Çatak’ın Öğretmenler Odası filminin odağında 7. sınıf yer alıyor. Okula yeni atanan matematik ve spor öğretmeni Carla Nowak öğrencilerini başarılı, başarısız diye sınıflandırmayan, her öğrencisinin yeterliliklerini dikkate alarak destek veren ve sınıf içinde hiyerarşinin oluşmasına müsaade etmeyen idealist bir öğretmen.

Kurumsal eğitimin çıkmazlarını tartışmaya açan bir film: Öğretmenler Odası

Emine Uçar İlbuğa - Prof. Dr., Sinema Eleştirmeni

1 Mart 2024 tarihinde yönetmen İlker Çatak’ın Süddeutsche Zeitung’a verdiği röportajda Öğretmenler Odası filminin en iyi uluslararası Oscar adayı gösterilmesine karşın bu haberin Alman medyasında ya hiç görülmediğinden ya da yan bir konu olarak ve çoğu zaman kendi adı geçmeden haberleştirildiğinden, adının geçtiği bir haberde ise isminin yanlış yazıldığından şikâyet ediyor ve adınızın haberde geçmesi için Alman olmanız gerektiği izlenimine kapıldım ve aslında göçmenseniz Alman medyasında bir rol model olamıyorsunuz diyor (https://www.deutschlandfunkkultur.de/regisseur-i-lker-atak-beklagt-ignoranz-in-deutschen-medien-100.html).

Yönetmen Hüseyin Tabak ise 25 Şubat 2024’te Alman Ulusal televizyon kanallarını etiketleyerek, sosyal medya hesabından Oscar yemeğine davet edilen Alman sinemacılardan bahseden Alman medyasının neden Alman ve dünya sinemasında birçok filmi geride bırakarak ilk beşe giren ve Oscar’a aday gösterilen bir filmin yönetmeninin görmezden gelindiğini soruyordu.

Bir şeyi görmezden gelmek, bilmiyormuş, haberi yokmuş gibi davranmak bir ötekileştirme değil midir? Tam da Berlin doğumlu yönetmen Öğretmenler Odası filminde ırkçılığın, ötekileştirilmenin bir eğitim kurumunda, hatta heterojen kimliklerin yer aldığı bir göç toplumunda nasıl inceden inceye işlediğini konu ediniyor hem de göçmen kökenli bir yönetmen olmanın tüm zorluklarını göğüsleyerek. 

Alman eğitim sistemi seçici, eleyici ve daha çok orta-üst sınıfı temel alan bir yapıda olmasından dolayı, uzun yıllar işçi sınıfı ve göçmen kökenli çocukların eğitimleri bu eleyici sistemde sistematik bir şekilde belirli bir seviyede kaldı. Bugün bir göç toplumu olan Almanya’da göçmenler farklı okullarda hem öğrenci hem öğretmen hem idareci olarak yer alıyorlar, ancak göç devam eden bir süreç, eğitimde sorunlar da daha kapsamlı ve karmaşık bir yapı sergiliyor. Almanya sinemasında eğitim sistemini konu alan birçok film çekildi, ancak kendi eğitim sistemlerini mikro ölçekte perdeye aktaran, sistemi, kurumsal yapıyı ve eğitimin uygulamada aksayan yanlarını objektif ve eleştirel bir dille tartışmaya açan filmler daha az oldu. 2020 Akademi ödüllerinde yabancı dilde en iyi film kategorisinde Almanya’yı temsil eden Nora Fingscheidt’ın ilk uzun filmi Systemsprenger (Oyunbozan) özellikle eğitim kurumlarının sorunlu bir öğrencinin karşısında, nasıl işlemez hale geldiğini ortaya koyması bakımından çok önemliydi. Fingscheidt Oyunbozan filminde annesi tarafından çocuk esirgeme kurumuna verilen 9 yaşındaki Benni’nin kimsesiz yurtlarından, koruyucu ailelere kadar uzanan yolculuğu ve her seferinde sistemin dışına itilen trajik ama bir o kadar da zorlu hikâyesi anlatılıyordu. Filmde Benni’nin kurumsal yapıların kurallarına dahil ol(a)mayan, olmak istemeyen, duygusal boşlukları, travmaları, hassas yanları ve sistemden talepleriyle büyüklerin dünyasına, onların doğrularına, yaklaşımlarına, anlayışlarına, beklentilerine cevap ver(e)meyen bir çocuk olarak kurulu düzenin oyununu nasıl bozduğu hatta sarstığı görüldü. Her gittiği okuldan kovulan, arkadaşlarıyla iletişim kuramayan, sık sık öfke patlamaları yaşayan Benni’nın hikâyesi ile aslında hantal, bürokrasi ve her bireyi aynı kurallar içinde eritmeye, şekillendirmeye çalışan bir sistemin karşısında birçok çocuğun paylarına düşen trajik yaşamları ve toplumda çok az yer bulan acılarına ışık tutuluyordu. Oyunbozan filmi bu alanda çalışan eğitimciler, pedagoglar, psikologlar, sosyal hizmet çalışanları, aileler, sivil toplum örgütleri, ilgili kurumlar yanında belki de en önemlisi bu alandaki yasa koyucuları yeniden düşünmeye davet ederken, aynı zamanda yeterli desteği ve ilgiyi göremeyen ve toplumda dışlanan, çocuk ve gençlerin daha yakından görünmelerini sağlamak ve toplumda bu konuya farkındalık yaratılması bakımından oldukça önemli bir materyal sunmaktadır. 2024 Akademi ödüllerinin en iyi uluslararası film kategorisinde Almanya’yı temsil edecek filmin konusu yine Alman eğitim sistemini merkezine alıyor. İlker Çatak’ın Lehrerzimmer (Öğretmenler Odası) filminin odağında Hamburg’daki bir Gymnasium’un 7. sınıfı yer alıyor. Okula yeni atanan matematik ve spor öğretmeni Carla Nowak (Leonie Benesch), öğrencilerini başarılı, başarısız diye sınıflandırmayan, her bir öğrencisinin yeterliliklerini dikkate alarak onlara destek veren ve sınıf içinde hiyerarşinin oluşmasına müsaade etmeyen idealist bir öğretmen. Her gün derse öğrencileri ile birlikte bir ritüelle başlıyor, matematiği soyut bir ders olmaktan çıkarıp kavramsallaştırıyor ve gündelik yaşamdaki sorunlarla tartışmaya açıyor, öğrenciler arasında empatik doğasıyla sevilen bir öğretmen profili oluşturuyor. Ancak sıfır tolerans politikası ile yönetilen okulda bir dizi hırsızlık gerçekleşince okulun disiplin kurulundaki öğretmenler tarafından sınıf temsilcisi iki öğrencinin sorgulanmalarına tanık oluyor ve öğretmen arkadaşlarının öğrencileri baskı altına alan tutumlarını eleştiriyor. Carla her şeyi idealist bir çerçeveden ele almayı tercih ediyor ve okulda izlenen sıfır tolerans politikası ve buna bağlı prosedürlerin de sorgulanabilir olduğunu meslektaşlarına ve okul müdürü Dr. Böhm’e (Anne-Kathrin Gummich) açıkça söylemekten çekinmiyor. Buna karşın sınıf temsilcilerinden hırsız olabileceği yönünde öğretmenlere ismi verilen Türk kökenli Ali’nin (Can Rodenbostel) olduğu sınıfına haber vermeden müdür ve disiplin kurulundan öğretmenlerin baskın düzenlemesi ve öğrenciler üzerinde arama yapmaları Carla için bardağı taşıran son damla oluyor. Sınıfında üzerinde fazla para çıkan Ali’yi zan altında bırakan meslektaşlarının bu tavrına karşı, konuyu kendisi araştırmaya karar veriyor ve öğretmenler odasını bilgisayarının kamerasını açık bırakarak kayıt alıyor. Video kaydında sadece gömleği belirgin görünen bir kişinin ceketinden parasını aldığı görüntüyü okul müdürüne izletmesiyle birlikte, hırsızın kim olduğu konusunda şüpheler bu kez sınıfında başarılı bir öğrencisi olan Oscar’ın (Leonard Stettnisch) aynı zamanda okulun sekreteri olan annesi Bayan Kuhn (Eva Löbau) üzerinde yoğunlaşmasına neden oluyor. Konuya velilerin, öğrencilerin de dahil olması ile birlikte sorun giderek kuralların sürekli bozulduğu, yeniden kurulduğu bir mücadeleye dönüşüyor ve genç öğretmen Carla için sorunlu bir sürece doğru evriliyor. Disiplin soruşturmasını yürüten öğretmenden, idealist Carla Nowak’a okulun sekreterinden sınıftaki öğrencilere kadar kültürel çeşitliliğin olduğu okul ortamında kimse kimseyi dinlemiyor, eğitimciler olaylara yapıcı ve sorunları pedagojik bir perspektiften görmekten uzak tutum ve davranış sergiliyorlar ve filmin başında çoğu zaman okullarda karşılaşılabilen ve çözülebilecek gibi görünen bir sorun giderek çözümsüz bir hal alıyor. Eğitim kurumunun tüm aktörleri olarak öğrenci, öğretmen, idareci, memur ve veliler arasında karşılıklı bir güç mücadelesine dönüşüyor. Öğretmenin spor dersinden öğrencileri ile kurduğu güçler dengesi oyunu, öğrencileri ile birlikte sınıfta attıkları rahatlama çığlıkları gibi geçici çözümler okulda yaşanan sorunları tek başına çözmeye yeterli olmuyor. Çatak’ın senaryosunu Johannes Duncker ile birlikte yazdığı Öğretmenler Odası filminde öğrenciler ve öğretmenler ideal olanın öğretildiği ya da öğrenildiğinin varsayıldığı bir kurumda ideal olanın nasıl güçler dengesi ile bir iktidar alanına dönüştüğünü de gösteriyor ve filmde toplumun en önemli kurumlarından biri olan okul mikro ölçekte sistemin tüm aksayan yanları ile deneysel bir laboratuvara dönüşüyor. Giderek sınıfta öğrencilerle, ailelerle velilerle toplantısında ve meslektaşları ile öğretmenler odasında sürekli yeni ittifakların kurulup, dağıldığı, diyalog kurmanın imkânsızlaşabildiği ve her an patlamaya hazır bir ortamda işlerin nasıl içinden çıkılamaz hale geldiği, ilişkilerin kırılganlığı ve gündelik hayattaki incelikli ırkçılığın, zorbalığın nasıl dışa vurduğu sürükleyici bir şekilde ve eleştirel bir okumaya açık olarak ortaya konuluyor. Filmde Michael Haneke’nin Beyaz Bant filminden tanıdığımız Leonie Benesch (Carla Nowak) ve çocuk oyuncu Leonard Stettnisch (Oscar) filmin başından sonuna kadar performansları ile göz dolduruyorlar. İlker Çatak bu son filminde izleyicileri tartışmalara dışardan, dikkatli bir gözlemci olarak dahil ediyor; adalet ve hakikat, suç duygusu, suçluluk, iftira, ispat ve iddia gibi kavramları mikro ölçekte bir okul örneği üzerinden tartışmaya açarken, baştan sona psikolojik gerilimi yüksek bir film ortaya koyuyor.  

Sonuç olarak eğitimin ideal birey yetiştirme standartlarını konu alan, eleştiren ve öğrenci ve sistemden kaynaklı sorunları tartışmaya açan, özellikle farklı etnik, dil, kültürel bakımdan heterojen grupların olduğu eğitim koşullarında karşılaşılan sorunlar az da olsa filmlerin ana teması oluyor. Örneğin Laurent Cantet’in Sınıf (2008) filminde Fransa’da göçmen sorunlarına yeni kuşakların eğitimi perspektifinden yaklaşılıyor ve öğretmenlerin tek başına iyi niyetli yaklaşımlarının yeterli olamadığının altını çiziliyor. Yarı belgesel nitelikte çekilen Sınıf’ta filmin senaryosunu yazan öğretmen, aynı zamanda filmin başrolünü üstleniyor, öğrenciler ise göçmen kökenli ailelerin çocukları olarak kendi yaşamlarını canlandırıyor. Paris’in batısındaki bir lisede çoğunluğu Afrika olmak üzere, Arap, Türk, Çin kökenli göçmen çocuklarının da bulunduğu sınıfın hem Fransızca hem de sınıf öğretmeni ile anne ve babalarından farklı olarak Fransa’da dünyaya gelmiş ve burada okula gidebilme olanağına sahip olmuş, Fransızcayı çok iyi konuşabilen öğrencilerin içinde doğup büyüdükleri toplumdan beklentileri bir sınıf ortamında hem birbirleriyle, hem öğretmenle ilişkileri hem de öğretmenler odasında öğrencilere ilişkin tutum ve davranışlarının sorunlu yanlarını ortaya koyması bakımından önemli bir film. Türkiye’de eğitim alanındaki sorunlar artarak devam ediyor, daha kapsamlı ve çözümsüz hal alıyor. Uzun yıllardır göç alan bir ülke konumda olan Türkiye’de farklı dil ve kültürel koşullardan gelen öğrencileri destekleyecek bir yapı söz konusu bile değil. Eğitim kurumlarının merkezi eğitim müfredatına bağlı olması, giderek özelleşmesi, siyasallaşması ve eğitim kurumlarını iktidarın kadrolaşma ve tamamıyla bir ideolojik güç alanına dönüştürdüğü bir süreçte nasıl bir eğitim sorusunu da aşan, çözülmesi oldukça zor bir hale geldiği günümüzde eğitimdeki sorunlar da çeşitlenmektedir. Buna karşın sinemamızda Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı adlı eserinden aynı adla çekilen filmleri ve Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi Kuru Otlar Üstüne’yi ayrı tutarsak, eğitim kurumlarını merkezine alan, aksayan ve sorunlu yanlarını mikro ölçekte ele alan İki Dil Bir Bavul (2009), Okul Tıraşı (2021) gibi filmler bir elin parmağını geçmeyecek kadar az.