokal rock müzisyenlerinden Gil Pla “yıllarca anti sosyal olarak sınıflandırıldık, bu konser bunun böyle olmadığını kanıtlarken rock müziğin bir kültüre sahip olduğunu da anlamamızı sağladı.” diyerek konserin önemini vurgular. Öte yandan tarihin en uzun ambargosu altındaki Küba’ya 1979’dan beri çeşitli sebepler ile gruplar/müzisyenler gelemiyor ya da gelmek istemiyordu. Manics’in bu gidişatı değiştirmesi çok önemliydi. Zaten Manics sonrası ülkeye gelen isim sayısı da arttı. 2005 yılında Audioslave ülkeye gelen ilk ABD’li rock grubu oldu. Onları Rolling Stones takip etti. İş en son Rihanna’ya kadar gitti. Dolayısıyla Manics’in yeni bir yol açtığını söylemek mümkün.
Manic Street Preachers, kimi müzik çevrelerine göre politik duruşu sebebiyle muhteşem bir kariyer fırsatını mahvetmiştir. Manics şarkılarının ilham kaynağı bir film, bir resim/ressam, bir fotoğrafçı/fotoğraf, bir roman ya da bir şiir olabilir. Sanattan beslenirlerken romantik, fazlasıyla ilgilendikleri tarihten beslenirken Marksist dolayısıyla realist olmayı başarmışlardır. Manics’i özel kılan ise bu Marksist tarafıdır. Küba’yı özel kılan şeylerden bahsetmeye lüzum var mı bilmiyorum ancak birbirine bu kadar benzeyen Manics ile Küba’nın bir araya gelmesi çok özeldi. Müzikle ve barış içinde yaşamaya devam et Küba!