HALUK LEVENT Bir Anadolu Rock müzisyeniyim. Beni bu yola çıkaransa çocukluk çağlarımda Rönesansını yaşamakta olan dünya Rock müziğinin enerjik, sert ve yüksek sesini, naif ve duygusal Anadolu ezgileriyle buluşturmayı başarmış, bizlerden önceki kuşaktaki ağabeylerimiz ve ablalarımızdır. Delikanlılık yıllarımda bildiğim birkaç akorla şarkılar yazmaya başlayınca içimden çıkan da beni büyüleyen bu iki büyük kültürün sentezinin ruhudur. […]

Kumral bir çocuğun yaz öyküsü bu

HALUK LEVENT

Bir Anadolu Rock müzisyeniyim. Beni bu yola çıkaransa çocukluk çağlarımda Rönesansını yaşamakta olan dünya Rock müziğinin enerjik, sert ve yüksek sesini, naif ve duygusal Anadolu ezgileriyle buluşturmayı başarmış, bizlerden önceki kuşaktaki ağabeylerimiz ve ablalarımızdır.

Delikanlılık yıllarımda bildiğim birkaç akorla şarkılar yazmaya başlayınca içimden çıkan da beni büyüleyen bu iki büyük kültürün sentezinin ruhudur. Hep o ruhun peşinde, bizden önceki yapılanlara katkı yapmaya çalışıp, kendi sentezimin peşinde müzikal bir girdapta yıllardır dönüp dururken bir gün Kazım Koyuncu’yu duydum. Kazım’ı ilk dinlediğimde, benim aradığımı çoktan bulmuş olduğunu fark ettim. İki müziği sentezlememişti, Anadolu’nun naif ezgilerindeki rock enerjisini, saklı durduğu tarihin izbelerinden bulmuş, çıkarmış, bize bu cevheri heyecanla gösteriyordu. Kazım’ın sesiyle birlikte, Anadolu Rock artık bende çok daha derin bir anlam kazanmıştı.

Ortaya çıktığı 1950’lerden itibaren günümüze dek hemen her kültürle sentezlenen ve yaşayan birçok dilde söylenen Rock Müziği, maalesef İngilizce dışında hiçbir dilde küresel etki yaratamadı. Daha belirleyici bir tanımla; Rock’n Roll’un Lingua Frankası açık ara İngilizce. Ana dillerinde söyledikleri şarkıları olsa da Almanya’dan Rammstein, Japonya’dan X Japan gibi ülkelerinde çok dinlenen grupların kıtalarının sınırlarını aşan az sayıda eserleri de İngilizce. Ayrıca bu tür grupların çoğu kendi etnik kimliklerinin iç sesini çıkarmak yerine, Rock’un küresel sound, ritim ve ezgilerine aynı modellerle yeni şarkılar eklemek üzerine çalıştılar. Zaman zaman, bugün yetmişli yaşlarını yaşarken yerel müziklerle sentezlendiği hemen her ülkeden çıkmış binlerce albümü olan Rock müziğinin hala etnik kültürle buluşmasını hiçbir zaman küresel ölçeğe taşıyamamasının nedenlerini düşünürüm. Aklıma bu ne zaman düşse, Kazım’la birlikte düşer. Kazım, bana önce Zuğaşi Berepe ile bilmediğim bir dil olan Lazca’da Rock’u sevdirmiş, ardından Türkçe ile maharetini perçinlemiş, sadece müziğini değil Anadolu’nun kültür mozaiğinin tümünü Rock’a yüklemeye yola çıkmıştı. Dünyaya etnik Rock dinletecek bir cevher varsa, o da bence Kazım’ın bize gösterdiğiydi. Kazım’ı sadece biz kaybetmedik. Tek bir dil ve aynı müzikal kalıplara sıkışmış, yaşlı Rock’n Roll da kaybetti.

En son onu soğuk ve rüzgârlı bir günde Hopa’daki mezarının başında ziyaret ettim. 33 yaşında yitirdiğimiz bu adam, üretimi, sosyal yaklaşımları, ölümle alay eden sıcacık gülüşüyle içimde bir başyapıt filmin yarım kalmış hikâyesi olarak hep kalacak. Yanından ayrılırken bambaşka bir şarkının dizeleri takıldı dilime: ‘Bir soğuk yel eser, üşür ölüm, ölüm bile…’ Hep en iyileri en önce alıyor ya koynuna, zalim ölüm çok üşüyor olmalı…