Küresel saldırı, küresel isyan
Kadınların kazanımlarına karşı küresel bir cephe oluştu. Kadınlar da küresel isyan ile cevap veriyor. Tüm bu saldırılar karşısında feminist gündem de daha kapsayıcı hale geldi.
Fevziye SAYILAN - Doç. Dr.
8 Mart bugün nasıl adlandırılırsa adlandırılsın yüzyılı aşkın bir zamandır kadınların kendi hayatlarını ve dünyayı dönüştürme mücadelesinin sembolü haline geldi. O zamandan bu yana kadınlar siyasal, toplumsal ve ekonomik alanda pek çok kazanım elde etti. Ancak hâlâ tam eşitlik ve özgürleşme yolunda daha pek çok engeli ve sınırı aşmak zorundalar.
Üstelik içinde bulunduğumuz dönemin ‘bildiğimiz dünyanın sonunu’ getiren büyük kriz (iktisadi, iklim, salgın, göç) koşullarında kadının insan haklarını genişleten küresel dalga geri çekildi. Erkeklerin egemen olduğu bir dünyada kadınları yeniden yönlendirmeye ve fiili eşitlik sağlamaya yönelik bütün önlemler de (haklar, olumlu ayrımcılık, kota, şiddetten korunma) siyasal dayanaklarıyla birlikte tartışmaya açıldı. Kısacası gündemde kazanılmış haklarımız var. Hak mücadelesi sınıf mücadelesinin önemli bir yönüdür.
Neoliberal küreselleşme uzun mücadeleler ile elde edilen güvenceli çalışmayı ve sosyal hakları süpürdü. Kadın emekçiler için esnek ve güvencesiz çalışma norm haline geldi. İşe giriş, çalışma koşulları, ücretler ile ev ve aile sorumlulukları konusunda kadınlarla erkekler arasında var olan yapısal eşitsizlikler arttı. Kadın emekçiler bir önceki dönemden daha dezavantajlı koşullarda çalışmaya, düşük ücretlere ve güvencesiz çalışmaya razı oldular. Aynı zamanda uzun neoliberal dönem boyunca kadınların piyasa ilişkilerinin içine çekilmesini hedefleyen istihdam ve girişimcilik paketleriyle kadınların güvencesiz-eğreti biçimde kitlesel istihdamında muazzam bir genişleme meydana geldi. Bu tür çalışmanın geleneksel sendikal örgütlenme biçimlerinin dışında kalması bazı yerlerde başarılı örneklerine (Hindistan, Brezilya) rağmen, sendikasızlaşmayla birlikte örgütsüz çalışmayı da yaygınlaştırdı. Yine bu süreçte küresel sermaye cinsiyetçi bir stratejiyle emeğin bol, ucuz ve örgütsüz olduğu bölgelere aktı. Yoğun kadın emeği sömürüsüne dayalı istihdam-ölüm gettoları (Bangladeş Rana Plaza felaketi gibi) oluştu. Yine bu süreçte emekçilerin işsiz ve güvencesiz çalışan tüm kesimleriyle birlikte kadınların da tüketim zincirlerine bağlanmasını sağlayan finansal genişleme yayıldı. Düşük ücrete razı gelerek ve borçlanarak yaşamak kadınlar da dahil tüm emekçileri içine aldı. Ancak şimdi derinleşen sistemik krizin ortasında borçlanmanın da sonuna gelindi. Yoksulluk ve açlık kapıyı çalıyor. Feminist hareket “Yaşamak istiyoruz, özgür ve borçsuz” diye haykırıyor.
İçinde bulunduğumuz bu dönemde neoliberalizmin yol açtığı yıkımın içinde yükselen ve çoğu yerde iktidara gelen radikal sağcı (dinci ve neofaşist) hareketler bir önceki dönemin toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili tüm kazanımlarını hedef tahtasına koymuş durumda. Bağlama göre farklı öncelikler gündeme gelmekle birlikte radikal sağdan gelen bu saldırının kadın, aile, din, ulus meseleleri etrafında kültür savaşları biçimini aldığını görüyoruz. Kadınların kendi bedenleri üzerindeki denetimini hedef alan kürtaj hakkı karşıtlığı ABD’den, Arjantin’e ve Polonya’ya kadar benzer tezlerle gündeme geliyor. IMF’ye bağımlıktan çok çekmiş bir ülke olan Arjantin’de kürtaj karşıtlığı ile IMF karşıtlığını birleştiren sağ hamle “Kürtaj IMF”dir diyor! Gerici saldırı kadınları aile merkezli hayata sabitlemek ve doğurganlıkları üzerindeki denetim haklarını ellerinden almak istiyor. Buna karşı “kürtaj hakkı”nı savunan ve “bedenimiz bizimdir” diyen bir tepki var. Dünyanın dört bir tarafında kadınlara ve ‘feminenleşen bedenlere’ yönelik şiddet karşısında “Bir kadın daha eksilmeyeceğiz”, “Özgür ve yaşamak istiyoruz” diyen bir hareket var.
Kapitalizm karşıtı olmayan ancak, dünyanın pek çok yerinde neoliberalizm karşıtı tepkileri sahiplenen ve maniple eden kilise ve radikal ya da neofaşist sağ, benzer tepkiler vererek yükseliyor. Hatta Avrupa’nın pek çok ülkesinde olduğu gibi iktidara geliyor. Neoliberalizmin yarattığı sömürü ve yabancılaşma dünyasında emekçiler için önemli bir sığınak olan aile’yi çözen gelişmeler de radikal sağın yükselişine bir temel sağlıyor. Aile evanjelik, katolik, ortodoks, yahudi ve müslüman tüm dinlerin siyasallaşan fanatik kollarının merkezi ilgisini oluşturuyor. Bu konuda ailenin içine sürüklendiği, geçim, bakım ve hayatta kalma savaşının sorumlusu olarak ‘dış düşmanla işbirliği yapan feminizm’ hedef tahtasında. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin dışarıdan dayatılan ve ulusal kültürü bozucu etkilerine karşı aile merkezli ‘özüne dönmeyi’ hedefleyen bu gerici tepki, kemer sıkma politikalarının yükünü kadının aile içindeki konumunu kullanarak hafifletmek istiyor. Kadınlar eve kapatılmaya, sömürüye, ev içindeki emeğin yok sayılmasına ve şiddete karşı, Fransa’dan Birleşik Devlet’lere kadar “#Grevdeyiz”, “Biz Durursak Dünya Durur” diyor bir kez daha İlerici ve popülist hükümetlerin (Yunanistan, Brezilya, İspanya’daki sol iktidarlar) bile direnemediği neoliberal küreselleşme, gezegeni tüm kaynaklarıyla birlikte tüketti ve kuşattı. Neoliberal küreselleşmenin yarattığı tahribata eşlik eden liberal demokrasinin krizi de radikal dinci ve faşist sağın yükselişini kolaylaştırdı. Kamu varlıklarının yağmalandığı, kamu hizmetlerinin özelleştirildiği, yoksulluk ve açlığın yaygınlaştığı içinde bulunduğumuz koşullar tüm emekçiler ve özellikle kadınlar açısından cehennem koşullarını getirdi. Bu durum radikal sağın kadın ve aile konusundaki siyasal hedeflerini büyütmesine maddi bir temel sağlıyor. “Kadının yeri evidir, ailedir”, annelik kadınlar için en yüksek statüdür-kimliktir” gibi feminizm karşıtı radikal sağcı söylemler neoliberalizmin istihdam ve emek politikası için ideolojik bir destek sağlıyor. Aynı zamanda Türkiye’de de neoliberal kapitalizmin kadınlara sunduğu yeni istihdam ve çalışma biçimlerinin (eğreti, güvencesiz ve esnek çalışma) dinci-muhafazakâr repertuvardan aldığı ideolojik destekle nasıl meşruiyet kazandığını; kadınlar üzerinden organize edilen sosyal yardım destekleriyle yaratılan kitlesel kadın mobilizasyonuyla emekçi hanelerinin nasıl kuşatıldığını; böylece kemer sıkma ve yoksullaşmanın toplumsal sonuçlarını hafifleterek, halk sınıflarından destek aldıklarını biliyoruz. Feminist hareket “Tüm kadınlar emekçidir” diyerek emek hareketinde saf tutuyor.
Neoliberal politikaların kusursuz bir icracısı olan AKP hükümeti, bu gerici dalganın İslam dünyasındaki önemli bir temsilcisi, neoliberalizm karşıtlığı yapmadan ilerliyor. Dinci sağ ile milliyetçi sağın ortaklığına dayanan mevcut iktidar, toplumsal kutuplaşmayı körükleyerek “yerli ve milli” bir söylemle radikal dincilerin taleplerine teslim olmuş durumda. Toplumsal cinsiyet karşıtlığı ajandası giderek genişliyor, kadınların aile, emek ve beden konularındaki konumlarını ve kazanımlarını yeniden düzenleyen istihdam, eğitim, aile, nüfus ve sosyal politikaları adım adım uyguladı. Son sahnede ise daha radikal bir adım peşinde. Kadınların hak eşitliğinin, eşit temsilinin anayasal ve yasal dayanaklarına müdahale etmek istiyor. Aynı zamanda cinsiyet kimliklerine yönelik gerici tepkiyi toplumsallaştırmaya yönelik nefret söylemlerini öne çıkarıyor. Bunun karşısında kadınlar “Karanlığa teslim olmayacağız” diyor.
Kadınların kazanımlarına karşı küresel bir cephe oluştu. Kadınlar da küresel isyan ile cevap veriyor. Tüm bu saldırılar karşısında feminist gündem de daha kapsayıcı hale geldi. Dünyanın her yerinde olduğu gibi neoliberal kapitalizmi geriletmeyi hedefleyen her mücadele, mutlaka gerici tepkilere ve kadın düşmanlarına karşı mücadeleler (ırkçılık ve ayrımcılık karşıtlığı gibi) ile birleşerek sürüyor. Feminist öfke ve isyan bu mecralarda akmaya devam ediyor.